Tutuklu bulunduğu davanın ilk duruşmasına 244 gün sonra, 4 Temmuz Salı günü çıkacak olan HDP eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, Gazete Duvar'ın sorularını yanıtladı.
Halkların Demokratik Partisi'nin tutuklandıktan sonra parti
üyeliği ve milletvekilliği düşürülen eski Eş Genel Başkanı Figen
Yüksekdağ gelecek hafta, tutuklu bulunduğu davanın ilk duruşmasına
çıkacak. Yüksekdağ'ın, tutuklandıktan 244 gün sonra çıkacağı
duruşmaya HDP Kadın Meclisi bir çağrı yaptı. 4 Temmuz Salı günü
saat 14:00'te Ankara 16'ıncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek
duruşma için kadın örgütlerine yapılan çağrıda şöyle denildi:
"...Figen Yüksekdağ tutuklandıktan sonra üç ay tek
başına bir hücrede tutuldu, avukat görüşleri kayıt altına alındı.
Yüksekdağ’ın kalacağı hücrenin yer aldığı koridor daha gözaltı bile
gerçekleşmeden boşaltılarak gerekli hazırlık yapılmıştı. Tutuklu
vekiller arasında cezası hızla kesinleştirilerek vekilliği ilk
düşürülen Figen Yüksekdağ oldu... Figen Yüksekdağ şahsında büyük
bir heves ve aceleyle olmamışa çevirmeye çalıştıkları eşbaşkanlık
ve siyasette eşit temsil kazanımlarımızdır. Nefretle saldırdıkları
itaat etmeyen onurlu kadın duruşudur..."
HDP Ağrı milletvekili ve Kadın Meclisi Sözcüsü Dilan Dirayet
Taşdemir de 'Yüksekdağ'ın haftaya yargılanacağı davanın dosyasının
sekiz fezlekenin birleştirilmesinden oluşturulduğunu,
altısının Yüksekdağ’ın basın açıklamaları, birinin röportajda
verdiği bir yanıt, bir diğerinin de HDP MYK’sının açıklaması'
olduğunu hatırlatarak,
"Bu fezlekeler 2011, 2012 ve 2013 yıllarına ait ama ne
tesadüftür ki 2016’da tam da cumhurbaşkanının 'Dokunulmazlıklar
kaldırılmalı, HDP’liler hesap vermeli' sözlerinin ardından
fezlekeler artmıştır. Bu fezlekeleri hazırlayan birçok hâkim ve
savcı da terör örgütü üyeliğinden cezaevinde ama onların
hazırladığı ve talimatla başlatılan bu yargılamalar iktidarın
zorlamasıyla sürdürülüyor" açıklamasını yaptı.
HDP Eş Genel Başkanı iken, 4 Kasım 2016 tarihinde gözaltına
alınarak tutuklanan Figen Yüksekdağ sekiz aydır tutuklu
bulunduğu Kandıra 1 No'lu F Tipi Cezaevi'nden Gazete Duvar'ın
sorularını yanıtladı; cezaevinde günlerin nasıl geçtiğinden CHP
Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun 'Adalet Yürüyüşü'ne kadar pek
çok sorumuza yanıt verdi. İşte sorularımız ve Figen Yüksekdağ'ın
yanıtları...
"YÜRÜYÜŞÜ, ADALET İSTEYEN HER KESİMİN DESTEKLEMESİ
GEREKİR"
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun İstanbul
milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasının ardından
başlattığı "Adalet Yürüyüşü"nü nasıl değerlendiriyorsunuz? HDP'nin,
yürüyüşü sizin tutuklu bulunduğunuz cezaevinin yer aldığı
Kandıra'da karşılayacak olmasının anlamı nedir?
Halkımız “perşembenin gelişi çarşambadan bellidir” der ama
siyasetçiler bu sözü çokça unutur, dahası unutmak ister. Enis
Berberoğlu’nun tutuklanması tam da böyle bir unutuşun sonucudur.
