Filiz Kerestecioğlu: '115 hamile çocuk' skandalında çeteden daha vahim bir durum var
HDP Milletvekili Filiz Kerestecioğlu, '115 hamile çocuk' skandalıyla ilgili açıklamalarda bulundu. Kerestecioğlu, "Çocuk istismarının, çocuk gebeliklerinin ve çocuk yaşta 'evliliklerin' altında yatan tek neden olmasa da önemli nedenlerden biri yoksulluk. Önce bir suç şebekesinin varlığından endişe etsek de hastanedeki hekimlerle görüşmemiz neticesinde bu sayıların olağanlaştığını öğrendik" dedi.
Meltem Dağcı mltm__dgci@hotmail.com
DUVAR - İstanbul'un Küçükçekmece ilçesine bağlı Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesindeki '115 hamile çocuk' skandalı ortaya çıktı. HDP Grup Başkanvekili Filiz Kerestecioğlu ile '115 hamile çocuk' skandalı ve çocuk istismarlarıyla ilgili konuştuk. Kerestecioğlu, "Bir sorunu çözmek için niyet ve inanç gerekir. Biz bunu hükümette göremiyoruz. Kaç kere ifade ettik: Gelin çocuk hakları kurumlarına danışarak ve bizlerle, muhalefet partileriyle birlikte istismarı önlemek için seferber olun! Artık Diyanet gibi kurumların 18 yaş altı çocuklarla ilişkiyi meşrulaştıran beyanlarının da önüne geçin! Artık bir çocuğun dahi canını yakmayın, buna tahammülümüz yok" dedi.
115 çocuğun gebelik sebebiyle bir hastanede kayıt dışı bir şekilde muayene edildiğinin ortaya çıkmasını mecliste gündeme getirdiniz. Ne değişti peki sonrasında?
Yaşananları öğrendiğimizde Meclis Başkanından acilen ilgili Bakanları çağırmasını ve Bakanların konuyla ilgili bir açıklama yapmalarını istedik. Çocuk istismarıyla ilgili son dönemlerde ENSAR Vakfı’nda, Adıyaman’da bir İmam Hatip Lisesinde, Nizip Mülteci Kampında ve daha pek çok yerde çocukların kurumlarda çalışman kişilerin istismarına uğradığı ortaya çıktı, biliyorsunuz… Uzun süredir çocuk istismarına karşı bütünlüklü bir politikanın hayata geçirilmesi gerektiğini ifade etmemize rağmen hiçbir gelişmenin olmadığını zaten görüyorduk. Bir devlet hastanesinde istismar bulgusuna rağmen gerekli bildirimlerin yapılmadığını öğrenmemiz bardağı taşıran son damla oldu. Sağlık Bakanı Ahmet Demircan, Meclise gelerek konuyla ilgili müfettiş görevlendirdiklerini söyledi. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada da, Bakan Fatma Betül Sayan Kaya'nın talimatıyla, olayla ilgili inceleme başlatıldığı belirtildi.
Bir sorunu çözmek için niyet ve inanç gerekir. Biz bunu hükümette göremiyoruz. Kaç kere ifade ettik: Gelin çocuk hakları kurumlarına danışarak ve bizlerle, muhalefet partileriyle birlikte istismarı önlemek için seferber olun! Artık Diyanet gibi kurumların 18 yaş altı çocuklarla ilişkiyi meşrulaştıran beyanlarının da önüne geçin! Artık bir çocuğun dahi canını yakmayın, buna tahammülümüz yok! Fakat hükümetten güçlü bir tepki gelmedi. İstanbul Valisi çıkıp kendisini savundu.
Biliyorsunuz, Cumhuriyet Başsavcılığı, Baş Hekim Yardımcısı Akif Akça ve hastane personeli Nazlıcan Dilber'e ilişkin yürütülecek soruşturma için İstanbul Valiliği'ne başvurmuş; ancak Valilik, bu iki görevli hakkında soruşturma izni vermemişti. Bu karara Bölge İdare Mahkemesi'nde yapılan itiraz oy birliğiyle kabul edildi. Savcılık bu kararın ardından adı geçen iki görevlinin ifadesini alabilecek. Fakat Valiliğe bu durumu gizlemek için aldığı tutumla ilgili hiçbir yaptırım uygulamadı hükümet. Soruşturmayı izleyeceğiz bizler de. Takipçisi olacağız.
