Ve yine başlıyor. 28 Mayıs’ta Milli Güvenlik Kurulu “Milli
güvenliğimiz ve komşularımızın toprak bütünlüğü hilafına herhangi
bir oldubittiye fırsat verilmeyecektir” ihtarında bulundu. Ardından
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 30 Mayıs’ta “Türkiye bölücü örgütün
bir 'teröristan' kurmasına asla izin vermeyecektir" çıkışını yaptı.
Buna uygun olarak Suriye’nin kuzeydoğusuna atışlar hız kazandı.
Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi hedefe konulurken
bu seferki gerekçe 11 Haziran’da planlanan yerel seçimler. Bu
seçimler olmasaydı da Erdoğan’ın Irak ve Suriye’de tampon bölge
kurmaya yönelik “sıcak yaz” vaadi uğruna aranan tetikleyici gerekçe
bulunur ya da sunulurdu. 1 Ekim 2023’te PKK’nin Ankara’da Emniyet
Genel Müdürlüğü’nü hedef alan eyleminden sonra olduğu gibi.
Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı’ndan sonra dördüncü
harekât Rus ve Amerikan kırmızı ışığını geçemediği için Erdoğan
“Bir gece ansızın” modundan çıkamamıştı. 1 Ekim’de yakaladığı
fırsatı iyi değerlendirip sivil altyapıyı çökerten bir bombardıman
yürütmüştü. Gazze’deki soykırım savaşı patlak verince İsrail’e
benzetilmekten kaçınmak için frene basmıştı.
Moskova masasında Erdoğan ile Suriye lideri Beşşar el Esad’ı
kucaklaştırma girişimi başarısızlığa uğrayan Rusya’nın Ukrayna’dan
başını kaldırıp Türkiye’nin karşında bariyer olamayacağı, ABD’nin
de NATO’da yakalanan Türk-Amerikan uyumunun hatırına Ankara’yı
karşısına almayacağı değerlendirmesi dördüncü operasyon için
psikolojik kolaylık sağlıyor. Yine de bir yeşil ışık sorunu ve
kırılgan ekonomiye darbe vurabilecek gelişmeleri tetikleme korkusu
var. O yüzden SİHA’larla suikast, uzaktan obüs toplarıyla altyapıyı
felç eden atışlar, Suriyeli milis güçleriyle cephe hatlarını sıcak
tutma taktikleriyle adı konulmamış bir savaş yürütülüyor.
***
Yerel idari organların belirleneceği 11 Haziran seçimlerini
“ABD’nin desteğiyle bağımsız devlet kurma girişimi” olarak
değerlendiren bir bakış açısı yeni askeri operasyonun temelini
oluşturuyor. Bu minvalde 31 Mayıs’ta 8 nokta SİHA’larla vuruldu.
Bunlar öngörülen operasyonun kapsamını tayin etmeye yönelik deneme
atışları olabilir. Muhatap aktörlerin tepkilerine göre operasyonun
kapsam ve boyutları şekillenebilir. Suriye Demokratik Güçleri’ne
(SDG) göre 31 Mayıs’taki saldırılarda Kamışlı ve Tel Hamis
bölgelerinde iki askeri nokta, üç sivil araç ve bazı evler hedef
alındı; 4 savaşçı ölürken 11 sivil yaralandı. Muhaliflerin kanalı
SyriaTV’ye göre ise iki askeri karargâh ve bir araç imha edildi;
biri komutan 7 SDG üyesi öldü, ikisi yaralandı. Ayrıca vurulan
karargâhın yanında tarım arazisinde çıkan yangını söndürmeye
çalışan 5 sivil ikinci bir saldırıda yaralandı.
***
Biden yönetiminin seçimlerle ilgili ilk tutumu Erdoğan açısından
ön açıcı olabilir. Dışişleri Birinci Sözcü Yardımcısı Vedant Patel
31 Mayıs’taki basın toplantısında Rudaw muhabirinin sorusu üzerine
"Suriye'de yapılacak her türlü seçim, BM Güvenlik Konseyi'nin 2254
sayılı kararında belirtildiği üzere özgür, adil, şeffaf ve
kapsayıcı olmalıdır. Şu anda Kuzey Suriye'de bu tür seçimler için
koşulların mevcut olduğunu düşünmüyoruz. Bunu Suriye'nin
kuzeydoğusundaki bir dizi aktöre ilettik” dedi. Bu açıklama,
ABD’nin Şam Büyükelçiliği’nin Twitter hesabından da paylaşıldı. Bu
uyarı, 2017’de Irak Kürdistan’ındaki bağımsızlık referandumunu
zamansız bulup ertelenmesini isteyen ve bunu dikkate almayıp yola
devam eden Kürtleri, Kerkük’te yalnız bırakan Amerikan yönetiminin
tutumunu akla getirdi.
Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson referandumdan önce
Kürdistan yönetimine bir mektup göndermişti. Mektup referandumun
ertelenmesi halinde Kürdistan’ın statüsü konusunda Irak’la bir
yıllık müzakere sürecine girilmesini öneriyordu. Eğer Bağdat’la
müzakereler başarılı olmazsa ABD bağımsızlık için referandum
hakkının desteklenmesini garanti ediyordu. O vakit Trump yönetimi
azami baskı stratejisiyle İran’a odaklanmış, Irak’taki seçimlerde
iplerin Tahran’ın eline geçmemesi için müdahalelerini artırmış ve
Şii aktörlerin dengelenmesinde Kürtlerin merkezdeki rolünü daha
fazla önemser hale gelmişti. İran da referandumdan vazgeçilmesi
halinde tartışmalı bölgelerin kontrolünün Kürdistan’a geçmesini
sağlayacak bir müzakere süreci öneriyordu. Sonra Türkiye ve İran’a
sırtını veren Irak yönetimi Kerkük’ün kontrolünü geri alan askeri
müdahaleye girişirken Kürdistan’ın hamisi Amerikan yönetimi derin
bir sessizliğe bürünmüştü.
Şimdi ABD, Suriye’de ‘vazgeçin’ çağrısı yaptığına göre benzer
sonuçlar beklenebilir mi?
Suriye’deki durumu birebir Irak’takiyle kıyaslamak belki
yanıltıcı olabilir. Bu açıklama uyarının ciddiye alınmaması halinde
sonuçları hesaba katmış bir politikayı mı yansıtıyor? Yoksa
göstermelik bir uyarıdan mı ibaret? ABD yönetimi gerçekten seçim
sürecinin durdurulmasını mı istiyor? Yoksa “Benim ilgim yok”
diyerek sadece Türkiye’nin “ABD devlet kurdurtuyor” suçlamasını
bertaraf etmeye mi çalışıyor? Bu tutum Türkiye’nin gelecek askeri
müdahaleleri karşısında ABD’nin takınacağı pozisyonla ilgili bir
şey ifade ediyor mu? Şimdilik yanıtı yok.
Ama ABD’nin neyi istemediği aşağı yukarı belli. Türkiye’nin
karadan askeri müdahalesine karşı. Havadan yürütülen operasyonlar
karşısında ise ayar verici bir modda duruyor. Eğer Amerikan
güçlerini tehlikeye atacak, SDG ile ortak operasyonları etkileyecek
ya da sahada yeni bir güç konuşlandırmasını gerektirecek bir durum
olursa caydırıcı olabiliyor. Yoksa Türkiye’nin karşısına
çıkmıyor.
Beri tarafta ABD’nin oyun alanında yerel ortaklarını daha
organize, güçlü ve bütünlüklü görmek gibi bir önceliği var. ABD
şimdiye kadar özerk yönetimin geleceğiyle ilgilendiğini gösteren
güçlü bir izlenim vermedi. Bölgeyle iştigalini SDG’ye askeri
destekle sınırlayıp yönetimi siyaseten tanıma yoluna gitmedi. Irak
Kürdistan’ında olanın aksine burada özerk yönetimin geleceğini
garantileyecek tutarlı bir politika izlemedi. Türkiye ile
ilişkilerde tehlike sınırını görünce teskin taktiklerine başvurdu,
Ankara’nın hamleleri karşısında esneklik sergiledi.
