Ankara, en az üç senedir dilinde olan Suriye’de Fırat nehrinin doğusuna yönelik bir askeri müdahaleyi ilk defa ertelemiyor.
Aslında bugüne kadarki deklare edilmiş belki de tek erteleme yaklaşık 9.5 ay önce ABD Başkanı Donald Trump ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki 14 Aralık 2018 tarihli telefon görüşmesinden sonra vuku bulmuştu. Erdoğan ‘YPG’yi bir an önce temizlemezseniz girip biz yapacağız’ mealindeki uyarılarından biri için aradığı Trump’ın ‘Tamam öyleyse biz Suriye’den tamamen çıkıyoruz. Kalan IŞİD’lileri de siz temizlersiniz’ şeklinde karşı bir teklifle gelmesine hazırlıklı değildi. Tam da bu yüzden ertendi operasyon. Her ne kadar iç kamuoyuna sürekli ‘Trump iyi çevresi kötü’ söylemi pazarlansa da Trump’ın verdiği sözlerin ne kadarını gerçekten yerine getirebildiği konusunda trajik deneyimleri vardı Erdoğan’ın. Dahası, Suriye’nin IŞİD’den tamamen temizlenmesi işi de Türkiye’ye havale ediliyordu. Ankara’da kimsenin böyle bir taşeronluğa hevesi yoktu.
İte kaka neredeyse bir seneyi daha deviriyor Türk-Amerikan ilişkileri. Aralık 2018’den bu yana iki liderin dilinden düşürmediği o iki şey de olmadı. Türkiye PYD/YPG çizgisinde fiilli bir özyönetim modeli olarak kurulan Rojava’ya saldırmadı. Amerika Birleşik Devletleri de Suriye’den çekilmedi.
Ancak arada nispeten önemli bir eşik atlandı denebilir. Ankara ile Washington yaklaşık bir ay önce Fırat’ın doğusuna denk gelen Telabyad kırsalında ortak kara devriyesine başlamayı başardı. Türk tarafı bu tedbirin ‘güvenli bölge’ anlaşmasının bir unsuru olduğunu savunurken Amerikalı yetkililer hâlâ ‘güvenli bölge’ ifadesini kullanmaktan imtina ediyor. ABD’nin şu an için tercih ettiği jargon ise şu; ‘güvenlik mekanizması’. Varılan anlaşmayla söz konusu güvenlik mekanizmasının Türkiye sınırının korunmasını hedeflediği açıklanmış olsa da herkes biliyor ki Amerikalıların kafasının arkasında YPG’nin omurgası üzerine oturan müttefikleri Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) de Türkiye’nin olası saldırılarına karşı korunması da var.
Bugünden bakınca sürecin kesinlikle Türkiye’nin talep ettiğine yakın (yaklaşık 30 kilometre derinlikte) bir ‘güvenli bölge’ kurulmasıyla nihayetleneceği yönünde bir öngörüde bulunmak zor. Yalnız iki taraf da dar alanda kısa paslaşmalar üzerinden son iki senede birbirinin nabzına göre ayar vermeyi öğrendi. Washington oyalıyor, Ankara çok kızıyor gibi yapıyor ama işin zamana yayılması gerçekte sanki Türkiye’nin de işine geliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni yasama yılının açılışı için gittiği Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde üç gün önce yaptığı son açıklamalara bakarsanız, Fırat’ın doğusuna operasyon ertelenmiş değil. ‘Türkiye’nin bu konuda kaybedecek tek günü dahi yoktur. Kendi yolumuzda devam etmekten başka çaremiz kalmamıştır’ şeklindeki sözlerin hiçbir yerinde bir erteleme sinyali yok.
Halbuki Beştepe’deki kaynaklarının sağlam olduğunu bildiğimiz gazeteci Hande Fırat, Erdoğan’ın o açıklamaları yaptığı günün sabahında okuduğumuz yazısında değişen koşullar nedeniyle Ankara’nın Fırat’ın doğusu için planladığı harekatı erteleme kararı aldığını anlatıyordu. Türkiye açısından değişen koşullar yazıda şöyle sıralanmıştı: ABD Başkanı Trump aleyhine başlatılan azil süreci, Birleşmiş Milletler gözetiminde oluşturulan Suriye Anayasa Komisyonu’nun ekim sonunda ilk toplantısını yapacak olması ve Türkiye, Rusya, Fransa, Almanya’nın Suriye’yi masaya yatırdıkları dörtlü zirvenin yine ekim ayında toplanacak olması.
