Filistin Barosu Başkanı Abbas: Uluslararası hukuk mu, orman kanunları mı?
Bugün uluslararası toplumun iki şey arasında tercihini yapmak zorunda olduğunu söyleyen Filistin Barosu Başkanı Avukat Fadi Abbas, "Uluslararası hukuk mu, orman kanunları mı?" diye sordu.
İZMİR - Filistin Barosu Başkanı Avukat Fadi Abbas, geçtiğimiz günlerde Adalet İçin Hukukçular’ın davetiyle Türkiye’ye geldi. Abbas, 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ilanının yetmiş altıncı yılında, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü etkinlikleri kapsamında İzmir'de düzenlenen panelde bir konuşma yaparak ikili görüşmelerde bulundu.
Biz de hukuk dünyasında adaletin sesi olmayı sürdüren Filistin Baro Başkanı Avukat Fatih Abbas ile Filistin’deki hukuk mücadelesinin dinamiklerini, İsrail devletinin Filistin’de devam ettirdiği işgali, Gazze’de yaşanan insan hakları ihlallerini ve uluslararası hukukun buna verdiği cevabı konuştuk. Abbas, Filistin halkının yaşadığı zorluklar ve Filistin Barosu’nun bu süreçteki kritik rolüne dair önemli açıklamalarda bulundu.
‘HER GÜN EN AZ KIRK, ELLİ KİŞİYİ KAYBEDİYORUZ’
7 Ekim’den bu yana Gazze’de tam bir insanlık trajedisi yaşanıyor. Bu duruma nasıl gelindi? Geçtiğimiz yıldan beri Gazzelilerin hayatında neler değişti?
Gazze'deki Filistinlilerin artık bir hayatı olduğunu ne yazık ki söyleyemeyiz. 7 Ekim saldırılarından sonraki yaklaşık bir yıllık sürede Gazze’de her şey, altyapı, kurumlar, binalar yerle bir edildi. Hastanelerimiz yok edildi, sağlık hizmeti diye bir şey kalmadı; okullarımız bombalandı, Gazzeli çocuklar bir yılı aşkın süredir eğitim alamıyorlar. Geçtiğimiz yıldan bu yana yaşanan saldırılarda 45.000 Filistinli öldürüldü. Bunun yaklaşık üçte ikisini çocuklar ve kadınlar oluşturuyor. Şu anda kimse bu katliamın, Filistin halkına yönelik bu şiddetin ne zaman biteceğini kestiremiyor. Bu söyleşiyi yaptığımız gün bile onlarca sivil insanımızı İsrail bombardımanında yitirdik. Her gün en az kırk, elli kişiyi kaybediyoruz. Bunlar 7 Ekim öncesi dönemde işgal altında da olsa normal hayatına devam eden insanlardı.
Başkanı olduğum Filistin Barosu’na üye 120 avukat saldırılarda öldürüldü. Her gün beraber çalıştığımız meslektaşlarımız çocuklarını, eşlerini, evlerini, iş yerlerini yitirdiler. Baro yönetimimizde altı üyemiz Gazze’den seçiliyor, İsrail bombaları Filistin Barosu'nun Gazze'deki merkez binasını da hedef aldı. Artık Gazze halkına hizmet verebileceğimiz bir binamız yok, bombalar adliyeyi yerle bir etti. Adaleti sağlayacak bir adliye binamız da yok. Milyonlarca insan daracık bir koridorda, savaşın, vahşetin içine hapsolmuş durumda. Sınır kapıları kapalı, kaçacak yerleri de yok. Bu vahşet 21’inci yüzyılda tüm insanlığın gözü önünde devam ediyor.
‘FİLİSTİN DAVASINDA HERHANGİ ADİL BİR ÇÖZÜM BEKLEMEK AKILCI DEĞİL’
Filistin’deki hukuki ve insani yıkımın içinde insan haklarını savunmanın zorlukları neler? İnsan haklarının mevcut durumu ve geleceği hakkında neler söylersiniz?
Biz bir işgalden bahsediyoruz aslında. Yüzlerce kural, onlarca uluslararası sözleşme ve bir o kadar uluslararası belge Filistin halkının var olmasının teminatı durumunda. Fakat İsrail devletinin Filistin halkının var olma hakkını kabul eden bu mevzuata uyduğunu söylemek mümkün değil. Dolayısıyla bu belgeler şu an faydasız birer kağıt yığını haline geldi.