***
Seçimler Türkiye’nin hedefe koyduğu kuzey şeridinden ziyade daha
güneyde Rakka ve Deyr el Zor’daki Arapları özerk yönetime entegre
edecek bir projenin parçası. Bir süreden beri Kürtlerin askeri ve
sivil yönetimde patron olduğuna dair Arap bölgelerinden gelen
itirazlar özerk yönetimin iç bütünlüğünü tehdit ediyor. 2014’te
kabul edilen Toplumsal Sözleşme 2012’de Afrin, Kobani ve Cezire’de
ilan edilmiş kantonları kapsıyordu. 2015’ten itibaren IŞİD’den
kurtarılan bölgelerde günlük işleyişin idaresi için askeri ve sivil
meclisler oluşturulsa da yapısal sorunlar giderilemedi. Siyasi
alanda Demokratik Birlik Partisi (PYD), askeri alanda Halk Koruma
Birlikleri’nin (YPG) merkezde olduğu hareketin etnik, dinsel ve
mezhepsel olarak karışık bir coğrafyada siyasi gündemini kabul
ettirmek için daha geniş bir çerçeveye ihtiyacı vardı. Suriye Kürt
Ulusal Konseyi (ENKS) bileşenlerini bile sisteme katamamışken
Araplar ya da rejimle bağları güçlü etnisiteler karşısında
meşruiyet sorununu gidermek kolay değil. Sahadaki koşulların
ürettiği rıza gönüllü ya da kalıcı ortaklık anlamına gelmiyor.
ABD’nin varlığından güç alan askeri kontrol de sürdürülebilir
olmayabilir. Bunun ne kadar kırılgan olduğu geçen yaz aşiret
isyanıyla görüldü. IŞİD’le mücadele içeride de dışarıda da eskisi
kadar meşruiyet kaynağı olamıyor. Yeni bir dinamizm lazım.
***
Özerk yönetimdeki aktörlerin aralıktan beri attığı bazı
adımlarla güdülen siyasi hesaplar anlaşılır. Önce Rakka ve Deyr el
Zor dahil IŞİD’den kurtarılan bütün bölgeleri kapsayacak şekilde
Toplumsal Sözleşme hazırlandı. Sözleşme Kuzey-Doğu Suriye Özerk
Yönetim Genel Meclisi tarafından 12 Aralık 2023’te onaylandı.
Ardından Cezire, Deyr el Zor, Rakka, Fırat, Tabka, Menbic ve
Afrin-Şehba adlarıyla 7 kanton, bunlara bağlı 6 büyükşehir, 45 il
ve 137 beldeden oluşan bir idari şema çıkartıldı.
Bu değişim Kuzey-Doğu Suriye Halklar Meclisi’ne bağlı ‘Gözlem
Kurumu’, ‘Merkezi Bütçe ve Ödemeler Ofisi’, anayasa mahkemesi
yerine geçen ‘Toplumsal Sözleşmeyi Koruma Mahkemesi’ ve ‘Yüksek
Seçim Kurulu’nun oluşturulması, seçim yasasının çıkarılması ve
yerel seçim hazırlıklarıyla devam etti. Kurumsallaşma ve bölgedeki
bütün halkları kapsama iddiasındaki bu dönüşüm şu önermeleri
içeriyor:
“Fırat’ın doğusu Kürdü, Arap’ı, Süryani’si, Türkmen’i, Çerkes’i
ve Çeçen’iyle bir bütündür”; “Müslümanlar, Hıristiyanlar ve
Ezidilerin hakları güvence altındadır”; “Burası Suriye’nin geri
kalanı için bir modeldir”; “Şam yönetimi bizimle müzakereye oturmak
zorundadır.”
Özerk yönetimin verdiği bilgilere göre 133 belediye için sandık
başına gidilecek. Cezire Kantonu’nda 67, Deyr el Zor Kantonu’nda
18, Fırat Kantonu’nda 16, Rakka Kantonu’nda 12, Tabka Kantonu’nda
9, Menbic Kantonu’nda 6 Afrin-Şehba Kantonu’nda 5 belediye için oy
kullanılacak. Bazı yerler Türkiye destekli güçlerin elinde.
Seçime 30 siyasi parti katılacak. Bunların 22’si PYD’nin başını
çektiği “Özgürlük İçin Halkların ve Kadınların İttifakı" adlı
ittifakta yer alıyor.
***
Türkiye ise PKK’den farklı görmediği PYD/YPG çizgisinin başka
halklarla ortaklığını güçlendirmesini, projesini büyütmesini ve
Fırat’ın doğusundaki yapıyı Suriye’ye alternatif bir oluşuma
dönüştürmesini ulusal güvenlik meselesi olarak ele almakta ısrarlı.
Askeri operasyonlara destek çıkan kesimlere baktığımız zaman
iktidarın tercihe uygun argümanları besleyecek üç noktaya
odaklandıklarını görüyoruz:
- PYD/YPG Kürtlerin tamamını temsil etmiyor. İşte ENKS de
PYD’nin askeri gücüyle kendini dayattığını ve ofislerinin ikide bir
saldırıya uğradığını belirtip seçimleri boykot ediyor.
