Filiz Yurtseven: Aşk bir parmak izi gibi, herkesin bireyselliğinde kendince yaşanıyor
Tek bir aşk tanımı yapmanın zor olduğunu görürüz. Hayatı ele alışımızla, kendimizi nasıl tanımladığımızla, var oluşumuzla, bedenimizle, hormonlarımızla ilgili yani birçok farklı boyutu var aşkın.
DUVAR - Aşkın ne olduğunu değil de nasıl bir şey olduğunu sorarız daha çok. Karnında kelebekler mi uçar, beynin mi uyuşur, boğazında bir düğüm olur da onu düşündüğünde o düğüm çözülüp ılık ılık içine mi akar, bir büyü müdür aşk? Bizi sıradanlıktan kurtaran, biricik olduğumuza inandıran, dünyayı aşkımızdan ibaret kılan, sırrını yalnızca iki kişinin bildiği, o iki kişinin o sırda birbirinin aynası olduğu bir sihir mi? Kendini sokağa attığında yağmurda ıslanmış Arnavut kaldırımlarını, yapraklarından sular damlayan dev çınar ağacını, köşede silkinen sokak köpeğini, toprak kokusunu, sardunyanın ıslak diri renklerini, saçaklardan tekrar yağan yağmuru kısacası sana yaşadığını fark ettiren, dünyayı hissettiren coşkun bir enerji mi?
Herkes yaşadığı aşkın biricik olduğuna inanır. Bir yandan ne kadar güzel aşık olduğu görülsün ister, bir yandan da o müthiş sır hep iki kişi arasında kalsın, büyü bozulmasın ister.
Bu durumda aşkın bir tane tanımı var mı? Yoksa herkes bildiği şekilde mi aşık oluyor? Tüm bu soruları Uzman Klinik Psikolog Filiz Yurtseven ile konuştuk.
Edebiyat, sanat aşkı defalarca anlattı, biz de her seferinde ilk kez karşılaşıyormuşuz gibi etkilendik. Onların aşkına aşık olduk, kendi aşkımıza hayıflandık. Uzman gözüyle size soralım, edebiyatın anlattığı aşk gerçek mi ya da bizim yaşadığımızı sandığımız şey aşk mı? Aşk nedir?
Tanım olarak 'aşk' üzerinde durulmalı belki öncelikle. Aşk kelimesi Arapça 'aşaka' yani "sarmalamak, sıkıca sarılmak ve aşık olmak" kelimesinden geliyor. Zamanla 'ışk' yani "şiddetle sevme, şiddetli ve yakıcı sevgi" kelimesine dönüşen bu sözcük Osmanlıca'da da 'ışk' halini korumuş, zamanla dilimize aşk olarak yerleşmiş. Aramice/Süryanice "karışma, haşır neşir olma, bir şeyle uğraşma" sözcüğü ile eş kökenli. Farsça’da da 'işka/işk’ kelimesinden geldiği ve anlamının “istemek, şiddetli muhabbet, candan sevmek” olduğu biliniyor.
Aşk tarih boyunca özellikle yaşama, mitolojiye, tarihe, edebiyata ve sanata hayat katmış. Bu kadar kilit bir rol oynayan bu kavrama dair kuramcıların birbirinden farklı tanımlar yaptığını görürüz. Örneğin Freud aşkı cinselliğin yüceltilmesi olarak değerlendirmiş, Harlow bağlanma davranışı olarak ifade etmiş, Sternberg ise aşkı kadın ve erkek arasında gelişen tutku, bağlılık ve yakınlığın bileşiminden oluşan bir ilişki olarak resmetmiş. Tennov zihinsel becerileri zayıflatan, geçici bir bağımlılık ve aşık olunan kişiye yönelik bedenin verdiği tepki olarak tanımlamış aşkı. 'Aşk Sürebilir mi? 'kitabının yazarı Stephen A. Mitchell aşık olan kişinin tutku ile güzellik, güç ve mükemmellik gibi ideallerini karşısındaki sevgiliye yansıttığını ve sevgiliye hayalinde yarattığı bir değer atfettiğini savunur. Mitchell, diğer yandan aşığın sevdiği kişi için sonsuza kadar var olabilecekmiş gibi büyük bir tutkuyla kumdan kaleler yaptığını, ancak bu kalelerin çoğu zaman ayakta duramadığını, dönüştüğünü ve aşkın hiçbir zaman aynı kalmadığını söyler. Aşkın sadece hayranlık, bağlılık ve sevgi gibi duyguları ortaya çıkarmakla kalmayıp kıskançlık, haset, nefret ve şiddet gibi duygulara da gebe olduğundan dem vurur.
