Bazı unsurları Cumhurbaşkanı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından açıklanan ve kamuoyunda Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT) düzenlemesi olarak bilinen yasa teklifinin Ocak ayında Meclis’e gönderilmesi ve yasalaşması bekleniyor. Düzenlemenin ayrıntıları ve muhtemel son dakika değişiklikleri nedeniyle kesin konuşmak uygun olmasa da emeklilikte yıl ve prim günü şartını dolduranların yaşına bakılmaksızın emekli olabilmelerinin önünün açılacağı anlaşılıyor.
Sanki aylardır hazırlığı yapılmıyormuş, bu adım olmasa da Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) finansman sorunları yokmuş gibi başlayan tartışma sırasında ısrarla görmezden gelinenleri hatırlatmak istedim.
BU FİLM NASIL BAŞLADI?
Uluslararası Para Fonu gözetiminde 1990’lar sonunda Türkiye’ye dayatılan reformlardan birisi sosyal güvenlik reformu idi. 1999 yılında yapılan değişiklikle emeklilikte yaş şartı getirildi ve bu koşul geçmişe de yürütüldü. 2008 yılındaki değişiklikle prim koşulu daha artırıldı ve geleceğe dönük olarak yaş koşulu kademeli biçimde yükseltildi.
Böylece çalışan nüfusun önemli bir bölümünün emeklilik koşulları, çalışmaya devam ettikleri sırada değiştirildi ve ağırlaştırıldı. Sigortalılık süresini ve primini doldurduğu halde henüz emeklilik yaşı gelmediği için emekli olamayan yurttaşların sayısı 2010’larda arttı, sorunun en ağır yaşanır hale geldiği dönemde (Pandemi öncesi dönemde) emekli ve çalışan örgütleri bu sayının beş milyonu aştığını tahmin ediyorlardı.
Emeklilikte yaşa takılmış bulunanların sayısı artık zirve noktasından inişe geçmeye başladı. Bu yaş değişimi, sorunun kısmen de olsa çözümünün bir malzeme olarak iktidar tarafından kullanılabilmesi için de son fırsat penceresini belirledi.
İktidar 2023 EYT adımının sonunda emekli olması beklenen 2.5 milyon kişiden halihazırda emek piyasasında olanların önemlice bir kesiminin daha düşük ücretlerle çalışmaya devam edebileceğini (ve ücretlere içeriden baskı uygulayacaklarını) öngörüyor. Bazı araştırmacılar tarafından gençlere darbe olarak sunulan bu mantık, seçim sonrası akıbeti belirsiz olsa da iktidar blokunda bir adım ön plandaki grupların devamını arzuladığı ve düşük ücretlere dayalı yeni ekonomik modelle uygunluk arz ediyor.
Kısacası, tam da bu nedenlerle bizzat Erdoğan tarafından son yıllarda defalarca söylenilmiş cümleler yutuluyor. Erdoğan yönetiminin EYT düzenlemesi kendisini geniş halk kesimlerinin sorunlarını çözen otorite figürü olarak sunmakta zorlanan Erdoğan’ın seçim sürecinde benzerleri kaydedilmiş ve devamı gelecek adımlarından birisi. AKP dönemi boyunca korunmuş olan (o dönemde kullanılan tabirle önemli ‘yapısal reform’) düzenleme EYT sorunu sosyal güvenlik sistemi finansmanı açısından önemi git gide azalırken halloluyor.
Ancak film burada bitmiyor.
SGK FİNANSMAN SORUNUNUN TEMEL BİR NEDENİ ÜCRETLERİN DÜŞÜKLÜĞÜ
1999-2008 düzenlemelerinin kamu finansmanına temel etkisi devlet katkısı hariç prim gelirlerinin emekli aylıklarını ve sağlık ödemelerini karşılama oranının yüzde 60’lar seviyesinden yüzde 70 üzerine çıkmasında görüldü. Ancak 2018-19 krizini takiben bu karşılama oranı tekrar yüzde 70’in altına geriledi. Üstelik bu değişim sırasında devlet bütçesinden SGK’ye yapılan katkılarda herhangi bir reel gerileme yaşanmadığı ileri sürülebilir.
Kısacası SGK finansman sorununun çözümü yolunda dev adım olarak gösterilen o reform ana hedefi bağlamında pek de çalışmıyordu.
Neden?
Sermayenin organik entelektüelleri ana sorunu atlayarak rasyonel olmayan, iyi tasarlanmamış adımları, reformun tamamlanmadığını ve ilerleyen yıllardaki artan aktarımlar ile çatlaklar için de nihayetinde AKP’nin 2022-23’te geri çekilmesini gösterebilirler. Ancak esas nedenler ortada:
Türkiye’de asgari ücretli çalışan oranının giderek kemikleşip son yıllarda yüzde 50’leri aştığı, kayıt dışı istihdam oranının hatırı sayılır seviyelerde tutunduğu ve kendini göreli olarak şanslı sayan çalışanların çok büyük kısmının yoksulluk seviyesinde ücret aldığı bir durumda SGK’nın prim gelirlerinin daha fazla artması, finansman dengesi açısından farklı bir durumun gerçekleşmesi beklenemezdi.