Hande Fırat operasyonun ertelenmesi için üç gerekçe sıralamış ama yazının tonundan Ankara açısından esas meselenin Trump’a yönelik azil soruşturması olduğu hissediliyor. Zira bu soruşturmanın Erdoğan’ın Trump üzerinden götürmeye çalıştığı diplomasiyi derinden sarsabilecek gelişmelere neden olabileceği Ankara’da son derece iyi biliniyor. Washington’da Erdoğan’ın direksiyonda olduğu Türkiye’ye sempati ile bakan kimsenin kalmadığı bu dönemde, Türk-Amerikan ilişkilerini bekleyen yeni krizleri olabildiğince hafif atlatmak için bütün yatırımın Trump’a yapılmış olmasının faturasının ağır olabileceği ortada.
Eğer Erdoğan Fırat’ın doğusuna operasyon konusundaki nihai kararını vermek için bekleyip Trump’a yönelik azil sürecinin ne şekilde ilerleyeceğini görmek istiyorsa, o zaman epey beklenmesi gerekecektir. Azil soruşturmaları başkanların görevden azledilmesiyle sonuçlanmasa bile uzun süreçler. Nixon ve Clinton aleyhine başlatılan azil soruşturmalarının seyri üzerinden kabaca bir hesapla, geçen hafta Trump aleyhine başlatılan soruşturmanın en az yedi ya da sekiz ay süreceğini tahmin edebiliriz.
Başkan Trump’ın görevden azledilmesi için öncelikle Demokratların çoğunluğu elinde tuttuğu Temsilciler Meclisi’nde oluşturulan alt komisyon, soruşturmaya ilişkin raporu Adalet Komisyonu’na sunacak. Sadece alt komisyonun çalışması muhtemeldir ki yıl sonuna kadar sürecektir. Daha sonra Adalet Komisyonu Trump’ın görevini kötüye kullandığı şüphesine dair yeterli delil olduğu yönünde karar verirse Temsilciler Meclisi Trump’ın görevden azledilmesini oylayacak. Azil sürecinin asıl kritik aşaması olan Senato’da yargılamaya geçebilmesi için Temsilciler Meclisi’nde salt çoğunluğun tutturulması yeterli – ki 435 üyeden 235’i Demokrat olduğu için Cumhuriyetçilerin bunu engelleme şansı yok.
Senato’nun Trump için yapacağı muhtemel yargılama sürecini bizdeki Yüce Divan’a benzetebiliriz. Trump’ın duruşmaların sonunda azledilebilmesi için Senato’nun üçte ikisinin bu yönde oy kullanması gerekecek - ki bu da ancak 20 Cumhuriyetçi senatörün de Demokratlara destek vermesiyle mümkün olabilir. Çünkü Senato’daki Demokrat üye sayısı sadece 47.
Bugünden görünen şu; Cumhuriyetçiler Trump’ın azline karşı kalkan olmak için ellerinden ne gelirse yapacaklar.
Sonuçta da Trump Cumhuriyetçi Parti’nin desteğiyle muhtemeldir ki görevden azledilmekten kurtulacak. Zaten bugüne kadar hakkında görevden azil soruşturması açılan hiçbir Amerikan başkanı azledilmedi. İşin azil noktasına gittiğini gören meşhur Watergate Skandalı’nun müsebbibi Richard Nixon kendisi istifa etti. Andrew Jackson ve Bill Clinton ise Senato’daki yargılamada beraat ettiler.
Soruşturma sırasında ortaya ne dökülürse dökülsün Trump’ın Nixon gibi kendiliğinden istifa etmesi de düşük bir ihtimal gibi duruyor. Aksine Trump koltuğa daha çok sarılarak 2020’deki başkanlık seçimlerini mağdur edebiyatı üzerinden almayı hedefleyecektir. Dolayısıyla oyunu değiştirme potansiyeline sahip tek güç aslında Cumhuriyetçi Parti çekirdeği olacaktır. 1970’lerin ikinci yarısında Nixon vakası nedeniyle büyük kan kaybı yaşayan Cumhuriyetçi Parti, geçmiş deneyiminin ışığında ‘Trumpizm’in partiye ne getirip ne götürdüğünü tartışmaya açabilir. Hatta Trump’ı azilden kurtarmanın karşılığında 2020 seçimine Başkan Yardımcısı Mike Pence ile gitme kararı bile alabilirler.
Bilinmeyeni çok bir denklem olsa da şu kadarını biliyoruz; Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelensky’den 2020’deki potansiyel siyasi rakiplerinden birini karalayabilmek için iltimas istediği iddiasıyla hakkında soruşturma açılan Trump’ın bugünden sonra başka bir yabancı lidere kişisel çıkarları nedeniyle iltimas geçme ihtimali de iltimas isteme ihtimali gibi masadan kalkmıştır. F-35 programına Türkiye’nin yeniden dahil edilmesi, ya da CAATSA yaptırımlarından Türkiye’nin muaf tutulması, ya da ABD’nin YPG’yi tamamen gözden çıkartması gibi beklentiler Amerika içindeki yeni siyasi denklemin bir yerine oturabilir mi... Ona bir daha bakmak lazım!