- Toplumsal Sözleşme’nin beşinci maddesinde “Kuzey ve Doğu
Suriye Demokratik Özerk Yönetimi, Suriye Demokratik Cumhuriyeti'nin
bir parçasıdır” deniliyor. Devletin resmi adı “Suriye Arap
Cumhuriyeti”. Suriye Demokratik Cumhuriyeti olmadığına göre ileride
“Suriye’nin bir parçası değiliz” diyebilirler.
(Gerçi Toplumsal Sözleşme’nin sunuşunda “Kuzey ve Doğu Suriye
Demokratik Özerk Yönetimi, Suriye'nin ayrılmaz bir parçasıdır”
deniliyor.)
- Toplumsal Sözleşme’de 12 yerde “demokratik konfederalizm”
ilkelerine vurgu yapılıyor. Bu da PKK çizgisinin toplumsal
sözleşmeyi yazdırdığını teyit ediyor.
(Esasen bunu özerk yönetimin aktörleri de gizlemiyor. PYD
Başkanlık Üyesi Fevza Yusuf, “Demokratik ulus esasına dayalı
demokrasi, kadın özgürlüğü ve ekolojik bir yaşam üzerinde kendini
oturtuyor. Hem Önder Apo’nun paradigmasından hem de dünyadaki
demokratik sözleşme tecrübelerinden yararlandık” diyor.)
***
Suriyeli muhalifler arasında da bu değişikliklerle ilgili şu
değerlendirmeleri not aldım:
- “SDG kendi kontrolünü daha geniş bir coğrafyada
meşrulaştırıyor.”
- “Bölünme ve ayrılmanın gelecekteki meşruiyetini tesis
ediyorlar.”
- “Uluslararası sözleşmelere yapılan atıflarla süslenmiş
partizanca bir vizyon çiziliyor.”
- “Zorla dayatılan gerçekliğe bir tür siyasi ve toplumsal
meşruiyet kazandırma çabası.”
- “Pazarlık kartı elde etmeye çalışıyorlar.”
- “Sözleşme için 158 kişi içinden seçilen 30 kişilik komitenin
oluşturulduğu söylense de PYD’nin hakim olduğu yönetim tarafından
profesyonel bir ekibe yazdırıldı, meşruiyeti yok.”
- “Fiili otorite toplumsal sözleşmeyle kendine yasallık
kazandırıyor.”
- “Suriye'yi demokratik cumhuriyet ilan ettiler, bu adım, ülkeyi
gelecekte federal bir devlete dönüştürmeye yönelik oldu bittiyi
dayatma amaçlıdır.”
- “Cezire’de tanımlanan il sayısı, Arap yoğunluklu Deyr el Zor,
Rakka, Tabka ve Menbic’te tanımlanan il sayısından daha fazla. Bu
şekilde idarede Arapların yerini küçülten bir yapılanmaya
gidiliyor.”
***
PYD Eş Başkanı Salih Müslim, ABD’nin uyarısını “Türkiye’yi
kışkırtmamaya dönük diplomatik bir söylem” olarak değerlendiriyor.
“Kimsenin desteğini almadan, kimseye danışmadan böylesi bir seçim
gerçekleşiyor” diyor ve ekliyor: “Türk devleti seçimlerin
gerçekleşmemesi için elinden geleni yapacaktır. Fakat Kuzey ve Doğu
Suriye Özerk Yönetimi muhakkak bu seçimleri gerçekleştirecektir.
Halkımız geri adım atmadan sandık başına gidecektir.”
ABD’nin uyarısı ya da Türkiye’nin tehditlerine göre geri adım
atılması da ‘sonun başlangıcı’ senaryosuna malzeme çıkartabilir.
Sürecin ABD’nin güdümünde olduğu ve Türkiye’nin istediğini
yaptırdığı çıkarımları yapılabilir.
Öte yandan farklı inanç ve etnisitelerin yanı sıra kadınların
öne çıkarıldığı bir seçim sürecini tehdit etmenin ya da bozmanın
yankıları farklı olabilir. Türkiye ‘ulusal güvenlik tehdidi’
diyerek daha önce Batılı müttefiklerinden gördüğü anlayışı ya da
sessizliği bu kez göremeyebilir. Biden yönetimi de Kongre’den
gelecek tepkiler karşısında Dışişleri sözcüsünün çizdiği çizgide
kalamayabilir. Yine de hiçbir hesabın bir garantisi yok.