'SUÇ ŞEBEKESİNDEN DAHA ACI BİR GERÇEK: YOKSULLUK...'
Aynı hastaneye 500’ün üzerinde hamile çocukların getirilmesi hakkında ne söylemek istersiniz?
Bu olay üzerine hastanede görev yapan bazı hekimlerle görüştük. Kanuni Sultan Süleyman Hastanesi oldukça büyük bir hastane... Bünyesinde Aile Planlaması Polikliniği de bulunuyor. Ne yazık ki çocuk istismarının, çocuk gebeliklerinin ve çocuk yaşta “evliliklerin” altında yatan tek neden olmasa da nedenlerden biri yoksulluk. Önce bir suç şebekesinin varlığından endişe etsek de hastanedeki hekimlerle görüşmemiz neticesinde bu sayıların olağanlaştığını öğrendik. Yani o hastanede bir suç şebekesinin bulunmasından belki de daha acı bir gerçek ortaya çıkmış oldu. Çocuk yaşta gebeliklerin ve çocuk istismarının ve çocuk gebeliklerinin ne kadar yaygın olduğunu ve ne kadar olağanlaştığını öğrendik.
Bir de Diyanet Başkanlığı “Kız çocukları 9, erkek çocukları 12 yaşında evlenebilir” diye bir açıklamada bulundu. Din olgusu altında olay kapatılmaya mı çalışılıyor?
Türkiye’nin de imzacısı olduğu Çocukların Cinsel Suiistimal ve Cinsel İstismara karşı Korunmasına İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, çocuk istismarına karşı kamu kurum ve kuruluşları ile hükümetlerin çocuk istismarını önlemek için sorumlulukları olduğunu açıkça ifade eder. Diyanet gibi 5 milyara yakın bütçesi olan; Türkiye’de özellikle Sünni inanç taşıyan yurttaşların büyük bir kısmını etkileyen bir kurumun bu açıklaması çok ciddi bir tehlike yaratıyor. Çocuk istismarını önleme sorumluluğunu yerine getirmemekle eleştirdiğimiz hükümetin ve ona bağlı kurumların çocuk istismarını teşvik edecek ifadeler kullanması kabul edilemez.
Diyanet Başkanlığı internet sitesinde doğrudan “Kız çocukları 9, erkek çocukları 12 yaşında evlenebilir” gibi bir ifade kullanmıyor. Fakat ergenliğe giren bireylerin evlenebileceğini söyleyerek 9 ve 12 yaşı da ortalama ergenliğe giriş yaşı olarak tanımlıyor. Bu tedrisat, okullarda öğrencilere yıllardır Din Kültürü derslerinde zaten öğretiliyor. Oysa medeni hukukta evlenme yaş sınırı bildiğiniz gibi 18’dir. Laik bir devlette devlete bağlı hiçbir kurumda dini tedrisatın hukuk kurallarıyla çelişmemesi gerekir. Okullar da devlete bağlı bir kurum olan Diyanet de bu hukuk kurallarına bağlıdır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının, Sağlık Bakanlığının açıklama ve uygulamaları, müftülere nikâh yetkisi verilmesi gibi gelişmeler, Diyanet İşleri Başkanlığının açıklamaları çocuk istismarına karşı çabaları etkisizleştirmektedir.
'BİLDİRİM YÜKÜ KONUSUNDA BİLGİ SAHİBİ OLUNMALIDIR'
18 yaş altındaki bir çocuk gebe olarak başvurmuşsa gerekli mercilere bildirim yapılması mecburidir. Buna rağmen sessiz kalınması bilinçli bir uygulama / politika olduğunu mu gösteriyor bize?