Nörobilimciler çalışmalarında, aşkın zirvede olduğu ilk dönemlerinde, dopamin artışıyla eş zamanlı olarak, serotoninin azaldığını gösteriyor. Serotonin romantik aşkta, psikiyatrideki obsesif-kompülsif hastalarda düştüğü düzeye kadar düşüyor. Aşk da, ilk dönemlerinde bir çeşit obsesyon olarak ortaya çıkıyor: insan o kişiden başka bir şey düşünemez hale geliyor, her şey o kişiye kanalize oluyor. Cahit Külebi’nin, “Kamyonlar kavun taşır ve ben – Boyuna onu düşünürdüm” mısralarında olduğu gibi, kişi boyuna aşık olduğu insanı düşünür, hep ondan söz etmek ister; kılık kıyafetini onun hoşuna gitmek üzere ayarlar, vb. bütün yaşamı ona odaklanmıştır. Yine Hipotalamus’tan salgılanan oksitosin hormonu da bu dönemde bolca salgılanır ve kanda bolca bulunur. Oksitosin bir bağlanma hormonudur, sarılma hormonudur; sevdiğine durmadan sarılma isteği veren, sarılmaya doyamama duygusu veren hormondur.
Özetle, insanlar için aşk, en kuvvetli, en coşkulu duygu durumlarından biri. Ancak tanımlardaki zenginlikten de yola çıkarsak tek bir aşk tanımı yapmanın zor olduğunu görürüz. Aşkın bir parmak izi gibi herkesin bireyselliğinde kendince yaşandığını söyleyebilirim. Her nasıl biriyse, hayata, ilişkilerine, kendine nasıl davranıyorsa kişi bunu aşk ilişkisine de yansıtıyor. Bir tane aşk tanımı olamaz. Çünkü hayatı ele alışımız, kendimizi nasıl tanımladığımız, var oluşumuzla, bedenimizle, hormonlarımızla ilgili yani birçok farklı boyutu var aşkın.
Uzun yıllar televizyonun hegemonyasında varlığını sürdüren diziler, yaşanan teknolojik gelişmelerle birlikte dijital platformlar adı verilen yapıya büründü. Film ve dizi üretiminin geleneksel medya aygıtı olan televizyondan koparılarak dijital ortamlara yönelmesi bu sürecin kırılma noktası oldu.
Sektördeki aşk ilişkilerinde çoğunlukla idealize edilen, ulaşılmak istenen kendiliğimiz, hayatta elde etmek istediklerimiz yansıtılıyor... İlişkiler ile kendilerinin ideal versiyonlarına ulaşmayı bekliyor ya da ötekine dair idealizasyon söz konusu oluyor.
Güzel örneklerin yanında aşkın daha çok sevgiye ya da başka bir derinliğe evrilmesi için gerekli sorumlulukların alınmadığı, aşkın yarattığı serotonin etkisi normale döndüğünde tüketilen ilişkiler olabildiğini görebiliyoruz. İdealize edilen yansıtmalar gerçekliğe döndüğünde, ilişki evrilmeye döndüğünde ve uzun soluklu bir şeye konsantre olmak gerektiğinde ölebilen ilişkilere rastlayabiliyoruz. Oysa ki heyecan kadar sıkılmak da, keyif almak kadar üzülmek de aşka, sevgiye dair.