Filistinlilerin Filistin’de karşı karşıya kaldığı şey aslında uluslararası hukukun felç edilmesidir. Şu anda Birleşmiş Milletlerin geçmişteki Milletler Cemiyeti'nin benzeri bir kuruma dönüşmüş olduğunu düşünüyorum. İnsan haklarını ve dünya barışını korumakla ilgili Milletler Cemiyeti'nin II. Dünya Savaşı'ndan önce takındığı tutuma benzer bir tutum takınıyor. Etkisiz, tepkisiz ve yetersiz bir kurum bu. BM'nin söz konusu hali uluslararası güvenlik için müthiş bir tehlike oluşturuyor. Sonuç olarak bu durum bize şunu gösteriyor: Filistin davasında herhangi adil bir çözüm beklemek akılcı değil. Milletler Cemiyeti'nin varlık sebebi aynı Birleşmiş Milletler gibi barışı sağlamaktı. Fakat Milletler Cemiyeti söz konusu görevini layıkıyla yerine getiremediği için insanlık tarihinin en büyük trajedisi olan II. Dünya Savaşı patladı. Biz bugün İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulmuş sistemin içinde yaşıyoruz. İsrail devleti de bu sistemle kuruldu ve varlığını sürdürmeye devam ediyor. İsrail, ABD'nin bölgedeki en yakın müttefiki. Biliyorsunuz siyasetle hukuku birbirinden ayırmak mümkün değil. Dolayısıyla bugün sürdürdüğümüz hukuk mücadelesini bu uluslararası sistem ve devletler arası ilişkilerden ayrı olarak düşünmek de mümkün değil! Ne yazık ki yaşadığımız çağda siyaset hukuku esir almış durumda. Filistin’de çöken uluslararası sistemin kendisidir.
‘BATI VE ABD BU SAVAŞ SUÇLARINI İSTEDİĞİ KADAR GÖRMEZDEN GELSİN’
Sizin de belirttiğiniz üzere Gazze’deki savaş suçlarına karşı uluslararası hukuk rejimi hiçbir kanun, norm ve standartlara uymuyor. Dünya bu katliama karşı sessiz kalırken, Batı inşa etmiş olduğu uluslararası hukuk düzenini kendisi dışındaki ülkelere işletmiyor. Bu çifte standart ve seçici adalet konusunda neler söylemek istersiniz?
“Seçici adalet” yaşadığımız durumu anlatmak için en güzel tabir gerçekten. Şu anda Uluslararası Adalet Divanı'nın Gazze’de devam etmekte olan savaşla ilgili olarak üç adet kararı var ve İsrail devleti bunlardan hiçbirine uymadı. ABD bu üç kararın uygulanması için hiçbir baskı uygulamadığı gibi Filistin’deki soykırımın durmasını sağlayacak kararlarda veto hakkını kullanmaktan da çekinmedi. Gazze’de ateşkesin sağlanmasıyla ilgili bütün girişimlerin karşısında ABD vardı. ABD başka birtakım vakalarda savaşın ve katliamın durdurulması için çabasını esirgemez iken Filistin meselesinde böyle bir tutum takınmadı. Dolayısıyla bu söz konusu olana açık bir çifte standart demek mümkün.
Bu manada II. Dünya Savaşı'ndan sonra oluşturulmuş uluslararası sistemin bugünkü hali de ortaya konulmuş oluyor. Gazze'de işlenen cinayetler herkesin gözü önünde gerçekleşiyor. Şunu hepimiz biliyoruz ki saldırılarında esas amacı Filistin halkının kendi ülkelerinin dışına çıkartılmasıdır. Filistinlilerin artık üstünde yaşamadığı bir Filistin toprağı istiyorlar. İnsansızlaştırılmış bir ülke istiyorlar. Yerleşimcilerin kolaylıklar gasp edeceği, İsrail devletinin itirazsız bir şekilde işgal edeceği bir Filistin yaratmak istiyorlar. Ama unuttukları şu ki hakkımız seksen yıla yaklaşan ve nesilleri kapsayan bir mücadeleyi sürdürüyor. Batılı güçler ve ABD bu savaş suçlarını istediği kadar görmezden gelsin, istediği kadar vetolarla, çifte standartla bizlere karşı devam eden katliama destek versin, biz Filistinliler olarak haklı mücadelemizi sürdürmeye devam ediyoruz.
‘İNSAN HAKLARINI KORUMAK DÜNYADAKİ TÜM HUKUKÇULARIN GÖREVİ’
İsrail-Filistin çatışmasında Filistinlilerin hukuki haklarını savunmak adına hangi yolları kullanıyorsunuz? Filistinli avukatlar ve hukukçular olarak uluslararası arenada sesinizi duyurmak için ne tür girişimlerde bulunuyorsunuz?
