Artık resmi anlatı haline gelen Sultan Abdülhamid’in Theodor Herlz’in Filistin’den toprak talebine karşılık vermektense kendi hayatından vazgeçmeyi tercih ettiğini söylediğine dair muhayyel anlatı, muhafazakâr sağcı aklın hayal dünyasında bir gergef gibi işlenen, tarihsel gerçeklerden uzak bir tapınma ayinine dönüşmüş görünüyor.
Halbuki tarihi belgelere inildiğinde gerçekliğin çok farklı yüzleriyle karşılaşmak mümkün. Her şeyden önce şayet Osmanlı yönetimi gerçekten Siyonist göçü ve Siyonist kuruluşlara toprak satışını engellediyse ve buna karşı var güçleriyle mücadele ettilerse o zaman ilk Siyonist yerleşim birimleri nasıl oluyor da Abdülhamid tahta geçtikten 6 yıl sonra 1882 yılında kuruluyor ve 1890 yılında göçler büyük bir hız kazanıyor?
Geçtiğimiz yıllarda Arap dünyasının önde gelen yayınevlerinden, merkezi Beyrut’taki Arap Birliği Araştırmaları Merkezi (Merkezu’d Dirasati’l Vahdeti’l Arabiyye) II. Abdülhamid dönemini (1876-1909) ele alan bir çalışma yayınladı: “Devru Teshili Abdülhamid es Sani fi Teshili’s Seytarati’s Suhyuniyye Ala Fılıstin” (Siyonizmin Filistin Üzerindeki Hakimiyetini Kolaylaştırmada II. Abdülhamid’in Rolü). Kitabın Yazarı Fedva Nusayrat Ürdünlü bir kadın akademisyen.
Eser Sultan II. Abdülhamid'in Siyonist harekete karşı nasıl bir tutum aldığını, Siyonist devletin önünü açan ilk yerleşim birimlerinde o dönemdeki gözle görülür artışın nedenlerini, Osmanlı yönetiminin Siyonist faaliyetin genişlemesini önlemekte ne kadar başarılı olduğunu ortaya çıkarmayı amaçlıyor.
Her şeyden önce şunu söylemek gerekir ki, ilk göçler 1882 yılında başlıyor ve hemen ardından düzenli bir şekilde koloniler kuruluyor. Ancak asıl büyük göçlerin Abdülhamid döneminin sonlarında, 1900’den sonra başladığını ifade etmek gerekir. Tahta geçtiğinde Abdülhamid, ülkeyi imparatorluğun toprak bütünlüğünü tehdit eden uluslararası ve iç krizlerle karşı karşıya kalmıştı. Hazine boştu, imparatorluk sürekli kan kaybediyordu, ordu disiplini kaybetmiş ve yabancı özel şirketler (başta Rothschild olmak üzere) imparatorluğun ekonomik kaynaklarına el koymuştu (Düyun-u Umumiye’nin bu süreçte kurulduğunu biliyoruz). Bütün bu ekonomik ve siyasi zorlukların yanı sıra güçsüzleşen devlet üzerindeki yabancı baskılar, Abdülhamid’in Filistin’le ilgili kararlarında önemli rol oynuyordu. Osmanlı İmparatorluğu'nun Arap ülkelerinde hüküm sürdüğü dönemde Yahudi tebaa, serbestçe Filistin'e gidip gelebiliyor ve Kudüs, Safed, Tiberya ve el Halil kentinde kendilerine göre kutsal sayılan yerlerde ikamet edebiliyordu.
1869 yılında yani, Abdülaziz döneminde yabancıların Hicaz bölgesi hariç imparatorluğun her yerinde mülk edinebileceği yönünde ferman çıkınca aralarında Siyonistlerin de bulunduğu yabancılar Filistin’den rahatlıkla toprak almaya başladılar. İlk başta Osmanlı Devleti bunun nedenini araştırmadı. Bunun birkaç nedeni vardı. 1881 yılında Yahudilerin Rusya’da maruz kaldığı uğradığı pogrom (büyük katliam), Rotschild ve Hirsch gibi bazı zengin Yahudilerin Yahudi göçünü finanse etmesinin yanı sıra bazı Siyonist kuruluşların göçe desteğiydi. İmparatorluk, Filistin'e Yahudi göçünün artmasının ardından 1882 Nisan'ında Yahudilerin Filistin'e yerleşmesine izin verilmeyeceğini ilan etmişti. Aynı karara göre fermanları kabul etmek şartıyla Yahudiler, yerleşmek istedikleri herhangi bir eyalete göç edebilir, almak istedikleri araziyi harç ve vergilerden muaf bir şekilde satın alabilir, askerlik hizmetinden muaf tutulabilir ve diğer konularda olduğu gibi ibadetlerini yerine getirebilirlerdi. Yurtdışından gelen Yahudiler, 150 aileden fazla olmamak üzere herhangi bir bölgeye yerleşme iznine sahipti.
Araplar ve Yahudiler arasındaki çatışmalar 1886'da alevlenince Arapların payitahta tepkisinin artması üzerine bir süreliğine Filistin'e Yahudi göçü yasaklandı ve Yahudilere, 1888 yılında sadece üç aylık bir süre için Kudüs'ü ziyaret etmelerine izin veren bir ferman yayınlandı. Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Fransa, vatandaşları ile ilgili getirilen bu kısıtlamaları protesto edince Osmanlı İmparatorluğu söz konusu sınırlama ve yasaklardan feragat etmek zorunda kaldı.