Televizyonda RTÜK etkisi ile süperego kontrolü altında ilerleyen dizi ve film sektörü bu platformlarda kontrolün azalması ile özgürlüğüne kavuşabildi ve toplumca baskılanan birçok değer ekrana yansımaya başladı. Baskının kalkması ile haz ve arzu temelli öğeler patlak vermiş olsa da patlak veren şeylerin dengesini bulabileceği daha sağlıklı ve kapsamlı aşk ilişkilerine doğru evrilmesini umuyorum.
Her aşığın kendince bir tanımı var aşk için... Sabahattin Eyüboğlu, en beğendiği tanımı bir vatandaştan duyar. “Sevdiğine kavuşamazsın aşk olur.” Dokunduğumuzda, yaşadığımızda uçup giden şey midir aşk? Bu bir bakış biçimidir. Kültürümüzde bununla paralel Leyla ile Mecnun, Kerem ve Aslı gibi aşk hikâyelerinde bunu görürüz. Hatta belki de masalların aşıkların kavuşması, muratlarına ermesi ile birlikte hemen bitmesi de bunun bir parçası olabilir. Sanki günlük hayatın gerçekliği ve kavuşmanın etkisi ile aşk ölecektir.
Bu aşkın bir boyutu, katmanı bana göre. İlişki aşkı her durumda öldürmez oysa. İlişki aşkı da içine alarak köklenmeye devam edebilir ve yanına sevgi, güven gibi değerleri alabilirse aşk sevgiye evrilir. Onu daha çok tanımak, ona emek vermek, onunla deneyimler biriktirmek, onunla kendimizi geliştirmek, bazı özelliklerimizi törpülemek, bir şeyler kazanmak ve ona da bir şeyler kazandırmak üzerinden yaşanabilirse o zaman ilişki aşkı öldürmez. Onu da kapsar ve büyütür.
Etraf aşkı arayan yalnız adam ve kadınlarla dolu. Aşık olmak bu çağda daha mı zorlaştı? Aşk üzerine çok konuşmak da aşkı öldürür mü?
İnsan yaşamı boyunca temelde yalnız olmaktan hoşnut olmadığı için yakın, güvenli ve sağlıklı ilişkiler arar. İnsanın yakın duygusal ilişkiler kurmaya ihtiyacı vardır. Bunun diğer yanında bağımsızlaşma çabamız bir kimlik oluşturma görevine neden olur ve kimlik gelişimi birçok unsur yanında yakın ilişkiler sayesinde de şekillenir. Romantik ilişkiler ergenlik sürecinin başlarında flört düzeyinde, kısa süreli ve yeterince derinlikli değilken, yetişkinlikte daha yakın ve ciddi ilişkilere doğru evrilir. Kişi ilerleyen yaşı sayesinde kimliği gelişip kendini tanıdıkça ve deneyimleri sayesinde nasıl bir ilişki aradığını, neyi çekici bulduğunu ve nelerden hoşlanmadığını keşfeder ve keşfettikleri sayesinde daha olgun ilişkiler kurabilir. Sağlıklı bir birey için hangi yaş döneminde olursa olsun romantik ilişki yakınlık ihtiyacı ile oluşur ve arzulanan bir durumdur. Kuramlar, farklı bakış açılarına rağmen, aşkın gelişimimiz açısından önemli olduğu, özünde yakınlık bulunduğu, insan var olduğu sürece var olduğu ve olacağı noktasında birleşirler. İnsanoğlu gelişimsel yolculuğunda doğduğunda anne babasına, çevresindeki bazı yetişkinlere, kardeşlerine ve arkadaşlarına, bir süre sonra sevgilisine ya da eşine ve çocuklarına yönelir ve onlarla yakın ilişkiler kurarlar. Bu yakınlıklar var olma sürecinde becerilerimizi geliştirir ve sağlıklı bir kimlik oluşumunu mümkün kılar.