Üstelik bizlerin tüm hatırlatma çabalarına rağmen unutuldu, göz
ardı edildi bu gerçek. Berberoğlu’nun haksız tutuklanması, ister
istemez dokunulmazlıkların kaldırıldığı 20 Mayıs 2016’ya götürdü
beni. HDP’yle yan yana görünmeme kaygısı “eğer hareket etmezsek,
saldırganlık da hareket etmez, elbet bir yerde durur” yanılgısı,
doğruyu bilmelerine rağmen yanlışa esir düşmenin gerilimi arasında
sallanan CHP, tarihi bir kırılmaya sebep oldu. Türkiye’nin
sürüklendiği kötü yerden çıkışın tek geçerli yolu demokratik
kriterleri geliştirmekken en başta parlamenter demokrasinin temel
kriteri çiğnendi. İşte oradan da buraya, hiçbir kriterin olmadığı,
hiç kimsenin güvende olmadığı noktaya geldik.
Başta CHP olmak üzere iktidara muhalif çeşitli kesimler HDP gibi
bir “baş ağrısı” olmadan, AKP-Saray rejimiyle kabul edilebilir
sınırlarda bir mücadeleyle baş edebileceklerini, en azından eski
güzel sıradan günlerine dönebileceklerini umuyordu. Sıra dışı
HDP’yi feda etmek, pek önemli bir fedakârlık değildi onlar için.
Aksine açık ya da örtük hepsinin gönlünden geçen buydu.
Bugün sırasıyla AKP- Saray iktidarına muhalif tüm kesimlere
düzenlenen operasyonlar, hız kesmeden sürüyorsa bunda sırasını
bekleyenlerin ve kendi sırasında olmayanların, demokrasi, adalet
talebiyle ilgilenmeyenlerin de payı var. Kılıçdaroğlu’nun
başlattığı 'Adalet Yürüyüşü' gecikmiş de olsa olumlu bir hareket
oldu. Sadece menzilinin ve kapsadığı kesimlerin sınırlı tutulmaması
gerekir. Elbette eleştirilerimizle birlikte yürüyüşü ve taleplerini
destekledik. Adalet isteyen her kesimin de desteklemesi
gerekir.
Yürüyüş başladığı günden bu yana, hedefin Maltepe’yle sınırlı
kalmaması beklentisi dile getirildi. Bence de doğru bir beklenti ve
tanımlamadır bu.
Yürüyüşe Kandıra sapağında dahil olmak aslında her siyasi akıl
sahibinin aklına gelip de söylemediği gerçeği hatırlatmış olacak.
Her gerçek ve ihtiyacı transit geçmeye alışmış CHP algısında bu
hatırlatma bir yere oturur mu bilemem ama transit geçtikleri her
gerçek yarın yine önlerine çıkar. Tutuklanma operasyonunun
Kılıçdaroğlu’na kadar uzanmayacağını kimse iddia edemez. En başta
ben, sonra Diyarbakır Milletvekilimiz Nursel Aydoğan şahsında
uygulanan vekillik düşürme, siyasi hakkı gasp etme saldırıları
karşısında da en başta ana muhalefet partisi olmak üzere kimse
güvende değil.
"ELDE VAR BİR AVUÇ GÖKYÜZÜ!"
.
Sizin ilk hapishane deneyiminiz değil. İlk
tutukluluğunuzdan bu yana hapishanelerin koşullarındaki
değişiklikler neler? OHAL hapishanelere nasıl yansıyor? Yüksek
güvenlikli cezaevlerinde havalandırmanın bile üstünde tel örgü
bulunan yerler var. Siz gökyüzünü tel örgüsüz izleyebiliyor
musunuz?
Bugünkü hapishane koşulları daha ağır elbette. Mesela ben hiçbir
hapishane sürecimde tek başına tecrit yaşamamıştım. Bir kez yüksek
güvenlikli kategorisinde hapishaneye yolum düştü ama orada da
altı kişi birlikte kalıyorduk. İlk kez F Tipiyle tanışmış
oldum. Uzun yıllar F Tipi sistemine karşı verdiğimiz mücadelenin ne
kadar haklı olduğunu yaşayarak anladım. Tek başına mimari yapısı
bile tecrit ve cezalandırma üzerine kurulmuş. Havalandırmanın
üstünde tel örgü yok. Olmasına gerek yok diye düşünmüş olabilirler.
Zira havalandırma zaten sekiz adım boyunda, beş adım
eninde. Sonuçta, elde var bir avuç gökyüzü. Bunun için devlete
masraf çıkarmaya gerek yok dediler demek ki.
OHAL kısıtlamaları devam ediyor. Telefon, görüşçü sınırlamaları
sürüyor. İlk üç aydan sonra avukat görüş kısıtlaması kalktı sadece.