Başka bir ifadeyle tekrarlayacak olursam SGK’nın sürekli açık vermesindeki temel nedenlerden biri Türkiye’de ücretler seviyesinin çok düşük olmasıdır. Prime esas kazançlar düşük olduğu için SGK’nın prim gelirlerinde 2009 sonrasındaki kısa süreli toparlanmanın sürekli olması mümkün değildi.
Kayıt dışılığı, SGK’nın alacaklarını tahsil edememesini ve özel hastanelere yapılan aktarımın sürekli artmasını bu faktöre etkileyin. Ortada verili koşullar altında dahi finansal batağın içine çekilmiş bir kurum vardı. Elbette SGK’nın sorunları, kısaca değindiğim etkenler nedeniyle ağırlaşarak devam edecek. Erdoğan yönetiminin EYT adımının bu sorunlara ekleyeceği yük devede kulaktır, aksini iddia edenler kayıt dışılığı olağanlaştırıp, ücret düşüklüğünü veri kabul ederek üstelik sosyal güvenlik sistemindeki reform/düzenleme tarihini bilmeden argüman türetiyorlar. Bu nedenlerle emekçilerin aleyhine döktürdükleri hesaplar, hesap bilmemekten kaynaklanıyor demeliyiz.
REFORMUN YOLU HAK GASPINDAN GEÇMEZ
Her ne kadar üniversitelerde çalışma hakkım ve dolayısıyla emeklilik hakkım devlet tarafından 2016’da gasp edilmiş bulunsa da ben de göreve başladığım tarih nedeniyle emeklilik koşulları yolda değiştirilmiş çalışanlardan birisiydim. Beni daha hafif etkileyen bu reforma karşı öfkem daha mesleğin başındayken emekli olmayı tahayyül etmemden değil, emeklilik koşullarımın hiçbir meslek örgütünün görüşü dikkate alınmadan değiştirilmesi ve muhtemel emekli maaşımda radikal bir düşüşün dayatılmasından kaynaklanıyordu.
SGK reformunun herhangi bir çözüm getirmediği, finansman sorunlarının ücretler seviyesi ve emek piyasası koşullarıyla organik bağlantısı ortadayken, yaratılmış mağduriyeti sürdürmeyi öneren aklı evvellerin argümanları konuyu dağıtmaya odaklanıyor. Türkiye’de egemen siyasal kültürün sorunlarından bahsedenleri, hiçbir veri sunmadan SGK sisteminin krizine atıfta bulunanları, sanki çalışanlar daha fazla kazanmak ve daha fazla prim vermeyi tercih etmezlermiş gibi sadece çalışan-emekli oranının düşüklüğünü vurgulayanları bir yerlere havale etmek yetmiyor. Çözümün adresini hatırlatalım:
Ücretlerin yükselmesine odaklı emek merkezli bir ekonomik model, kazanılmış haklara saygı duyan ve aktüeryal hesapları dikkate alan fakat devletin sosyal güvenlik transferlerini sıfıra indirmek gibi bir takıntısı olmayan yaklaşım ve bir o kadar önemlisi kayıt dışı istihdamı ortadan kaldırmak için bir yol haritası.
Bunları sağlayacak olan bir iktidar, eğer radikal değişiklikler olmazsa 2030’larda Türkiye’yi daha da kavuracak yaşlı yoksulluğu sorununu ortadan kaldırma adımlarını da atabilir. Hatırlamak gerekirse AKP’nin ortağı olduğu reform süreci sırasında 2008 ve sonrasında sisteme girenler için her yıla yüzde 2 oranıyla bir aylık bağlama hesabı yapıldı. Bu nedenle Türkiye’de yeni emekli olanların aylıkları (halihazırda ne kadar düşük olsalar da) çalışırken elde edilen gelire oranla düşmeye devam ediyor, 2030’lardan itibaren daha çarpıcı biçimde düşecekler.
Siyasi partilere akıl vermeye kalkan fildişi kulesi iktisatçıları bu gidişle o sorunun kökenlerini de özel emeklilik sistemine girmemiş, yıllarca güvencesizliğe mahkum edilmiş, ayrıca tasarruf yapamamış çalışanlara ve emeklilere bağlamaya kalkarlar, orası kesin; ama neyse ki sokaklar var. Otoriter liderlere sözlerini yutturan, siyasetsiz bir reform ve sosyal güvenlik sistemi peşindekileri paniğe sevk eden mücadeleler ve hakkını koruma bilinci diye bir şey var.