Aşkın birçok hali var. Madalyonun bir yüzünde dünyanın en güzel duygularından biri olan ve insanın midesinde kelebekler uçuşturan, kalbini heyecanla çarptıran, ayaklarını yerden kesen, saçma saçma gülmesine neden olan aşkla karşılaşırız. Madalyonun öteki yüzünde ise aşık olmayı deliliğe benzetmek bile mümkün olabilir. Örneğin, insan aşık olduğu kişiye adeta madde bağımlılığında olduğu gibi saplantı halinde bağlanabilir. Aşık olan kişi hayatı üzerindeki kontrolünü kaybeder. Aşık olunan kişi takıntılı hale gelir, onun aşkı ile divane olunur, terk edilme ihtimalleri çıldırtır, hastalıklı bir kıskançlık başlar, şiddet doğar… Sonunda aşık olan severken boğmaya, boğarken kendini de yok etmeye başlar. Mutlulukla başlayan film gittikçe kaygıya, sıkıntıya ve finalde acı bir çöküşe bırakır kendini... Aşk neden olduğu güzel duygular yanında buna benzer hastalıklı kısır döngüler, kördüğümler de oluşturabiliyor.
Özetle evet yalnız erkekler ve kadınlar var çünkü başkası ile ilişkilenmek, yaşam rutinlerini ona göre değiştirmek bir çift olma zihniyetiyle düşünmeye başlamak, ötekini zihninde taşımak, ötekine emek vermek bugün bu kadar her şeyin hızlıca tüketildiği bir toplumda böyle genel bir alışkanlık olmaktan çıktı. Hızlıca sahip olalım, bize ne istiyorsak hızlıca versin kullanalım, tüketelim, atalım ve yenisine bakalım zihniyetiyle gerçekten ilişkiye girecek ve emek de vereceği kişileri, ilişkileri aramadığı için biraz da insanlar yalnız kalabiliyor. İlişkiye girmekten kaçındıkları için ve kendilerine bunu itiraf edemedikleri için aslında birisini bulmak imkansız gibi geliyor. İdeal olan aranıyor. Gerçek kişi ile ilişki kurmak sıkıcı, zor görünüyor. Sağlıklı olduğunu söyleyebileceğimiz kişi bile sonuçta kendine özgü zorlukları ile ilişkinin içinde. Başta karşılaştığı idealin makyajı akmaya başlayınca büyü bozuluyor ve bu hali ile olumlu ve olumsuz yanları olan bir ilişkide kalmak günümüzde zor hale gelebiliyor.
Sanal ortamlarda kurulan ilişkiler var bir de. Yüz yüze olmadan, sosyal medya üzerinden yaşanan 'aşklar' insanları nasıl etkiliyor?
Eskiden karşılaşmalar daha çok sosyal mekanlarda doğal akışında yaşanırken, şimdi sanal ortamlarda karşılaşabiliyor insanlar. Bu sağlıklı kullanılabilirse zenginlik halini alabilir. Çünkü her türlü iletişim için mektup, sosyal ortam ya da dijital platform gibi bir aracıya ihtiyaç var. Özellikle gerçeklikte mutsuz hisseden ya da ilişki geliştirme ya da sürdürmeye dair güçlükleri olan bireyler için sanal dünyanın yarattığı olanaklar çok cazip olabilir.
Özetle, sosyal platformlar gibi zamanla hayatımızda açılan her yeni kapı zenginlikleri ile aşk ilişkilerini besleyebilecek bir faktör de olabilir. Tüketimi, dürtüselliği ve yüzeyselliği artıran bir kabusa da çevirebilir ilişkileri. Bilinçli ve sağlıklı olarak kullanıldığı oranda bu tarz yenilikler aşkı güçlendirebilir.