Çocuk istismarına karşı bütünlüklü bir politika olmadığında sosyal hizmet uzmanından, hastane başhekimine, öğretmenlere, hakim ve savcılara, emniyet mensuplarına kadar çocuklarla temas halindeki kamu görevlileri yanlış tutumlar sergileyebilir. Çocuk istismarında “ikincil önleme” dediğimiz basamak, çocuk istismarı riskinin fark edilmesi ve fark edildiğinde müdahale edilmesidir. Çocukların birincil basamakta, yani eğitim aldıkları kurumlarda, tedavi gördükleri hastanelerde kamu görevlileri tarafından izlenmeleri gerekir. Bu nedenle birincil önleme basamağındaki hizmetlerin (sağlık ve eğitim hizmetlerinden yararlanma) yaygın olarak her çocuk için yerine getirilmesi önemlidir. İkincil basamakta ise çocuklarla çalışan meslek gruplarından personellerin, bildirim yükümlülüğü konusunda bilgi sahibi olması kritik önem taşır. Ancak bildirim yükümlülüğünün farkında olsa bile bu tür personellerin zaman zaman korktukları veya çekindikleri için veya iş yükünden kaçındıkları için bildirimde bulunmadıklarına tanık olabiliyoruz. Bu nedenle çocuğa karşı her türlü şiddet vakasını bildiren, başta kamu personelleri olmak üzere her bireyin korunması gerekmektedir.
Maalesef bugün Türkiye’de devlet görevlilerinin çocuğun cinsel istismarına ilişkin bildirimleri, üçüncü şahıslardan daha az. Üçüncü şahısların konuyla ilgili daha çok bilgi sahibi olduğunu düşünmek zor olduğuna göre, esas sorun bilinçsizlik sorunu değildir. Devlet görevlilerinin istismarı bildirmemelerinin ardındaki nedenleri tespit etmeden sunulan çözüm önerileri sorunu çözemeyecektir. Örneğin öğretmenler eğitim sistemi akademik başarıyla odaklandığı, sınıflar kalabalık olduğu ve yeterli pedagojik formasyonu almadıkları için istismarı tespit edemedikleri gibi; tespit etmeleri halinde ise, ebeveynlerin iftira suçlamasıyla öğretmeni hedef alacakları korkusu, idarenin “okulun adının çıkmaması” için öğretmene baskı yapması gibi nedenlerle konuyu gizleyebiliyorlar. Söz konusu durumlarda öğretmenler, “vakanın üçüncü şahıslarla paylaşılması ve adli süreçlere taşınması için mağdur çocuğun ve ailenin rızası olması gerektiği”ne sığınmaktadırlar. Bunun için destek ve önceliğin çocuğun yararı olduğu konusunda cesaretlendirici güncelleme eğitimleri çözüme katkı sunabilecektir.
'KORKUDAN ZİYADE İHMAL GÖRÜLÜYOR'
Yaşanan olayda ise korkudan ziyade ihmal olduğu görülüyor. Fakat bu ihmal yalnızca sosyal hizmet uzmanının değil, başhekimin, valiliğin ve en çok da Bakanlıkların yarattığı bir ihmal.
Bugün ne yazık ki yalnıza barıştan taraf oldukları için Merkez Komite Üyeleri gözaltında alınan Türk Tabipler Birliğinin bu konuda dikkati çektiği hususlar önemli: Sağlık Bakanlığı, 2008 yılında yayımladığı Genelgede “18 yaş altında bütün gebeliklerin adli bildiriminin gerektiğini belirtmişti. Bir yıl sonra ise Bakanlık yeni bir Genelge yayımlayarak “15 yaş altı gebeliklerin her koşulda, 15-18 yaş gebeliklerin fiziksel şiddet bulguları varlığında bildirilmesini istedi. Adalet Bakanlığı son noktayı koyarak 2016 yılında yayımladığı Genelgede “18 yaşın altındaki gebeliklerin adli bildirimi zorunludur” dedi. Sağlık Bakanlığının bu karışıklığı gidererek aynı yönde bir Genelge hazırlaması ve sağlık çalışanlarını bilgilendirmesi gerekiyor.
'TÜRKİYE'DE GENÇLİK HUKUKU YOK'
Türk Ceza Kanunu’nun tanımlar kısmında 18 yaş altındaki herkes çocuk kabul edilir. 18 yaş altındaki tüm gebeliklerde güçlü bir istismar ihtimali vardır. Bunun tek istisnası, akran ilişkileri olabilir. Ne yazık ki Türkiye’de bir gençlik hukuku yok. Biz çocuk istismarını önleme komisyonunda aradaki yaş farkı yüksek olan ilişkilerle akran ilişkilerini ayrı değerlendirmek için Almanya’daki gibi bir gençlik hukukunun oluşturulmasını önerdik. Fakat akranlar arasında ve rızaya dayalı bir ilişki olsa dahi bu çocukların da mutlaka izlenmesi ve devletin bu çocukları korumak için çeşitli hizmetler vermesi gerekir. Yani hastane personeli yine durumu bildirmekle yükümlüdür.