Bölgede ve dünyada pek çok baroyla iyi ilişkilerimiz var. Barolar dışında kalan diğer hukuk ve sivil toplum örgütleriyle de karşılıklı ilişkilerimiz devam ediyor. Biz bu iletişimi sürdürmek istiyoruz ki bu sayede Filistinlilerin hakları için devam eden dayanışmamız da büyüsün. Söz konusu ilişkilerimiz sayesinde uluslararası toplumun cesaretlendirilmesi ve uluslararası kurumlara insan haklarını uygulamak için baskı yapılmasını teşvik etmek istiyoruz. İnanıyoruz ki insan haklarını korumak dünyanın her yerindeki hukukçular için bir görevdir ve biz insan haklarının gerçekleşmesi için çabalamaya devam edeceğiz.
Ne var ki bizim hukukçular olarak bugünkü hissiyatımız uluslararası hukukun kurduğun sistemin ve onun yargı organlarının artık işlemediği yönündedir. Geçtiğimiz günlerde İzmir'de katıldığım panelde Türkiyeli meslektaşlarım ve akademisyenlerle ortaklaştığımız bir noktaydı bu. II. Dünya Savaşı sonrası büyük umutlarla kurulan Evrensel insan hakları sistemine ve bağlayıcılığı olan uluslararası sözleşmelere bugün uyulmuyor. Ancak bizler bu sistemin insanlığın bir kazanımı olduğunu biliyoruz. Bu uluslararası sözleşmelerin uygulanması için tüm gücümüzle çabalamaya, dünyadaki baroları ve hukuk örgütlerini bu mücadeleye dahil etmek için çalışmaya tüm gücümüzle devam edeceğiz. Adalet İçin Hukukçular’ın çağrısıyla geldiğimiz İzmir'de de bu yönde çalışmalar gerçekleştirdik. İzmir Barosu ile bir işbirliği protokolü imzaladık. Gerçekleştirdiğimiz panelde Filistin halkının hak mücadelesini dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık. Filistin halkının temsilcileri olarak haklı mücadelemizi tüm dünyaya haykırmayı, dayanışma büyütmek için çalışmayı bir görev kabul ediyoruz.
‘FİLİSTİN HALKININ KENDİ KADERİNİ TAYİN HAKKI TEMEL BİR HAKTIR’
Filistin halkı için 'adalet' kavramı ne ifade ediyor? Bu adaleti sağlamada avukatların ve yargının rolü nedir?
Filistinliler için adalet onurlu bir yaşam demektir. Filistinliler için adalet kendi kaderini tayin hakkı demektir. Filistinliler için adalet bağımsız bir Filistin devleti demektir. Ve bugün Filistin halkı son seksen yıldır yaptığı gibi, bütün halklar için geçerli olan en temel hakkını yani kendi kaderini tayin hakkını aramaya devam etmektedir. Bu sebeple biz avukatlar başta olmak üzere hukuk dünyasının herhangi bir yerinde görev yapmakta olan tüm profesyoneller için uluslararası hukuku uygulamak, uluslararası mekanizmalara başvuru yapmak bir görevdir. Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkı uluslararası toplum tarafından kabul edilmiş temel bir haktır. Ben Filistin Barosu başkanı olarak söz konusu mücadelenin sadece Filistinli avukatlar için değil, dünyadaki bütün hukukçuların, bütün avukatların ve bütün insan hakları savunucularının görevi olduğuna inanıyorum. Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkını korumak esasen genel manada insan haklarının korunmasıdır diye düşünüyorum.
‘FİLİSTİN’DE BİR KOLONİ SİYASETİ UYGULANDI’
Dünyada büyük küresel kapitalist güçlerin dışında giderek yaygınlaşan devletsizlestirme, kurumsuzlaştırma ve en önemlisi yurtsuzlaştırmaya varan korkunç bir gidişat söz konusu. Siz de bu küresel politikanın ilk ve en uzun erimli mağdurlarındansınız. Neredeyse sizin topraklarınızda başlayan ve giderek yaygınlaşan bu anlayış dünyamızı nereye sürüklüyor?