1877 yılında Kudüs mutasarrıfı olan Rauf Paşa’nın Osmanlı vatandaşlığı almak isteyenlere yüksek vergiler getirerek ve kanunlara aykırı bir şekilde Filistin’de ikamet eden yabancıların önlerine engeller koyduğu kayıtlarda geçiyor. Rauf Paşa, Bab-ı Ali’den Filistin’in yabancı göçmenlerin özgürce ikamet edebileceği ve yaşayabileceği bölgeler arasından çıkarılmasını talep etmiştir. Bab-ı Ali’nin bu talebe yanıtı “Filistin'e hac ve ticaret için gelen Yahudiler orada bir aydan fazla kalamazlar ve bu süre dolar dolmaz ülkeyi terk ederler” şeklinde bir karar çıkarmak olsa da Rauf Paşa’ya göre Filistin’e Yahudi göçünü hızlandıran bu tür kararlardır.
1890 yılı Yahudi göçünün görece ivme kazandığı bir yıldır. Sultan Abdülhamid, 1896'da Yahudilerin bir İsrail Devleti kuracaklarından korktuğu için Filistin'e yerleşmelerini engellemek amacıyla kendi el yazısıyla bir ferman yazar. Ancak bütün bunlar hiçbir işe yaramayacak ve Yahudi göçü bir yıl içinde üçe katlanacak, Yahudi nüfusu oranı yüzde 5’ten yüzde 11’e çıkacaktır. Abdülhamid, Avrupa ülkelerinin bakısı sonucunda Yahudilerin tamamen özgür bir şekilde olmasa da Filistin’e sınırlı bir şekilde yerleşmesine izin vermek durumunda kalacaktır. Bu ise Siyonistlerin önce siyasi ve ekonomik nüfuzlarını güçlendirmek daha sonra da Siyonist bir devlet kurmak için elinde güçlü bir dayanak oluşturacaktır.
Nitekim bütün tarihçiler ilk Siyonist yerleşim birimlerinin Abdülhamid’in tahta geçmesinden altı yıl sonra 1882 yılında kurulduğunda hemfikirdir. Ancak bu zamana kadar düzensiz bir şekilde başlayan ve 1900 yılına kadar devam eden Yahudi göçü, bu yıldan sonra sistematik bir hal almıştır. Bu süreçte kurulan Yahudi yerleşim birimleri, Mikfaya İsrail (1870), Bitah Tekva (1878), Zahron Yakub, Rişon Litsuyun (Bu yerleşim birimine ait toprakları Osmanlı yönetimi ahalinin vergileri ödeyememesi nedeniyle Rusya’dan gelen Yahudilere açık mezat usulü satmıştır) ve daha birçok yerleşke…
İşin garip tarafı Yahudi göçünü engellemek amacıyla çıkarılan fermanlar, yerleşim birimlerinin artışını ve Yahudi göçünün hızlanmasını engellememiş, tersine artırmıştır. Bir başka husus ise Yahudi göçünün engellenmesine ilişkin fermanlar, aslında fermandan önce satın alınan yerleşkeleri meşrulaştıran bir işlev görmüş ve Osmanlı hükümeti bu yerleşkelerin yasallığını tanımıştır. Siyonist iş adamı Baron Rotschild bu durumdan faydalanarak başkaları adına satın aldığı araziyi kendi adına tescil ettirmiş ve Yahudiler bu kez Filistin yakınlarındaki bölgelerde özellikle de bugünkü Suriye sınırları içerisinde toprak alımını hızlandırmıştır.
Bu gelişmeler üzerine yerli Arap ahalinin tepkisi doruğa çıkmış ve arazi satışına izin verilmesi nedeniyle 1895 öncesinde bölgede isyan patlak vermiştir. 1897 yılında İsviçre’nin Basel kentinde Theodor Herlz önderliğindeki meşhur Dünya Siyonist Kongresi yapıldığı sırada Filistin toprakları üzerinde 45 bin dönüm arazi üzerinde 4 bin 530 nüfusa sahip 19 yerleşke kurulmuştu bile. Buna Siyonistlerin Şeria Nehri’nin batısında almış olduğu 10 bin dönümlük ve doğusunda almış olduğu 20 bin dönümlük arazi dahil değildir. 19. yüzyılın sonuna gelindiğinde sadece 28 bini Kudüs’te olmak üzere Yahudi nüfusu toplam 50 bine ulaşmıştır.
Rothschild'in Abdülhamid ve yönetimi ile iyi bir ilişkisi vardı, çünkü Londra'daki Rothschild Bankası Osmanlı İmparatorluğu'na büyük krediler temin etmişti ve bu da Osmanlı İmparatorluğu'nun politikasını etkilemişti. Dolayısıyla Abdülhamid döneminde Filistin'deki nesnel koşullar, yabancı Yahudilerin Filistin'e gelip toprak satın almaları ve ikamet etmeleri için büyük bir fırsat sunmaktaydı. Yahudi göçünün önlenmesi için önce ferman çıkartılıp ardından bunların değiştirilmesi, Filistin'e Yahudi yerleşimini hızlandırmak isteyen Siyonist hareket için müthiş bir kanuni boşluk doğurmuştu ve yerel yöneticilerin elini kolunu bağlayan bir durumdu. Yabancı ülkeler, Bab-ı Ali'den Yahudilerin yerleşmesine kısmî izin veren imtiyazlar alarak elde ettikleri gayrimeşru hakları kalıcı hale getirmiş oldular.
Kısacası padişah, araziyi doğrudan satmayı reddetmiş olsa da, bazen göçleri görmezden gelerek bazen de arzularına cevap veren yasalar çıkararak aslında Yahudilerin isteklerine zımni olarak onay vermiş oluyordu.