Cebir, tehdit, hile, iradeyi sakatlayan bir durum var mı yok mu, bunu ise ancak Cumhuriyet Savcıları tespit edebilir. Buna hastane yönetimi karar veremez. Savcılık da Adli Tıp ve Sosyal Hizmet uzmanlarının görüşüne başvurarak inceleme başlatması gerekir. Çocuğun durumu ancak ev ziyaretleriyle, çocuğu takip ederek ve ailesinin durumu incelenerek tespit edilebilir. Savcılık ancak böyle bir inceleme sonucu zorlama ve istismar olup olmadığı kararını verebilir.
Bu nedenle Hastane Başhekiminin ve Valinin 15-18 yaş arası çocukları neden bildirmediklerine ilişkin ifade ettikleri Kanunun ruhuna ve uluslararası çocuk hakları sözleşmelerine aykırıdır.
Her yıl ortalama 20 bin çocuktan söz ediliyor.
Ne yazık ki Türkiye’nin çok acil ihtiyaçları olmasına rağmen bugün biz savaşı, başkanlık sistemini, seçimleri konuşuyoruz. İktidar partisi milletvekilleri veya bakanlar da bu ajandanın dışına çıkmıyorlar. Türkiye’de iktidar, kendi menfaati uğruna yönetimini eleştiren her yurttaşa çok ağır bir baskı uyguluyor. Böylesi otoriter bir dönemde Türkiye’nin gerçek sorunlarını tartışmak isteyenler susturuluyor. Çözüm üretme iradesi ve isteği yok. Yalnızca iktidarları daimi kılmak çevresinde kenetlenmiş bir siyasi irade var.
'ÇOCUK HAKLARI SAVUNUCULARI KHK İLE KAPATILDI'
Çocuk yaşta evliliklere karşı yürüttüğünüz bu mücadelede dernek, vakıf, STK yahut herhangi partiden destek gördünüz mü?
Elbette… Daha çok biz çocuk hakları savunucularının yanında durmaya çalışıyoruz, diyebilirim. Çünkü bu alanda uzun süredir mücadele veren pek çok çocuk hakları savunucusu ve sivil toplum kuruluşu var. Örneğin Gündem Çocuk Derneği, parmakla gösterilen, bu alanda hepimizin fikir danıştığı bir dernekti. Ne yazık ki KHK ile kapatıldı. Neden kapatıldıklarına ilişkin hiçbir fikrimiz yok! Tahminler var… Taraf gözetmeden, yalnızca bireylerin değil; kolluk güçlerinin, kamu kurumlarının çocuk hakları ihlallerini de tespit ettiği için bu tahammülsüz ortamda hükümetin hedefi olmuş olabilir. Uluslararası Çocuk Merkezi, Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği, Uçan Süpürge gibi onlarca kurum çocuk istismarı konusunda yıllardır çalışmalar yürütüyor. Feminist gruplar da bu konunun takipçisi…
Meclis’te çocuk istismarcılarına af getiren kanun tasarısı, kürtaj yasası, müftülere nikah kıyma yetkisi veren yasanın bazı maddeleri gibi pek çok tasarıyı dışarıdaki feminist mücadeleyle ve çocuk hakları savunucularıyla birlikte geri çevirmeyi başardık. Örneğin Ensar Vakfı’nda yaşanan çocuk istismarının ardından bir araştırma komisyonu kurulması ısrarlı muhalefetimizle mümkün oldu. Bu Komisyonda daimi bir “Çocuk Hakları Komisyonu” kurulması için çok ısrar ettik. Kurulacak bu daimi Komisyon, çocuk istismarının olabileceği her an ve her yerde, önceden haber vermeksizin denetimleri gerçekleştirme iradesine sahip olmalı, dedik. Böylesi bir Komisyon çocuk yaşta evlilikleri önlemek için çalışmalar yapabilirdi. O dönemde çocuk istismarını önleme komisyonunda tüm ayrılıklarımıza ve eleştirilerimize rağmen birlikte çalıştığımız AKP’li milletvekilleri de daimi bir komisyon kurulmasının gerekli olduğunu kabul ettiler. Fakat bir yıldan uzun bir süre geçmesine rağmen halen bir daimi komisyon kurulmuş değil.
