24 Haziran’da ortaya çıkan tablo, Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçimini ilk turda kazanmasında önemli rol oynayan MHP’yi meclisin kilit partisi haline getirdi. MHP’nin bütün tahminleri alt üst ederek %11 civarında oy alması yalnızca muhalefeti değil, AKP kurmaylarını ve Erdoğan’ı da şaşırtmış olmalı. Zira Devlet Bahçeli’nin erken seçim çağrısı yapmasının hemen ardından apar topar seçim kanunu değiştirilerek baraj altında kalmaması için o garip ittifak düzenlemesi yapılmıştı. Hem neredeyse bir seçim kampanyası bile yürütmeden 1 Kasım seçimlerinde aldığı oyu korumasıyla, hem de bu oyların dikkate değer bir kısmını Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinden almasıyla, MHP’nin bu şaşırtıcı seçim başarısının ardında yatan sebepler günlerdir konuşuluyor.
Aslına bakılırsa seçmen davranışlarını açıklamak pek kolay değil. Birden çok etmeni bir arada düşünmek gerekiyor. Bu nedenle kamuoyu araştırmaları yapan şirketler de tahminlerinde sık sık yanılgıya düşüyorlar. Öncelikle, seçmenin her durumda rasyonel tercihlerde bulunduğunu varsaymak mümkün değil. İnsanlar sandığa gittiklerinde bazen alışkanlıklarıyla, bazen korkularıyla ve çoğu zaman da çelişkileriyle karar alabiliyorlar. Gördüğüm en absürt örneği böyle şeyler de olabiliyor demek için aktarayım: Tanıdığım, okuma yazması kıt bir eski AKP seçmeni, 25 Haziran sabahı konuştuğumuzda milletvekili seçimlerinde BBP’ye oy verdiğini ama sonradan BBP’nin de AKP ile ittifak içinde olduğunu öğrendiğini söyledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çok haksızlık yaptığını düşünüyor, benim durumumdan dolayı da üzüntü duyuyordu. Şaşkınlıkla o halde Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de Erdoğan’a oy vermiş olması gerektiğini söyledim. Hayır, dedi, ortadakine bastım. Ortadakinin kim olduğu hakkında bir fikri yoktu. İnternetten oy pusulasını bulup gösterdim. Demirtaş’ın fotoğrafını işaret etti. HDP’nin adayına oy verdiğini söylediğimde “olsun, ben onu seviyorum, iyi oğlan” deyiverdi.
Her ne kadar önceden kestirilmesi zor olsa da, seçmen davranışını açıklamak için kullanılabilecek ve yanılma payı epeyce düşük ilkeler de var. Bunlardan birisi, daha önce ekmek için Ekmeleddin vakasında da işlediğini gördüğümüz “aslı varken taklidine oy verilmez” ilkesi. Buradan yola çıkarak AKP’nin 2015 yazından bu yana sürdürdüğü ve OHAL rejimiyle birlikte giderek tırmandırdığı milliyetçi hamasete dayalı siyaset modelinin, her ne kadar 7 Haziran’la 1 Kasım arasında AKP’ye yaramış görünse de gerçekte MHP’yi adım adım iktidara taşıdığını ileri süreceğim.
Önce bandı biraz geriye saralım. Bu kısımda aktaracaklarım kıymetli hocam Mehmet Ali Ağaoğulları’nın Geçiş Sürecinde Türkiye (1) kitabına yazdığı “Aşırı milliyetçi sağ” başlıklı bölümden.
12 Eylül darbesinin ardından, diğer tüm siyasal partiler gibi MHP de kapatılmış, “anayasal düzenin, Cumhuriyetçilik ve demokrasi prensiplerine aykırı olarak devletin tek bir kişi tarafından yönetilmesi amacına yönelik değiştirilmesine zor yoluyla kalkışmak” suçlamasıyla hakkında kamu davası açılmıştı. Bu şartlar altında dönemin MHP genel başkan yardımcısı Agah Oktay Güner, yargılandığı mahkeme salonunda “fikirlerimiz iktidarda ama kendimiz zindandayız” sözleriyle sitemini dile getiriyordu. 4 Ekim 1982’de askeri mahkemeye sunulan dilekçede ‘MHP’nin seçim beyannamesindeki istekleri hakikat oldu… Alparslan Türkeş ve lideri bulunduğu MHP’nin tutum ve davranışları bugün fiilen uygulanmaktadır” denilerek sanıkların salıverilmesi talep ediliyordu (Ağaoğulları, s. 235-236).
