Filistinlilere yardım etmek için Ankara sokaklarını arşınlayan bir kadın
Ola, bir dayanıklılık pratiği olarak en azından bir şey yaparak yararlı hissetmek adına kendisini bu insanlara yardım etmeye adamış durumda.
Ola'nın kim olduğunu sorduğumda kendini şöyle tanımlıyor: “Çok basit ama tutku dolu bir insan olduğuma inanıyorum. Hiçbir zaman en iyiyi aramıyorum ama özel ve farklı olmanın peşindeyim. Çok inatçıyım. Fazlaca risk almayı gerçekten seviyorum. Her zaman bir maceraya ya da yeni deneyimlere hazırım.”
Bu nedenle lisans ve yüksek lisans eğitimini Filistin'de yapmış olmasına rağmen eğitimine devam etmek için Türkiye'ye gelmek istemiş: “YTB (Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı) bursunu almak benim için zor olmadı çünkü akademik olarak çok başarılıydım. Hayatımda yeni bir şey istedim. Buradaki kültürel çeşitlilik bana cazip geliyordu, o zamanlar hayat pahalı değildi, coğrafi olarak güzel bir ülkeydi. Ayrıca Filistin'deki üniversiteler çok pahalıyken bursum sayesinde burada para ödemek zorunda kalmadım. Böylelikle 2015’te buraya geldim.”
Türkiye, aksi tüm çabalara rağmen coğrafi olarak hala çok güzel ama genel olarak kültürel çeşitliliğe saygının olduğunu söylemek zor (6-7 Eylül Pogromu, Madımak vb. hatırlayın). Özellikle pandemiden sonra hayat çok pahalı hale geldi ve yerinden edilmiş insanlar da dahil olmak üzere en savunmasız gruplar bundan çok çekiyorlar. Ayrımcılığın artması ekonomik krizin sonuçlarından biri olarak değerlendirilebilir ancak Türkiye’de ayrımcılığın tarihinin çok eskilere dayandığını biliyoruz. Ola'nın öyküsü bu konuda pek çok ipucu veriyor.
YABANCI DÜŞMANLIĞI VE AYRIMCILIK
Ola, Türkiye’ye gelir gelmez YTB bursiyeri olarak Hacettepe Üniversitesi'nde doktora eğitimine başlıyor. Kişisel bilgilerinin gizliliği açısından üniversitenin adını anmamayı tercih ediyordum ancak kendisi deneyiminin duyulmasını istedi. Oradan ayrıldığı güne kadar çok ciddi ayrımcı davranışlara maruz kaldığını ifade ediyor: “YTB bursiyeri ve başörtülü bir kadın olduğumdan dolayı Türk hükümetiyle siyasi ilişkilerim sebebiyle orada olduğumu sanıyorlardı. Bu bursa her yabancı başvurabilir ve akademik başarı, yaş sınırı gibi kriterleri karşılamaları halinde burs alabilirler. Bölümün en yüksek akademik performansına sahip olmama rağmen bunu göz ardı ettiler. Bir defasında alkol almaya zorlandım ve 'Arabistan'a gidin, burada yabancı istemiyoruz' gibi şeyler söylediler bana. Bu olayların (YTB bursiyeri ve başörtülü olmanın) beni bu kadar etkileyeceğini hiç düşünmezdim.”
Bu durumu Hacettepe Üniversitesi’nin genel bir yaklaşımı olarak değil, çoğunlukla kendi bölümüyle ilişkilendiriyor. Bilgisayar mühendisliği gibi başka bölümlerde çok sayıda yabancı öğrenci olmasına rağmen kendi bölümünde yabancı öğrenci sayısı çok sınırlı olduğundan hocaların yabancı öğrencilere fazla etkileşimi yok. Danışmanı bu durumu tersine çevirmek için elinden geleni yapmışsa da başarılı olamamış ne yazık ki.