'ÇOCUK İSTİSMARINA KARŞI BÜTÜNLÜKLÜ BİR POLİTİKA İZLENMELİ'
Son olarak, meclise bu durumla ilgili önerge verilmişti. Sonucunda ne olacak sizce ve bu konuda neler yapılması gerekir acil olarak?
Ne yazık ki kamuoyundan ciddi bir baskı olmadığı müddetçe muhalefet tarafından verilen araştırma önergelerinin hepsi reddediliyor. Öncelikle bu olayda sorumluluğu olan herkes, Vali ve ilgili Bakanlar da dâhil olmak üzere soruşturulmalı, kamuoyuna hesap vermeliler. Fakat çocuk istismarında en önemlisi, istismar yaşanmadan önce önlemektir. Önleme yükümlülüğü ise elbette yürütmede, yani hükümettedir. Ne var ki, çocuk hakları alanında deneyimli uzman ve kurumların tüm itirazlarına rağmen son dönemde çok büyük yanlışlar yapıldı. 2009 yılında Milli Eğitim Bakanlığı yönetmelik değişikliğiyle ortaokul ve lise öğrencilerinin nişanlanmasını serbest bıraktı, Türk Ceza Kanunu’nun çocuk istismarcılarının affına yol açacak biçimde değiştirilmesi önerildi, müftülere nikah yetkisi verildi, Anayasa Mahkemesi, dini nikâhın yaygınlaştırılmasına neden olacak biçimde resmi nikâh olmadan dini nikâh yapan imamlara ve çiftlere hapis cezası öngören kanun maddesini iptal etti. Ne yazık ki tüm bunlar, muhafazakâr birçok kadının da itirazına rağmen yapıldı.
Çocuk istismarına karşı bütünlüklü bir politika izlememiz gerektiğini sürekli ifade ediyoruz. Çocuk istismarını önlemek için kurulan komisyon raporunun şerhini çocuk hakları alanında çalışan kurum ve kişilerin önerileriyle hazırladık. Birincil, ikincil ve üçüncül önleme basamakları önerdik.
“Birincil, ikincil ve üçüncül önleme” birbirinden ayrı ele alınabilecek yaklaşımlar değil, önlemenin bütünlüklü basamaklarıdır. Bu basamakların birbirleriyle ilişkileri ortaya konmalıdır. Çocuk koruma sisteminde birincil önleme basamağı; çocuğun yararlanması gereken bütün hizmetlerin, ülkedeki bütün çocukların kolaylıkla erişebilecekleri biçimde sunulmasıdır. Yani bütün çocukların sağlık hizmetlerinden yararlanması, okula gitmesi ve ücretsiz temel eğitimden eşitlik prensibine uygun biçimde yararlanabilmesi, çocuğun yaşadığı hanelerde çocuk yoksulluğunun ortadan kaldırılması için temel yurttaşlık geliri gibi sosyal mekanizmaların oluşturulması gibi hususlardır. Çocuk istismarının nedenlerinin ortadan kaldırılması için alınacak ekonomik ve sosyal önlemler birincil basamağı oluşturur ve bu hizmetleri sağlamak devletin görevidir.
İkincil önleme, ifade ettiğim gibi bu hizmetlere erişen çocukların izlenmesi ve istismar halinde istismarın tespit edilmesidir. Üçüncül önleme ise, mağdurun rehabilitasyonu ve failin cezalandırılması gibi tekrarı önleyecek ve istismarın çocuklar üzerinde yarattığı etkiyi azaltmayı hedefleyen hizmetlerdir.
Bu basamaklarda kamuoyunu bilgilendirici çalışmaların da yapılması gerekir. Çocuk istismarını gerçekten önlemek istiyorsak hükümetin böyle bir politika oluşturması ve bu politikaya inanması gerekir. Lanzarote Sözleşmesi'nin uygulandığı ve çocuk istismarını önlemek için önemli yol kat etmiş ülkeler var. Bu örnekler de incelenerek sözleşmenin uygulanması için insiyatif alınması gerekiyor.