Bir halk ölüyor.
Öldürülüyor, yok ediliyor bir halk.
Tarihin en uzun, en vahşi askeri işgali toplu katliama, soykırıma dönüşüyor.
Filistin halkı dünyanın en büyük cezaevine kapatılmış durumda on yıllardır. Sadece ve sadece orada doğduğu, orada olduğu için esir alınan halk, ölüme mahkûm. Hüküm peyderpey infaz ediliyor. Hiç ara verilmeksizin öldürülüyorlar günbegün Filistinliler. Fasılasız.
Önce mıntıka temizliği yapıldı.
Önce kafası koparıldı Filistin’in. Kitlesel infaz ve ölümün 1967’deki büyük işgalden çok önce başladığını fark eden, buna karşı harekete geçen, düşünen, yazan, çizen, örgütlenen insanlar imha edildi önce. Öyle ya da böyle yok edildiler. Önce aklı alındı Filistin’in, yok edildi.
Kafası koparılırken yüreği de ciğeri de söküldü. Yazarları, şairleri saha dışına itildi mesela. Filistin halkından önce Filistin’i düşünenler, yazanlar imha edildi. Kendileri ve yapıtları görünmezliğe, bilinmezliğe mahkûm edildi, hapsedildi.
O operasyonun ilk hedeflerinden biri İsrail gizli servisinin gururla üstlendiği suikastla; 1972’de arabasına bomba konarak evinin önünde öldürülen Gassan Kanafani’dir.
Suçu çok büyüktü: Daha 25 yaşındayken, 1962’de kaleme aldığı romanı Güneşteki Adamlar’da yurdunu terk edenin öyle ya da böyle ölüme yazgılı olduğunu anlatmıştı. Dün olanları ve bugün olacakları haber veriyordu Güneşteki Adamlar tam 60 yıl önce.
21.yüzyıl utanç duvarı Gazze Şeridi’nin doğu yakasında elektrik, su, yakıt ve gıda girişi kesilerek bir milyon insan ölüme mahkûm ediliyor bugün. İşgalciler şehirde yaşayanlara ültimatom veriyor: “24 saat içerisinde terk edin şehri!”
Terk edin yoksa öldürürüz.
Mecazen değil, alenen böyle diyorlar. Ve yapıyorlar. Hastanenin boşaltılması için tanınan süre ise sadece iki saat. Aksi halde orası da vurulacak. Aleni ve toplu infaz.
UTANÇ VE ÖLÜM
Kanafani bugünü 60 yıl önce haber vermişti.
Kitabın yayınlandığı 1963’de henüz internet yoktu. Evet ama Kanafani, bugün interneti kesilerek dünyayla irtibatı da kesilen kenti, kentteki bir milyon Filistinliyi bekleyen akıbeti anlatmıştı Güneşteki Adamlar’da.
Bir su tankeri içinde özgürlüğe kaçtıklarını sanan Filistinli üç arkadaş havasız, susuz, güneş altında kavrulur, boğulur ölür andığımız romanda. Onları kaçırmayı göze alan göçmen kaçakçısı şoförün öfkeyle, çaresizlikle, suçlulukla tankı yumruklayıp haykırması boşuna değildir:
Neden tankın duvarlarına vurmadınız? Neden bir ses çıkarmadınız? Neden? Neden? Neden?
***
Henüz 25 yaşındayken Filistin’in, kuşatma ve işgal hattının, dünyanın duvarlarını dövenlerden Gassan Kanafani halkını ve yurdunu bekleyen akıbeti; ölümü görmüş, haber vermişti. Öldürüldü.
Türkçeye çevrilen diğer kitabı Filistin’in Çocukları Hayfa’ya Dönüş ve Diğer Hikayeler’de gerçekliği olanca çıplaklığıyla koyar ortaya:
Bildiğimiz tek şey, yarının bugünden daha iyi olmayacağı ve nehir kıyısında, asla gelmeyecek bir gemiyi özlemle beklediğimiz. Her şeyden koparılma hükmünü giydik; kendi yok oluşumuz dışında her şeyden.
