Fikirtepe'nin kuşçuları
Kentsel dönüşümün hızla sürdüğü Fikirtepe'de bu dönüşümü gözlemek üzere bulunmuşken rastladığım kuşçular ve onların dünyasının açtığı kapıdan girdim. Kuşlara sevdalı bu insanların sevgilerine inandım; ama yaşadıkları çelişkilere de şahit oldum.
DUVAR - Fikirtepe'de hummalı bir kentsel dönüşüm var. Oraya gitme nedenim de bunu gözlemekti. Sözleşme süresi içerisinde evleri teslim edilmeyen ve şantiye alanına kurdukları çadırlarda kalan insanları bulmaktı. Ama Fikirtepe'de dolaştıkça, insanlarla konuştukça akışına bıraktım.
Yıkılmak üzere olan ya da yarısı yıkılmış evlerde kalan Suriyelilere rastladım. İçlerinde konuşmak isteyen de oldu, istemeyen de. Sokaklarda yürürken evleri, insanları gözlemeye devam ettim. Bir evin balkonunda gördüğüm kümes, kafes arası bir kuş yuvası ilgimi çekince hemen apartmana dalıp rastgele bir zile bastım.
O evde değilmiş gördüğüm kafes. Ama söylediklerine göre hemen arka sokakta güvercin besleyen birileri varmış. Oraya doğru gittim, giderken bir abi de bana eşlik etti, evi bulmamı sağladı.
Bir apartmanın ön bahçesinde yaklaşık 60 kadar güvercini olan Serkan Tekintaş'la tanışmamız böyle oldu. Tekintaş doğduğundan beri İstanbul'da ve 38 yaşında. Kuşlara merak salması babadan, ondan görmüş. Tekintaş, “Bu bir zevk,” diyor “Satış yok. Bu zevk. Kiminin sigarası, içkisi, bizim de bu. Faydası var mı bilmiyorum ama zararı yok. Babam 71 yaşında. Yaklaşık 35 sene besledi. Ondan gördük, merak ettik, hoşumuza gitti. Faydası da yok, zararı da yok açık söyleyeyim.”
Tekintaş'ın en çok kullandığı ifadeler “bu bir zevk” ve “yemini suyunu vereceksin” oldu. Hemen hemen her cümlesinde bunları kullandı. Kuşlardan bir beklentisi yok, yani onları maddi bir karşılık alma niyetiyle beslemiyor. “Ben hoşlanıyorum, hanım ne kadar kızsa da bağırsa da ben seviyorum. 'Evli barklı adamsın' diyor, bu zevk işi. Sağ olsun kaynanam da biraz şey yapmıyor ama idare ediyor,” diye anlatıyor.
Belki masraflı olduğu için istemiyorlardır diyorum, “50 lira, 100 lira; bunun masrafından ne olacak. Bir 15-20 gün bunların yanında dur, sen de gerçekten seversin” diye yanıtlıyor. Kuşları edindiği iki yol varmış; kendi kuşlarını uçurduğunda onlara takılıp gelenler ya da Edirnekapı'da kurulan pazardan satın almak: “Edirnekapı'dan ucuz kuş alıyorum. Niye pahalı almıyorum, çünkü patlatıyorlar. Bundan 1.5-2 sene evvel yaklaşık 25 kuşumu patlattılar. İster istemez üzüldük, oğlan da hatta ağladı. O yüzden iyi kuş almak istemiyorum, canımız yanıyor. İyi-kötü para veriyoruz.”
Tekintaş'ın kuşlar için gözyaşı döken oğlu Melih kuşlarla ilgilenmeye birkaç sene önce başlamış. Gelecekteki mirasçı da o. “En çok uçurmayı seviyorum, sefer yapıyor, takla atmasını izlemeyi seviyorum,” diyor fazla konuşkan olmayan Melih.
Kuşların çeşitlerini sorduğumda “Ala, siyah, beyaz, çakmaklı, Arap, sabuni, posta, mavi,” diye sayıyor bir çırpıda Serkan Tekintaş. Peki ya fiyatları? “Kuşuna göre, 10 milyondan (10 lira) başlıyor, bir daire fiyatına kadar kuş var,” diye yanıtlıyor. Fiyatını ne belirliyor? “İyi kuştur, 3-4 saat uçar, sefer yapar, sana gösteriş yapar, bulutlara çıkar sonra inişini, taklasını görürsün, ona göre fiyat biçerler,” diyor Tekintaş.
Seyyar tezgahında balık, meyve ve sebze satarak geçimini sağlayan Tekintaş, “En erken eve gelişim akşam 9-10. Geldiğim zaman kimse beni tutamaz, bir açar bakarım kümese. Kralı gelse şey yapamaz, bakarım tek tek, yumurta var mı yok mu, yemini suyunu veririm. Akşam o saatte uçurulmaz. Ama sabah 6'da hale gidiyorum. Gitmeden önce açıyorum kümesi, kuşları uçuyorum, tekrar 10 gibi gelip onları yerine koyuyorum.”
Alıştırmak için şunu yapıyorlar: “15-20 gün kanatlarını bantlıyoruz. Ondan sonra tek tek uçurmaya başlıyoruz. Bazısı uçup gidiyor, yerini beğenmiyor, çoğu da kalıyor. Yemini, suyunu, ilacını, her şeyini veriyoruz. Verdikçe de hayvan memnun kalıyor. Yemini suyunu verdin mi hayvan hiçbir yere gitmez, yeter ki hayvana iyi bak.”