Evet, şu kesindir ki biz Filistinliler Balfour Deklarasyonu'nun mağdurlarıyız. 1917 tarihli bu deklarasyon Filistinlilerin kendi devletine sahip olması ilkesinin ve kendi kaderini tayin hakkının ilk ve temel ihlaliydi. Söz konusu girişim II. Dünya Savaşı'ndan sonra uluslararası güçlerin bölgeyi dizayn etmesi için bahane oldu. Kurulan bu yeni düzen özellikle dünyadaki belli güçlerin lehine kullanıldı. İsrail, dünyayı yöneten güçlü devletlerin yanında yer aldı ve onların desteğini kazandı. İsrail’in bugün de dünyadaki güçlü devletlerin büyük bir çoğunluğunun desteğini almaya devam ettiğini söyleyebiliriz. Bir noktadan sonra bu devletler Filistin’de bir koloni siyaseti uyguladılar. Bu nedenle Gazze’de devam eden katliamda ABD'nin İsrail'e gerek finansal olarak gerekse silah temini anlamında verdiği desteğin sebeplerini bu kolonyal siyasette bulabiliriz. Koloni siyasetinin bağımsız bir Filistin devletine, kendi kaderini tayin hakkına aykırı bir tutum olduğunu açıkça söylemek gerekir. 21’inci yüzyılda devam eden kolonyal akıl bize gösteriyor ki söz konusu süper güçler bugün sadece kendi çıkarlarının peşinden koşmaktadır. İşte bu ilkesiz çıkar siyaseti uluslararası ilişkilerde gördüğümüz ve özellikle Filistin mücadelesinde berraklaşan çifte standardın esas sebebini de bize gösteriyor.
‘SAVCININ TUTUKLAMA İSTEMEKTEN BAŞKA SEÇENEĞİ KALMADI’
Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant’la ilgili tutuklama kararına giden süreç hakkında bildikleriniz neler? Sizce bu karar ne kadar önemli?
Bu kararlar uzun süreli çabalar sonucunda çeşitli hukuk örgütleri ve kurumlarının uluslararası mahkemelere başvurusu sonucu elde edilmiş kararlardır. Uluslararası Ceza Mahkemesini kuran Roma Statüsüne göre Filistin halkına karşı işlenen suçların çok büyük bir kısmı savaş suçu niteliğinde. İsrail'in Filistin halkına yönelttiği şiddet açık şekilde Roma statüsünün 6,7 ve 8’inci maddesine aykırı. Bu maddeler savaş suçlarını, soykırımı ve insanlığa karşı işlenen suçları kapsıyor. İsrail'in bölgede işlediği suçlar o kadar büyük ve eldeki kanıtlar o kadar kesindi ki UCM savcısı olan Karim Khan'ın bu kanıtlar karşısında tutuklama istemekten başka bir seçeneği kalmadı. Savcı, Netanyahu ve Gallant hakkında yakalama kararı alınmasını mahkemeden talep etti ve bu talebi kabul gördü. İsrail son olarak bu ilk alınan yakalama kararları aleyhinde başvuruda bulundu. Hiç kimse bunun sonucunun ne olacağını şu an tahmin edemiyor. Bu konuda değişik görüşler var. Bunlardan biri yakalama kararı aleyhinde başvuru yapılamayacağı yönünde. Bir diğeriyse bu tür vakalarda özellikle siyasetçilerin belli bir dokunulmazlık hakkı olduğunu ileri sürüyor. Gelecek bize uluslararası hukukun, uluslararası siyasetin nasıl şekillendiğini gösterecek. Bekleyeceğiz ve göreceğiz.
‘KAOS BİR GÜN HEPİNİZİN EVİNE SIÇRAYABİLİR’
Tüm bu yaşanan hak ihlallerine rağmen, Filistin'de adalet ve insan hakları adına bir umudunuz var mı? Uluslararası topluma nasıl bir mesaj vermek istersiniz?
Dünyadaki tüm insanlar umutla yaşar. Biz de Filistinliler olarak hiçbir zaman umudumuzu kaybetmedik, kaybetmeyeceğiz. Umut olmadan yaşayamazsınız. Biliyoruz ve inanıyoruz ki adalet bir gün tecelli edecek. Tarih şunu göstermiştir ki uzun zaman boyunca baskı ve zulüm altında yaşayan tüm halklar günü geldiğinde özgürlüklerini kazanır ve galip gelen taraf olurlar. Bu tarihsel olguyu, bu tarihsel gerçeği kimse engelleyemez.
Bugün uluslararası toplum şu ikisi arasında tercihini yapmak zorundadır: Uluslararası hukuk mu, orman kanunları mı? Dünya şunu bilmelidir ki uluslararası toplum uluslararası hukukun uygulanmasını seçmezse oluşacak kaos bir gün hepinizin evine sıçrayacaktır. II. Dünya Savaşı öncesi Milletler Cemiyeti dönemi bize bunu en acı şekilde göstermiştir. Temel insani değerleri korumak, insanlığın ortak mirası olan hak ve özgürlükler sistemine uymak, evrensel hukuka riayet etmek tüm uluslararası toplumun ortak faydasına olur diye düşünüyorum. İnsan haklarına, özgürlüklere ve onurlu bir yaşama kararlılıkla sahip çıkmaktan başka bir yol yok.