Mektup ve iletişim konusundaki sansür ve yasaklamalar devam ediyor.
En son Van Milletvekilimiz Adem Geveri’nin bir mektubu “sakıncalı”
bulunarak bize verilmedi. Aynı mektup benimle birlikte, buradaki
dört siyasetçiye gönderilmişti. İtiraz süreci sonuçlanmadığı
için mektuptaki hangi “sakıncalı” ifadenin sansürlendiğini ve bize
verilmediğini bilmiyoruz. Sadece artık “bu kadar da olur mu”
türünden cümleler kurmuyoruz. Oluyor çünkü.
HDP Eş Genel Başkanlarını, milletvekillerini tutuklatan
çok sayıda savcı ve hâkim FETÖ'den tutuklandı. Acaba onlardan
bazıları sizinle aynı cezaevinde olabilir mi?
Evet, burada da FETÖ soruşturması kapsamında tutuklananlar var.
Kadınlar blokunda olduğunu biliyoruz ama birkaç avukat ziyareti
dışında pek görmedim. Koridorda karşılaştırmama sisteminden dolayı
başka türlü görme durumu da olmuyor. Erkeklerin kaldığı bölüm ve
binalarda çoğunlukla yargıç ve savcıların tutuklu olduğunu
biliyorum. İlginç ve ironik bir durum tabii. Vakti zamanında beni
tutuklatan yargıç ve savcılardan biriyle aynı hapishanede kalıyor
olabiliriz. Bize dönük operasyonları yöneten, tutuklayıp ceza veren
hâkim ve savcıların neredeyse hepsi ya tutuklu ya ihraç edilmiş ya
da bize karşı kullandıkları yasalardan kaçıyorlar.
O yasaların bir gün herkesi kovalayacağını çok söyledik. Uyarıcı
bir etkisi olur mu bilmem ama yine söylüyoruz.
Bu arada vekilliğimin gasp edilmesi ve parti üyeliğimin
düşürülmesine dayanak edilen 10 aylık cezayı veren mahkeme heyeti
de FETÖ’den şu an tutuklu. Ayrıca benim, Demirtaş’ın bazı
milletvekilleri ve belediye başkanlarımızın iddianamelerini
hazırlayan savcılardan, yargılamayı yapan heyetlerden yine aynı
soruşturma kapsamında açığa alınan, tutuklananlar var.
Bir sosyalist, kadın ve Kürtlerin demokratik
mücadelesinde onlarla yan yana yürüyen bir Türk siyasetçi olarak
özellikle hedef alındığınız sizinle ilgili en sık yapılan
yorumlardan. Özellikle hedef alındığınızı düşünüyor musunuz?
İktidar partisi yöneticilerinin her fırsatta dile getirdikleri,
“Biz sırtımızı Rojava’ya, Kobani’ye, IŞİD vahşetine karşı direnen
halklara, insanlık mücadelesi yürüten YPG-YPJ’ye, PYD’ye dayıyoruz”
sözünüz neden bu kadar tepki çekti sizce?
İktidarın öncellikli hedefi olduğumu görmek için çok dikkatli
bakmaya gerek yok. Saldırı o kadar açıktan sürdürüldü ki! Hepsi de
açıktan gözdağı vermek içindi. Bana gözdağı veremeyeceklerini
bildiklerini varsayarsak esasta kadınlara, sola ve Kürt halkıyla
demokrasi ve özgürlükler ortak paydasında buluşanlara, buluşmak
isteyenlere bir gözdağıydı bu. Elbette benim profilimin ayırdedici
özelliklerine sahip birçok insan var ama bu özelliklerin merkez
siyasette kendini göstermesi ve karşılık bulması egemen siyasette
kadının tam hak eşitliği, Meclis’in üçüncü büyük grubu nezdinde
karşılık buldu. Meclis, tarihinde ilk kez 'Kadın Grubu’yla kadın
grup toplantılarıyla tanıştı. Bu kazanımların hepsi eşbaşkanlık
rolüm nedeniyle bende sembolize oldu. Bir de siyaset tarzım kabul
edilebilir kıvamda ve naiflikte değildi sanırım. Erkek egemen
siyasetin kadına biçtiği gömleği giymeye yapımız müsait değil.