Tekintaş, “Bunlar çocuk gibi aslında, çocukla nasıl ilgileniyorsan bunlarla da öyle ilgileneceksin. Örnek veriyorum, yuvasını temizleyeceksin, yemini suyunu vereceksin. Bebek aç kaldı mı ağlıyor. Bunlar da aç kaldı mı halsizleşiyor. Elimizden geldiğince bakıyoruz. Kışın otunu veriyoruz altına, onun üstüne tünüyorlar. Şimdi de kümesi temizliyorum.”
Tekintaş ailesine beni götüren abi, bu kez de “daha ciddi” kuşçulara götürüyor beni; “Bunlar ne ki? Sen asıl şimdi gideceklerimize bak” diyor yolda.
Gerçekten de farklı bir yere geliyoruz. Fikirtepe'nin ortasında öylece nasıl kalmış olduğunu anlamadığım bir çayır, çimen. Burada 50 yaş üstü birkaç erkek var. Bir yandan mangalda tavuk yapıyorlar, bir yandan da çok sevdikleri güvercinleri anlatıyorlar. Burada yan yana birkaç kümeste bakılan güvercinler mevcut. Anlatılana göre, bu güvercinleri yarışmalara sokuyorlar ya da duruma göre eğer çok ısrarlı bir taliplisi çıkarsa satıyorlar.
Kuşçular arasında hiyerarşi olduğundan yaşı en büyük olan Sami Bozkurt'u dinliyoruz önce:
“Mahalledeki abilerimizden gördük. Çocukken başladı bu merak. Dürüst insanlar kuş besler. Yani kuşçunun başka bir şeyi olmaz. Sabah akşam gelir kuşlarla ilgilenir.
Eskiden parayla pulla iş olmazdı, artık para dönüyor bu işte de. Ama parayla pulla olmaz bu iş, sevdalık, heves... O sevda, kuşun gelip oyun oynaması, o seni dinlendirir. Bu kuşa bir defa bulaşan bir daha bırakamaz. Morfini yemiştir artık. Kuşu eline alan bırakamaz. Ve ben bu yaşıma kadar beslediğim için çok memnunum. Hiçbir kötü alışkanlığım, kahvem filan yoktur. Kuş besleyenler böyle sakin, arkadaşlarıyla sohbet eden, karşılıklı birbirlerine kuşlarından bahseden insanlardır.
İstanbul'daki kuşçu Van'daki kuşcuyu tanır. Öyle bir bağ vardır. Tabii yarışmalara katılırız, oradan da herkes birbirini görür.
Kuşun değerini nadir olması belirler. Yani, ırkı, cinsi. Yetiştirilmesi, yetenekleri değil. Mesela bende 40 yıldır aynı damardan gelen kuşlar vardır. 3000 lira maaşla çalışan adamım ama öyle kuşu bulayım 1500 lira veririm o kuşa.”
Ondan sonra gelen Halis Bozyel ise oradakilerin deyimiyle beynelmilel kuşçu. Yaklaşık 3 yıl Rusya'da yaşadığı ve orada da kuşçuluk yaptığı için almış bu lakabı:
“Rusya'da Sibirya'ya kuş götürdüm. Sadece posta kuşu besliyor. Nedenini bilmiyorum.
Kuşçular arasında güçler dengesi yoktur, hiyerarşi vardır. Kendimizden büyük ya da daha eski kuşçulara hep saygı duyarız.
Her toplumdan uzaksın. Geliyorsun muhabbetini, pikniğini yapıyorsun. Böyle yer bulamazsın. Kuşçu adamın kahvede filan işi olmaz.
Seni annem baban nasıl bakıp büyüttüyse biz de onları öyle büyütüyoruz. Kuş yetiştirmek seyisliğine bağlıdır. Herkesin kendi tarzı vardır.
İcabında çocuğunu hastaneye götürmezsin de bunları götürürsün, öyle bir meraktır bu yani.
Ben çakmaklı besliyorum, Sami Abi beyaz, Ümit Arap besler, Hıdır mavi besler; herkes en çok sevdiği kuş cinsini besler.”
Sonuç olarak, ısrarla sormama rağmen "bir eline alsan bırakmazsın", "bu bir zevk", "çok farklı bir his" gibi ifadelerle tanımlanan kuş sevgisini, daha doğrusu, neden kuşları, hatta güvercinleri bu kadar sevdiklerini anlamış değilim. Gruplaşmak önemlidir insanoğlu için. Kimi kuşlar üzerinden yapar bunu, kimi motorlu araçlar, kimi memleket, kimi siyaset. Galiba asıl mesela bu; yalnız kalmamak ve yalnız kalmamak için ortak bir sevgi öğesi bulmak.
Aslında sevgi de değil; buradaki örnekte de gördüğümüz gibi sahip olmak. Zaten sevmek diye bahsedilen de bu sahip olma, hatta hükmetme hissi. Ama diyecek bir şey yok, manzara bu...
Not: Fikirtepe gezimde bana eşlik eden, fikirler veren ve bu haberdeki güzel fotoğrafları çeken Anıl Yurdakul'a selamlar...