Sınıf arkadaşları dahil kimsenin kendisini tanımak için onunla konuşmaya çalışmadığını, sadece korkunç bir önyargıyla davrandıklarını, bu yüzden bunun kendisine özel bir şey olmadığını düşündüğünü ifade ediyor. Bu durumu ifade eden bir tabir olduğu için bunu Türkiye'de yıllardır, belki de başından beri tecrübe ettiğimiz ve yabancılar açısından çok ciddi sorunlara yol açan yabancı düşmanlığı olarak ele almayı tercih ediyorum. Sadece aşırı sağ politikacılar değil, sosyal demokratlar da yabancı düşmanlığını her gün teşvik ediyorlar ve çeşitli nedenlerle burada yaşayan çok sayıda göçmen ve mülteci göz önüne alındığında, bu durum oldukça korkutucu.
Ola'nın Hacettepe Üniversitesi'nde yaşadıklarını kanıtlaması 2 yıl sürmüş. Daha sonra başka bir üniversitede doktorasına devam ediyor ve İsrail’in Filistin’i işgalinin hemen ardından diplomasını alıyor. Yaşadıklarını ailesine hiç anlatmıyor çünkü onların derhal doktorayı bırakıp Filistin'e geri dönmesini isteyeceklerini düşünüyor: “Türkiye'de doktora derecemi almak için devletteki çok iyi işimi bıraktım ve bir daha arkama bakmadım. Ben bir Filistinliyim, biliyorsun ki hiçbir şeyden vazgeçemem. Ben bir savaşçıyım. Bu yüzden savaştım çünkü kendimle gurur duymak istedim.”
'ONLARA ÇOCUK OLMAYI ÖĞRETMELİYİZ'
Şu an ne yaptığına geçmeden önce ona çocukluğunun nasıl geçtiğini soruyorum. “14 yaşıma kadar babamın işi nedeniyle başka ülkelerde yaşamama rağmen yüzde 100 Filistinli olarak yetiştirildim. Ailemin bana anlattığı hikayeler ve şarkılar aracılığıyla öğrendiğim ilk şey belki de Kudüs'ün önemiydi. Vatanımızdaki haklarımızı, İsrail'i, bunların hepsini öğrendim. Elbette hikayelerin hepsi ülkeyi savunurken öldürülen Filistinli kahramanlarla ilgili değildi. ‘Kırmızı Başlıklı Kız’ gibi dünya çapındaki hikayeleri de hatırlıyorum.”
Filistin'deyken, İkinci İntifada sırasında İsrail askerleri tarafından gözleri önünde öldürülen birini anımsıyor: “Sınırları kapatmış, şehirler ve köyler arasında kontrol noktaları yapmışlardı. Yani evimden o bölge, okulum 20 dakika uzaklıkta olmasına rağmen, onlar bizi vurmaya çalışırken 2-3 saat boyunca dağların arasında yürüyordum.”
Ardından Filistin'de siyaset vs. ile mesafe koyarak normal bir çocuk olmanın mümkün olup olmadığını soruyorum. “Hayır,” diyor çünkü direniş onlar için işgal altındaki yaşamın ta kendisi: “Hepsi bununla büyüyor. Birkaç gün önce Batı Şeria'daki arkadaşımla konuşuyordum ve onun 6 yaşındaki oğlu bana 'Gazze'den bazı insanların Türkiye'ye geldiğini duydum. Onlara yardım ediyor musun? Yardıma ihtiyacın var mı? Hadi bir plan yapalım, ben ve sen. Onlardan daha güçlü olabiliriz. O halde bunun için bir plan yapalım.' Hayal edebiliyor musun? 6 yaşındaki bir çocuk bana kendisi için oyuncak alıp alamayacağımı sormadı. Hayır! Bana Filistinlilerin diğerlerinden daha iyi olmalarına yardımcı olacak bir planın nasıl yapılacağını sordu. Filistin'deki, özellikle Gazze'deki çocuklar artık nasıl çocuk olunacağını bilmiyorlar. Her şey düzeldikten sonra onlara çocuk olmayı öğretmeliyiz.”