Gerçekten de, MHP’nin 1977 seçim beyannamesine baktığımızda, MHP’li yöneticilerin aslında bu itirazlarında haklı olduğunu görebiliriz. “Türk Milleti Uyan!” başlıklı seçim beyannamesinde yer alan vaatlerden birisi 12 Eylül hukukunun başlıca araçlarından olan Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin açılmasıydı. Dahası, 12 Eylül rejiminin devlet başkanı yaptığı ve sorumsuzlukla donattığı Orgenaral Kenan Evren’e verdiği yetkiler, tam da MHP’nin arzuladığı tek adam rejimini işaret ediyordu. Beyannamede “milli birliğimiz, kardeşlik duygumuz tecavüzlere uğramaktadır” deniliyor ve “devlet baba” diye de adlandırılan bir milli devlet arzusuna yer veriliyordu. Ağaoğulları’nın parti programları ve parti ideologlarının kitaplarından yola çıkarak tespit ettiği gibi, toplumun her alanında müdahaleci ve düzenleyici bir nitelikle donatılmış bu devlet tek bir meclisin üzerinde güçlü yetkilerle donatılmış, hiçbir sınıfa ve zümreye milli çıkarlar adına hesap verecek durumda olmayan bir başkanın bulunduğu başkanlık rejimine dayanmaktaydı (218). Mehmet Ali Ağaoğulları’nın bu durumu “MHP’nin böyle sorumsuz bir tek şef rejimine ‘demokrasi’ adı vermesi, büyük bir olasılıkla, onun demokrasi düşmanlığını mümkün olduğunca örtmeye çalışmasından kaynaklanmaktadır” diye yorumladığını da ekleyelim.
Gelelim Bahçeli’nin MHP’sine ve AKP’nin Türkiye’sine. 7 Haziran seçimlerinin ardından çözüm sürecini sonlandırma kararı alan AKP, oylarına talip olmaktan vazgeçtiği barış yanlısı çevreleri ve özellikle de Kürt seçmeni ikame edebilmek üzere 2007 yılından bu yana muhafazakâr tabanında belli bir karşılık bulduğunu gözlemlediği milliyetçi söylemi toplumsal kutuplaşmayı artırma ve uzlaşmayı bozma pahasına yeni bir boyuta taşıdı. Gerçi bu değişimin izleri Gezi direnişinin yaşandığı 2013 Haziran’ından bu yana belirmekte; her türlü toplumsal muhalefeti marjinalleştiren ve demokrasi arzularını güvenlikçi bir söyleme feda eden politikalar ağırlık kazanmaktaydı. Ancak AKP’nin 7 Haziran seçimlerindeki oy kaybını MHP’nin milliyetçi tabanından oy devşirme yoluyla telafi edebileceğini görmesiyle birlikte, hem içeride hem de dışarıda neredeyse tamamen MHP’lileşen bir siyaset çizgisine kaydığını tespit etmek gerekir. Böylelikle birkaç ay içinde oy oranını 9 puan artıran AKP, geçtiğimiz hafta sonu yapılan seçimlere kadar belli ölçüde MHP’yi de ikame eden bir siyaset izlemeye devam etti.
