Filistin’in Kudüs'ü Trump’ın kararıyla İsrail’in başkenti olur mu?
Filistin direniş hareketi, cezai müeyyidelerle ve siyasi kararlarla terbiye edilmeye, yenilgiye uğratılmaya çalışılmaktadır. Üç inancın kutsal merkezi ve tüm Filistin’in tarihsel başkenti olan Kudüs’ü, ABD'nin İsrail’in başkenti ilan etmesi gibi çabalar nafiledir.
Bereket Kar
‘’Nakba’’adıyla tarihe geçen, İsrail’in, Filistin’i işgal ederek devlet olarak tanınmasının 70'inci yılında Filistin halkı, büyük geri dönüş yürüyüşüyle İsrail’in devam eden işgal politikasını lanetlemek için silahsız, barışçıl, itaatsizlik direniş ruhuyla, dikenli, elektrikli ve kameralı tel örgülerle kurulan sınırları yıkarak, işgal altındaki toprakları ve Filistinlileri buluşturmaya hazırlanıyor. 30 Mart Toprak Günü'nde başlatılıp büyütülen geri dönüş yürüyüşüne katılan on binlerin içinden, 40’ın üzerinde Filistinli, İsrail askerlerince, dünya kamuoyu önünde vurularak öldürülmüştür.
Trump yönetimindeki ABD, Filistin-İsrail çatışmalarını asrın antlaşmasıyla çözmeye hazırlandığı propagandasıyla dünya kamuoyunu yanıltırken, Filistin halkı ve direniş güçlerini yanıltamadığını kısa süre içinde görmüştür. Zira, Trump için "asrın barışı’’nda hedeflenen, ön koşulsuz şekilde Filistin yönetiminin 70 yıldır süren İsrail işgalini bir tarafa bırakarak "barış"’ masasına oturup BM’nin geri dönüş, iki devletli çözüm, Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olarak kabulü ve 67 sonrası işgal edilmiş topraklardan geri çekilme gibi kararlardan vazgeçmesi şeklindedir. Filistinli tüm güçler, Trump’ın yalnızca İsrail çıkarlarına hizmet eden bu projesini büyük bir öfkeyle reddedince, İsrail’i koruyup kollayan süreç açıkça işletilmeye başlanmıştır.
Bu noktada birinci olarak ABD'nin Filistin yönetimine verdiği yıllık ödenek durdurulmuştur. İkinci olarak, yardım, destek ve dış ticaretten İsrail bankalarında biriken ödenekler dondurulmuştur. Üçüncüsü yeni yerleşim birimleri inşa edilmeye devam etmektedir. Dördüncü olarak da Trump’ın önceden kararını aldığı ABD Büyük Elçiliği'ni, Tel Aviv'den Kudüs’e taşıyarak Kudüs’ü, İsrail’in başkenti olarak tanıma kararını yürürlüğe koymasıdır. Bu kararlarla, ABD tek yanlı olarak İsrail’i desteklerken, Abbas yönetimi yerine alternatif arayışına girmiştir. O da yetmeyince "Camb Davit"i açıkça tanıyan Mısır ve Ürdün'ün yanı sıra Körfez ülkelerinden, Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin de İsrail’le gizli İlişki sürdürmek yerine, Filistinliler kadar Yahudilerin kendi devletlerinde yaşama haklarının olduğunu, bundan hareketle, resmi ilişki kurmalarının çıkarları açısından önemli ve zaruri olduğunu ilan etmeleri için her türlü güvenceyi vererek ikna yoluna gitmiştir. Kısacası Filistin direniş hareketi, cezai müeyyidelerle ve siyasi kararlarla terbiye edilmeye, yenilgiye uğratılmaya çalışılmaktadır. Üç inancın kutsal merkezi ve tüm Filistin’in tarihsel başkenti olan Kudüs’ü, ABD'nin İsrail’in başkenti ilan etmesi gibi çabalar nafiledir.