Filistin ve Filistinliler, her şeyden koparılmaya mahkûm edilmiş ve koparılmıştır. Kendi yok oluşu dışında her şeyden.
FİLİSTİN’İN SORUNU: HALK KURTULUŞ CEPHESİ’NDEN HAMAS’A
Filistin ve Filistinliler’in Kanafani’den, yol arkadaşı Corc Habaş’tan, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nden koparılıp Hamas’a, Hizbullah’a ve türevlerine terk edilmesidir Filistin’in sorunu.
1977’den 1991’e dek 14 yıl boyunca Filistin Ulusal Konseyi’nde görev alan Edward Said’in neredeyse Konsey’den istifaya zorlanması, Hamas’ın kollarına teslim edilmesidir Filistin’in sorunu.
Said, Konsey’e girer girmez kolları sıvayıp 1977 – 1978 arasında bir yıl içinde Filistin’in Sorunu’nu kaleme almıştı. Taşları yerinden oynatan başyapıtı Ortyantalizm’in hemen ardından yazmıştı Filistin’in Sorunu’nu. Sorunun bir yüzü de oryantalizm değil mi zaten? Ve tabii sorunun bir diğer yüzünü, “rıza imalatı”nı sağlayan yalan makinelerini de teşhir edecekti Haberlerin Ağında İslam çalışmasıyla.
Kendisini ve halkını; Filistinlileri, yine kendi deyişiyle müebbet Kış Ruhu’na mahkûm eden sürgünlüğü anlatmak, teşhir etmekti bütün çabası. Yurdundan, köklerinden koparılmışlığı dünyaya ilan etmeye, gösterebilmeye çabalıyordu Said. Müebbet mahkûmiyet zincirini kırmaya, özgürlük hareketine katkıda bulunmaya çalışıyordu.
İşgalin ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin kuruluşuyla işgale karşı direnişin dünya tarafından nasıl görüldüğünü alenen göstermişti 25 yıl önce:
"İsrail’in Batı yakası ve Gazze’yi işgal ettiği 1967 yılından bu yana işgalin zulmü günbegün ve hiç nefes aldırmaksızın sürdüğü halde, Batı basınını ayaklandıracak tek şey Kudüs Çarşısı’nda patlayan bir bombadır."
Yaşananları, bugün yaşanacakları görmüş ve göstermişti Said. Ulusal Konsey’den adeta zorla koparılsa da ömrünün sonuna dek Filistin davası için, barış hareketi için çalışacaktı. Örneğin yakın dostu Yahudi müzisyen Daniel Barenboim’le Doğu-Batı Divânı Orkestrası’nı kurdu 1999’da. Kanserle boğuşurken din, milliyet ayrımına karşı Ortadoğulu gençleri bir araya getirmek için çabaladı.
Edward Said ve onun gibiler bertaraf edildi. Kökten dincilerin karşılıklı ölüm skorlarına teslim edildi İsrailliler ve Filistinliler.
Filistin denilen otelin
Ne tavanı var, ne sütunu
Bir sardalye kutusu bıraktılar
Bize “Gazze” denilen
Eriha adında bir kuru kemik
Filistin denilen otelin
Ne tavanı var, ne sütunu
Bize bıraktıkları, kemiksiz beden
Parmaksız el.
…
Elli yıl sonra
Harap bir toprakta oturuyoruz şimdi
Sığınaksız… Binlerce köpeğiz sanki!
Hal ve durumu böyle resmetmişti Nizar Kabbani Gazaba Uğrayan Şiirler’de.*
O sardalye kutusu, o kuru kemik, ne çatısı ne duvarı olmayan Filistin denilen o otel, o harap toprak, dünyanın en büyük hapishanesi imha ediliyor şimdi. İçindekilerle birlikte.
“Meşru” katliamı seyrediyor dünya!
*Seğirtenler (Çeviri: İbrahim Demirci-Turan Koç)