Bu tabloda ilginç olan ise kuşkusuz MHP’nin bu durumdan rahatsız olmak bir yana, bizzat AKP politikalarının destekçisi ve yol göstereni rolü oynayarak, içinden İYİ Parti’yi çıkarmış olmasına rağmen 24 Haziran seçimlerinde 1 Kasım’daki oy oranını koruyabilmesi, AKP’nin ise OHAL rejiminde gidilen seçimin getirdiği avantajları sonuna kadar kullanmasına rağmen 2015 yazında kazandığı ekstra oyların yarıya yakınını kaybetmesiydi. Bunun nedeni, OHAL rejiminden yararlanan tek partinin AKP olmamasıydı. OHAL’in terörle mücadele kisvesi altında hak ve özgürlüklere getirdiği kısıtlama, MHP’nin bireyi araç, devleti amaç olarak gören milli bekacı ideolojisinin gerçekleşebilmesi için önemli bir zemin oluşturuyordu. MHP, OHAL rejimi altında yapılan referanduma öncülük ederek getirilen anayasa değişiklikleri ile arzuladığı gibi geniş yetkilerle ve güçle donatılmış devlet başkanının, sorumsuz bir başbuğun yönetimine dayalı bir otokratik rejimin temellerinin atılmasını sağlamıştı. Nihayet referandumun yıldönümünde, Nisan ayında yaptığı erken seçim çağrısı ile cumhur ittifakı kurulurken Erdoğan’ın liderliğindeki başkanlık sisteminin tam olarak uygulamaya geçmesiyle birlikte MHP, 40 yıllık ülküsünü gerçekleştirmiş olacaktı. Nitekim MHP’nin Milli Diriliş Kutlu Yükseliş başlıklı seçim beyannamesi, yeni hükümet sistemini milli bekanın sigortası, husumet ve hıyanete karşı güvence olarak sunuyor, “bu sistemle Türk milletinin köklü devlet geleneğini, tarihi ve kültürel birikimini, milli ve manevi değerlerini çağdaş gelişmelerle buluşturan bir yönetim yapısı tesis edilerek geleceğin güçlü Türkiye’sinin inşa edileceğini” vurguluyordu. Beyannamede, OHAL rejiminin temel hak ve özgürlüklere getirdiği kısıtlamalar da birer seçim vaadi olarak sunulmuştu. İfade ve basın özgürlüğü, her siyasi görüşün partileşerek bu görüşlerini açıklama, savunma ve yayma özgürlüğü, örgütlenme, gösteri ve protesto hakkının kullanım “milli güvenliğe ve kamu düzenine aykırı olmamak şartı”na bağlanıyordu.
Seçim beyannamesinin en dikkat çeken kısmı ise “Milletimize Taahhütlerimiz” başlıklı bölümünün “26. Yasama döneminde Gerçekleşen Taahhütlerimiz” alt başlığıydı. Burada MHP, bir iktidar partisiymişçesine tamamlanan yasama döneminde yerine getirilen vaatlerinden söz ediyordu: Anayasanın ilk dört maddesinin korunması, terörle mücadelenin güçlendirilerek sürdürülmesi, terörle mücadelede teknolojik imkânlardan yararlanılması, belediyelere kayyum atanması, TSK’nın Kuzey Irak’taki müdahalesi ve Türkiye’nin bölgedeki dış politika adımları MHP’nin verdiği destekle elde edilen başarılar ve yerine getirilen taahhütler olarak takdim ediliyor, ayrıca partinin ekonomik ve sosyal konulardaki taahhütlerinin bir kısmının da yerine getirildiğinden söz ediliyordu.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL rejiminin sürekli kılınmasında, Türk tipi başkanlık sistemine geçişte ve nihayetinde bu sistemin tam olarak uygulanması için gereken erken seçim kararında aktif bir rol oynayan MHP, böylece milliyetçi seçmene kendisi olmasa bile fikirlerinin iktidarda olduğu mesajını doğru biçimde vermiş oldu. Seçim öncesi kurulan ittifak ise, oy oranı ne olursa olsun, partinin artık kendisinin de iktidarda olacağı anlamına geliyordu. Nitekim milliyetçi seçmen, MHP’nin bu vaadini önemli ölçüde ikna edici buldu. Şimdi esas soru AKP’nin MHP’nin gölgesinde, aslı varken taklidi olma stratejisini daha ne kadar sürdürmeye razı geleceği.
(1) Mehmet Ali Ağaoğulları, “Aşırı Milliyetçi Sağ”, der. İrvin C. Schick, E. Ahmet Tonak, Geçiş Sürecinde Türkiye, İstanbul, Belge Yayınları, 4. Baskı, 2003