Siyasette ne erkeğe öykündük ne de onların döktüğü makul kadın
kalıbına girdik. Hal böyle olunca, saldırının şiddetinden tutalım
da diline, içeriğine kadar birçok şey kadınlığı hedef alıyor.
Sosyalist bir partiden geliyor oluşum ve bu aidiyetle Türkiye
demokrasi mücadelesi ve Kürt demokratik hareketine katılımım da
iktidar açısından sorun oldu. Onlara göre kimse evinin bahçesinden
çıkmazsa ciddi bir sorun olmuyor. Sokağa ve başka mahallelere
açılınca merkezi sistemde alarm zilleri çalıyor ve ardından ön
kesme operasyonları başlıyor. HDP ve benim eşbaşkanlık deneyimimde
de böyle oldu. Ama Batı’nın sol ve demokratik mücadele çizgisiyle
Kürt demokrasi hareketinin HDP’deki buluşmasını engelleyemediler.
Dahası bu buluşma tüm Türkiye’yi kapsayan yeni demokratik bir
gelişme çizgisine dönüştü. Şimdi ben ve Demirtaş nezdinde bu
çizgiyi kırmaya “evli evine köylü köyüne” bölünmesi yaratmaya
çalışıyorlar. Beni HDP’nin yarattığı başarıdaki rolüm nedeniyle
ekstra cezalandırma tavrı da tarihsel başarı düzeyinin karşısında
aciz kalır. Türk halkı içinden, egemen ulus - mezhep alanından ya
da geleneksel - sosyal aidiyeti Kürt gerçeğinden farklı olan
birileri bahçe çitlerini aşacak ve düşmanlığa, bölünmeye karşı
barışı ve eşitlik temelindeki birleşikliği savunacak. Bu çizgi
kendisini tüm saldırılara rağmen sürdürüyor. Yani cin şişeden
çıkmış bir kere, baskılarla, cezalandırmalarla eski yerine
döndürülemez.
O çokça hedef alınan sözlerime gelince, kırparak, çarpıtarak,
bir nefret hedefine dönüştürerek anlamını yitirmeyecek bir gerçeği
ifade ettim. Üstelik o zaman PYD’yi YPG ve YPJ’yi terör yapılanması
olarak görmüyorlardı. Kobane’de IŞİD kuşatması kırıldıktan sonra
Türkiye içinde 200 kilometre boyunca peşmerge ve silah sevkiyatı
yapanlar da onlardı. IŞiD tehdidi altındaki Süleyman Şah Türbesi’ni
YPG desteğiyle taşıdıklarını, Ankara’da PYD’yle ortak koordinasyon
masası kurulduğunu da unutmayalım. Benim söz konusu konuşmam,
Suriye Kürtleri açık düşman ilan edildikten ve iktidarın IŞİD’le
kurduğu köprüler berhava olduktan sonra, bant kayıtlarıyla dolaşıma
sokuldu ve saldırı gerekçesine dönüştürüldü. Bir Türk siyasetçinin
destek ve sahiplenme tavrını cezalandırarak, linç histerisi
yaratarak, Suriye Kürtlerine karşı düşmanlık ve ırkçı nefret
örgütlemeye yöneldiler. O konuşmanın ilgilenmedikleri ve gürültüyle
üstünü örttükleri esas kısmı hâlâ geçerliliğini koruyor. Dün de
bugün de IŞİD vahşetine karşı direnenlerin yanında olmak, onlarla
barışçıl, demokraktik bir bölge ve Türkiye için sırt sırta vermek
neden yanlış olsun? Bakın bugün dört tarafımızdan Türkiye’nin
güvenle sırtını dayayabileceği sırtını dönmekten korkmadan ittifak
kurabileceği tek devlet ya da meşru güç kaldı mı? Bunların hepsi
Türkiye’yle derdi olmayan, iktidarın gerçekleştirdiği
operasyonlarda onca kayıp vermesine rağmen, misillemeci ve
saldırgan tavır sergilemeyen Suriye Kürt siyasetine düşmanlığın
sonuçları. Hâlâ “neden Suriye’de ve bölgede IŞİD ve tekfirci
çeteler yerine Kürtlerle ittifak kurulmadı?” sorusuna akılcı,
ahlaki bir cevap veremedikleri için bu cevabı verenleri taşlayarak
sorunu çözeceklerini sanıyorlar.