GAZZELİLERİN ODAK KİŞİSİ OLMAK
Ola, öğrenimi sırasında ve doktora derecesini aldıktan sonra Türkiye'de birçok özel şirket ve STK'da çalışmış. Şu sıralar evden çalışıyor ve bu ona Ankara'da yerinden edilmiş Gazzelilere yardım etme fırsatı veriyor. Gazze’deki Türk hastanesinin İsrail tarafından bombalanmasının ardından, başta kanser hastaları ve yaralılar olmak üzere tüm hastalar Türkiye'ye taşınmış(1), Ola’nın söylediğine göre ilk grup 5 ay önce buraya gelmiş. Ayrıca Türk vatandaşlığına sahip bazı Filistinliler de Gazze'den çıkabilmişler ve onlar da buradalar. Gazzelilerin insani ikamet izni kapsamında 1 yıllık ikamet izinleri var (2) ancak işgalin devam etmesi durumunda bir yıl sonra ne olur bilemiyoruz. Tüm zamanını bu amaca adayarak hastanelerdeki yerinden edilmiş Gazzelilerin tek odak kişisinin kendisi olduğunu söylüyor:
“Vaktimin en az yüzde 90'ını Filistinliler alıyor, dolayısıyla gece 10'dan sonra çalışıyorum. Hastanede değilsem onların kaldığı otelde oluyorum, Ulus'ta kıyafet alıyorum ya da eczane veya medikalden onlara bir şeyler alıyorum. Ayrıca onlarla sürekli telefonda konuşuyorum. Travma yaşadıkları için onlara beni arayabileceklerini bildikleri bir alan sağladım.”
Onların yanında olmak, ne gerekiyorsa yapmak, hastanede tercümanlık yapmak dışında, hastanelerin hasta dolu olması ve bekleme listelerinin uzun olması nedeniyle göçmenlere hizmet veren STK'lardan biriyle temasa geçerek bazı kişilere fizik tedavi ayarlamış. Filistin lehçesinin farklı olması nedeniyle hastanelerde iyi tercümanlara ihtiyaç olduğunu ve diğer Arapça lehçelerinin hastaların ihtiyaçlarını tüm detaylarıyla açıklamakta yetersiz kalabileceğini vurguluyor.
Nasıl bu kadar insanın odak kişisi haline geldiğini sordum. Filistinlilere yönelik sosyal medya gruplarında yer aldığı için işgalin başlarında aileleriyle bağını kaybeden Gazzeli öğrencilere, arkadaşlarının ve tanıdıklarının verdiği paraları ulaştırarak maddi destek sağlamaya başlıyor. Bir gün bir yakını ona ulaşıp yardım istiyor ve hastanedeki gönüllü görevi böyle başlıyor: “Mossad her yerde olduğu için ailem tehlikede olduğumu biliyor ve buna karşı çıkıyorlar ama ben duramıyorum. En azından bir şeyler yapıyorum. En azından kendimi işe yaramaz hissetmiyorum. Filistin'e gitmeye kalkarsam beni alıp hapse atacaklarını biliyorum. Ayrıca ailem ve arkadaşlarım da tek yaptığımın başkalarına yardım etmek olduğu için onları unuttuğumu ya da artık umursamadığımı düşünüyor.”
Resmi olarak gönüllü olmak isteğiyle bu acil müdahalenin yürütücüsü olan AFAD'dan (Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı) yetkililerle gönüllü kartı almak için temasa geçmişse de başarılı olamamış.
FİLİSTİNLİ BİR KADIN OLARAK ZORLUKLAR
Türkiye'de Filistinli bir kadın olarak ne tür zorluklarla karşılaştığını sorduğumda hemen verdiği yanıt, “Birincisi, Filistinlilerin topraklarını satmadığına insanları ikna etmek” oluyor. Ona göre ikinci zorluk ise İsrail-Filistin meselesinin tüm dünyanın meselesi olduğunu insanların anlayamaması: “Kudüs sadece Filistinlilerin meselesi değil. Kudüs tüm insanların meselesidir. Hıristiyanlar için, Müslümanlar için, herkes için. Yani bu sadece bizim için geçerli değil.”