ABD'nin İsrail’in Filistin’i işgalinin 70'inci yılı münasebetiyle Filistinlilere, İslam ülkelerine ve Arap halklarına bu denli düşman ve İsrail yanlısı politikalarla yetinmediğini, Afganistan, Irak, Libya’yla başlatıp Suriye, Yemen, Lübnan ve İran’la tamamlamak istediği Ortadoğu’nun yeniden dizaynı projesinde ısrarlı olduğunu, gerek Suriye’nin kuzey ve güneyindeki işgalci konumu, gerekse İran’la yaptığı ve beş büyük ülkenin taraf ve garantör olduğu nükleer anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmesini örnek göstermek mümkündür. Anlaşmaya taraf olan Fransa, Britanya, Almanya ve Rusya’nın Trump’ın bu kararına karşı çıkışlarının, esas olarak bölgedeki istikrarsızlığı, ABD ve İsrail yönetimlerine yıkma anlamına gelmediği biliniyor. Zira, kimyasal silah kullandı gerekçesiyle, Fransa ve Britanya Suriye’ye saldırıya katılırken İsrail’in devam eden saldırılarına ya sessiz kalmış ya da alkışlamışlardır. Diğer yandan, Fransa’nın Suriye işgaline katılması S. Arabistan’ın, Yemen katliamlarına ABD’nin ortak olmasına ses yükseltmemeleri ikiyüzlü ve ilkesiz oluşlarının en açık kanıtıdır. O halde nükleer anlaşmada İran’ın yanında durarak anlaşmanın devamından yana olmaları, tamamıyla kendilerine dokunabilecek ekonomik, ticari ve askeri kaygılardan ibarettir. ABD ve İsrail’in İran’la çelişki ve çatışmalarını ileri bir etaba taşımaları durumunda, Batılı troyka, safını tereddüt etmeden İran’a karşı belirleyecektir. Nükleer anlaşma dışında zaten İran’la ortak bir ittifakları bulunmamaktadır. Bu arda Putin’in Batılı üçlüyle yakaladığı ortaklığı, Rusya’yı tecritten kurtarıp kurtarmayacağı merak ve tartışma konusu olmuştur. Putin bir taraftan nükleer anlaşmanın devamında, Troyka ile ortaklaşırken, diğer taraftan, Suriye’nin parçalanması, Esat’ın yıkılması gibi konularda, Astana, Soçi ve Cenevre görüşmelerinde troykadan ayrılmaktadır. Putin'i zorlayan bir başka durum, iyi dost olduğu Netanyahu’dır. İsrail’in Suriye ve İran’a karşı saldırıları karşısındaki suskunluğu, bölge halklarında ciddi tedirginliğe ve eleştirilere neden olmaya başlamıştır. Türkiye’nin, Suriye'de, Cearablus, Bab ve en son Afrin'e yönelik operasyonlarında, Rusya’nın Türkiye lehine oynadığı rolü, şimdi de İsrail lehine oynadığı tartışmaları giderek yaygınlaşıyor. Zira Suriye’ye vaat ettiği S-300’leri hâlâ vermemiştir. Oysa Putin'in IŞİD, Nusra ve diğer güçlere karşı, Suriye güçleri yanında savaşan yurtsever güçleri, Hizbullah, İran ve Filistinli güçleri (Direniş Ekseni tabir edilen) destekleyerek Suriye’de siyasal demokratik bir çözümü, Kürtleri de dahil ederek savunmasının, bölge halkları ve demokratik güçler nezdinde itibar kazanmasına yol açtığı biliniyor.
Rusya’nın bu durumundan rahatsız olan Trump, Suriye'de ve bölge genelinde Rusya karşısında irtifa kaybını önlemenin yeni stratejisini hayata geçirirken ABD'nin İran’ı hedef seçmesi ve nükleer antlaşmadan çekilmesi, kısa vadede her ne kadar İsrail ve S. Arabistan onayıyla yalnız kalmış görünse de uzun erimde, bölgenin temel sorunları olan Filistin sorunu, Kürt sorunu, Şii ve Suni kamplaşmasında (İran-Suudi Arabistan) daha farklı bir ittifak ve dizilişin ortaya çıkması kaçınılmaz görülmektedir. Bunun somut örnekleri dün Oslo anlaşmasında olduğu gibi, Güney Kürdistan referandumunda, Afrin'de görülürken yarın Lübnan ve Rojava'da görülecektir. Dolayısıyla başta Filistinli güçler olmak üzere Kürt ve diğer ulus, azınlık ve inançların denge politikalarıyla yetinmeksizin, uluslararası ve bölgesel güçlerin, geçici çıkar politikaları gereği alacakları tutum ve davranışların sağlıklı muhasebesi yapılmaksızın, onlara yaslanmak halklarımızda yeniden hayal kırıklıkları yaratacaktır.
Bölge halkları ve ulusal demokratik kimlik ve inanç güçlerinin birlikte, barış içinde yaşamayı başa alarak siyasal ittifaklarını geliştirmelerinin bölgede süren savaşlar gereği daha da ivedi bir hal aldığı ortadadır. Filistin'in işgali (Nakba) üzerinden 70 yıl, Kürdistan’ın parçalanması üzerinden 100 yıl geçmişken, bu süre bölge halkları ve devrimci güçleri için gerekli deneyim ve sonuçlar çıkartmak için de yeterli bir zamandır.
Kudüs İsrail’in değil tüm Filistin’in başkenti kalmaya devam edecektir.