Terör tanımının bu kadar genişletilmesi, içerde ve dışarda da
politik basiretsizliği örtmek için terörist icat edilmesi doğru
değil. Bölgede Kürtlerle demokratik tarihsel bir ittifak kurulup
kıyıcı iç savaşı durdurmak, Suriye ve Ortadoğu’nun demokratik
yapılanmasında merkez olmak varken Türkiye bugün kaos ve krizin
merkezi olmaya sürükleniyor. PYD, DSG ve sahada gerçek çözüm gücü
olabilecek Kürtler, ABD ve Rusya’yla başbaşa bırakılıyor ve bu
tutum gittikçe daha fazla kriz, çatışma üretiyor. Bu gerçekleri
birilerinin söylemesi gerekiyordu. Ben söyledim, HDP söyledi, bugün
de bu gerçekle yüzleşmek istemeyenler tarafından
cezalandırılıyoruz. Aslında Suriye Kürtlerine karşı ilan edilen
düşmanlığa inanmayan, bunu akılcı ve gerekli görmeyen Türklerin de
düşünceleriyle bir ölçüde çakıştı sözlerim. Var olan bu eğilimi
güçlendirmemek için beni ve söylediğim sözler hedef aldılar. Evet,
ben hapisteyim ama gerçek hâlâ yerli yerinde duruyor. Bugün de IŞİD
vahşetinin kendi mahallesine gelmesini beklemeden o vahşetin yolunu
kesenlerle, kadınların satıldığı köle pazarlarını yıkmak için
yürüyenlerle herkesin nasıl bir ilişki kuracağı sorusu ortada
duruyor. Bu kez ben bir şey demeyeyim, akıl ve vicdanla karar
versin herkes.
"HUKUK KATLİAMININ YAŞANDIĞI BİR ÜLKEDE TAHLİYEYLE
ÖZGÜRLÜK BEKLEMEK ZOR!"
.
Tutukluluğunuzun bu kadar uzun süreceğini öngörüyor
muydunuz? Kısa süre içinde özgür kalacağınıza dair umudunuz var
mı?
Tutuklanmamız zaten olağan koşulların ürünü değildi. Bu kadar
uzun kalmamız da olağan değil. Ben kendi adıma uzun tutukluluğu
bekliyordum. Genellikle politik iyimserimdir ama bu süreçte beni
her şeye hazır olma duygusu yönetti. En kötüsüne hazır olursan
kötülük şoke edici gücünü yitirir, sen güç kazanırsın. Buna da bir
tür kötünün içinde iyimserlik diyelim. Hukuk katliamının yaşandığı
bir ülkede tahliyeyle özgürlük beklemek zor! Üstelik mahkemelerin
verdiği tahliye kararları da oyuncağa dönüştürüldü. Üç
milletvekilimiz tahliye edildikten sonra hiçbir hukuki izah yapmaya
bile zahmet etmeden yeniden tutuklandı. Hapishane alanının bu kadar
genişlediği şartlarda, özgürlük alanını da bizim genişletmemizden
başka seçenek yok.
'BARIŞ SÜRECİ YAKIN BİR OLASILIK DEĞİL'
Referandumdan sonra barış sürecinin yeniden
başlayabileceği yönünde bir umut vardı toplumun bir kesiminde ve
bazı siyasetçilerde. Ancak bu yönde hiçbir emare yok. Sizce yakın
zamanda bu yönde bir adım atılması ihtimali var mı ve bir erken
seçim bekliyor musunuz?
Barış sürecinin yeniden başlaması yakın bir olasılık değil ne
yazık ki. Daha topluma neden bitirildiğini dahi izah edemediler.
Sürecin bitirilmesini değil de çatışmasız, ölümsüz geçen
iki yıllık çözüm sürecini sorun olarak gören zihniyet
değişmedikçe, yeni bir süreç başlamaz. İçeride ve dışarıda
çatışmacılık ve çözümsüzlüğü tırmandırmak ne getirdi bize önce buna
bakalım. Tarihsel varlık mücadelesi ve beka sorunu adı altında,
Türkiye halkları en kritik beka tehlikesine sürükleniyor. Çözümde
oluşan tüm düzey sıfırlanmış, az buçuk yapılanlar da inkâr edilmiş
durumda. Yine de çaresizliğe, seçeneksizliğe saplanmamak gerekir.