Daha önce de belirttiğim üzere, ayrımcılığın da kendisi için bir başka zorluk olduğunu ifade ederek şunları söylüyor: “Arapça konuşuyorum ve Arapça konuşanlar Türkiye'de hoş karşılanmıyorlar. Bizden nefret ettiklerini söylemeyeceğim ama sen de çok iyi biliyorsun ki, eğer sizin Arapça konuştuğunuzu biliyorlarsa, duyuyorlarsa bu size büyük bir çarpı koydukları anlamına gelir. Mesela Ulus'ta bir mağazada bir kadına rastladım, Filistinli olduğumu öğrenince 'Ülkemizi terk edin' diye bağırmaya başladı. ‘Neden geldin? Ülkenizde savaş var.’ Günlük hayatımda bu tür şeyler duyuyorum.”
Hastanede, kızını kaybeden bir Gazzeli ile morgdayken bir hastane çalışanı, Türkiye'ye ne zaman geldiğini, onun kim olduğunu, tercümanlık yapıp yapamayacağını vs. sormaya başlamış. Bazı durumlarda bir noktaya kadar birini tanımak için tüm bu sorular normal karşılanabilir ancak bu adam onunla birlikte olup olmayacağını sormuş: “Hayal edebiliyor musun? Arkadaşımla birlikteyim, arkadaşım kızı yüzünden ağlıyor, morgdayım, etrafımda bir sürü ölü var, o da bunu sordu! Ona ‘Bu konuyu konuşmak için burasının uygun bir yer olduğunu düşünüyor musun?’ dedim ve onu reddettiğimde ‘Benimle nasıl bu şekilde konuşabilirsin?’ dedi. Yani benim onun kalbinden geçene saygı duymam gerekiyor ama o benim kalbimden geçene saygı duymuyor ve kabul etmiyor.”
Türkiye'de bu davranışın normal olup olmadığını soruyor bana. “Elbette bu normal değil. Yaygın ama normal değil” dedim ve bunun kadınlara yönelik, erkeklerin sürekli zorlayarak sınırlara saygı göstermediği bir ayrımcılık türü olduğunu söyleyerek yabancı arkadaşlarımın ve tanıdıklarımın deneyimlerinden örnekler verdim. Erkeklerden gelen her türlü talebe karşı yabancı kadınlar “müsait” olarak kabul ediliyorlar. Ola, “Hayır” diyebildiği için mutlu ve Filistinli bir kadın olmaktan da gurur duyuyor: “Biz çok güçlüyüz. Savaşta kocamızı, babamızı, oğullarımızı kaybedebileceğimizi bildiğimiz için her şeyi kendi başımıza yapabiliriz. Bu yüzden bağımsızız.”
Ola'nın oturma izniyle ilgili de bazı sorunları var çünkü mezun olduktan sonra oturma iznini uzatsa da bu günlerde süresi dolmak üzere. Oturma iznini yenilemek için üniversitelerde doktora sonrası eğitim fırsatları ve araştırmacı/öğretim görevlisi iş fırsatları arıyor.
Son sözleri olarak, 24 saatliğine bile olsa büyükannesinin evine gitmek istediğini, böylece şarkılarını, özellikle de söyleyenin sadece kendisi olduğunu o şarkıyı dinleyebileceğini söylüyor: “Filistin’in dağlarında güzel ülkesi hakkında kalbinin en derininden şarkılar söyleyen yaşlı bir kadın hayal et. Eminim ağlarsın çünkü onu duyduğun anda anlatacak çok şeyi olduğunu anlarsın."
Sizi şu şarkılardan birini dinlemeye davet ediyorum:
1) https://www.saglik.gov.tr/TR-100862/gazzeli-27-hasta-ve-13-refakatci-turkiyeye-getirildi.html
2) https://goc.gov.tr/ikamet-izni-cesitleri