Belki sıfırdan başlamak daha hayırlısı olabilir. İktidarın süreç
diye bir derdi olmasa da her gün ölümle, acıyla kuşatılan halkın
barışa ve çözüme ihtiyacı var ve her ihtiyaç kendine bir yol
bulur.
Bu koşullarda erken seçim ihtimalini yakın görmüyorum. AKP-Saray
gücünden emin olsa bir gün beklemezlerdi ama referandum
sonuçlarından sonra istedikleri gibi ezici çoğunlukla iktidar
mümkün değil. AKP-MHP koalisyonu da buna yetmez. Baskıyı artırarak,
sandık oyunlarında yeni sahneler sergileyerek seçime gitmeleri
durumunda ise pamuk ipliğiyle tutundukları meşruiyetle tüm bağları
kopar. Ama her şeye olduğu gibi erken seçime de hazır olmamız
gerekir. Biz hazırız mesela. Bütün kayıplarımıza, ağır bedellere,
siyasi yasaklarla kuşatılmış olmamıza rağmen halklarımıza ve
seçmenlerimize güveniyoruz.
'ORTADOĞU VE OSMANLI OKUYORUM. BAŞUCUMDA ŞİİR
VAR'
Hapishanede günleriniz nasıl geçiyor? Neler okuyorsunuz?
Yazıyor musunuz?
Bol bol okuyorum. Günlük ve süreli yayınları takip ediyorum.
Dışarıda fırsat bulamıyordum doğrusu. Sağ olsunlar başta dost ve
yoldaş dergiler, yayınlar olmak üzere birçok yayın geliyor.
Bazılarını yasak, toplatma kararlarından dolayı alamıyoruz ama
herkesin ne dediğini öğrenmek farklı farklı sözleri muhakeme etmek
iyi geldi bu dönem.
Ortadoğu ve yakın dönem Osmanlı konularında özel ve
yoğunlaştırılmış okuma, fikir oluşturma çalışması yapıyorum. Bu
konuların külliyatı sürekli sona gelmemi erteletiyor ama artık
sistemi dağıtmadan nokta koysam iyi olacak. Arada roman ve çeşitli
toplumsal hareketlerin tarihini okuyorum. Tabii başucumda, yastık
altında hep şiir var.
Bu zamana kadar çok mesaj yazıp, yazılı röportaj yaptım.
Sistematik yazı çalışmaları bundan sonra olur ama yazıp kenara
koyduğum dönemsel çalışmalar var. Şimdilik kenarda duruyor, yarın
bakarız ne yapılacağına.
Gelen her mektup inanılmaz değerli benim için. O mektuplar bir
tarih aslına bakarsanız. Kuru bir cevaptan fazlasını hak ediyor.
Başka bir çalışma yapmayı deneyebilirim. Bu nedenle kart, mektup,
faks hepsini biriktiriyorum. Şimdilik hapishanelerden gelen
postalara cevaba öncelik veriyorum.
Spor yapabiliyor musunuz?
Bir, bir buçuk saat sporla geçiyor. Hareket performansım,
kondisyonum sorunsuz.
Burada kendimi her açıdan geliştirmeye bir taraftan da siyasi
görevlerimi, hapishane de olsa yerine getirmeye çalışıyorum.
Saz kursuna gittiğinizi biliyoruz. İlerleme katettiniz
mi?
Evet, bağlamaya da başladım ama nasıl olduğum sorusuna cevap
vermek için daha erken. O da çok yönlü gelişimin bir parçası
diyelim sadece.
'GERÇEĞE HAYALLERİN ELİYLE DOKUNMA HEVESİ'
Çizgi film izlemeyi çok sevdiğinizi ve hapishanede bol
bol çizgi film izlediğinizi yazmıştık. Ana akım medyadan uzak
durmak için mi çizgi film izliyorsunuz?
Haberim olmadan neler yazılmış meğer. Çizgi filmleri,
animasyonları, masalları fantastik bilim kurgu ürünlerini
seviyorum. Hayal gücü kaybına ve aşırı büyüme sendromuna iyi
geliyor. Gerçeklere tahammülsüzlük demeyelim de gerçeğe hayallerin
eliyle dokunma hevesi diyelim. Çizgi film kanalı yok. Animasyon
çizgi sinema yakalarsam kaçırmıyorum. Ana akım medya ve haber
kanallarını mecburen izliyorum. Oralar da trajedi sahnesine dönmüş,
ibretlik izliyoruz sadece.