Kürt müzik grup / şarkıcılarından intihal tartışması sürüyor ya.
“Ganimetlerimiz” ortaya dökülmeye başladı.
Yıllar önce Moğolların davulcusu merhum Engin Yörükoğlu’nun
mekanında gittiğim müzik kursundaki Berklee mezunu ünlü müzik adamı
öğretmenimiz “İstiklal Marşı, anonim İspanyol halk şarkısıdır”
demişti.
Yok artık! diyeceksiniz biliyorum. Ünlü müzik adamını geçtiğimiz
günlerde arayıp buldum ve bir telefon görüşmesi yaptık. Yanlış
hatırlıyor olabilirdim çünkü. “Esinlenme” deyip konuyu yanlış
hatırlıyor muyum diye sordum. “Esinlenme falan değil, birebir
aynısı. Bu konuyu daha önce gündeme getirmedim, zaten saldırı
altında olan birçok değer var, bunu da gündeme getirmek sadece
zarar verir” dedi.
Yurt dışındayken duyduğunda şok geçirmesine sebep olan orijinal
kaydı o zaman plaktan kasete aktarmış, aradan geçen uzun yıllar
içerisinde şimdi artık o kayıt elinde yok. İspanya’da yapılacak
uzun bir arşiv taraması ormanda ağaç aramak gibi olur artık.
Tartışmalara pozitif katkı kültürümüz sıfırlandığı için anlamı da
yok zaten.
Bu iddia İstiklal Marşı’ndaki prozodi hatalarının nereden
kaynaklandığı konusunda da fikir veriyor. Tablo hiç de uygun
olmayan bir çerçeveye uydurulmuş gibi.
Asıl konumuz İstiklal Marşı değil tabii.
1970’lerde Bob Marley and the Wailers ile birlikte Reggae müziği
dünyayı kasıp kavuruyor. Müzik yapanların birbirleri ve akımlar ile
etkileşim içinde olmaları son derece doğal. Öyle ki Led Zeppelin
bile (Houses of the Holy albümündeki D’yer Maker parçası) Reggae
yapmış bir parçasında.
Eh bu kadar etkili olmuş bir akımın Türkiye’deki müzik
insanlarını da etkilemesi doğal bir durum.
Orhan Gencebay’ın müzik altyapısının çok iyi olduğu söylenir.
Müzisyen Nejat Alp Orhan Gencebay’ın Batı müziğini çok iyi takip
ettiğini anlatmıştı.
Ben “Hatasız Kul Olmaz” ile Bob
Marley’in “I Shot The Sheriff” parçası arasında bağ kurarım.
Marley’in parçasının çıkış tarihi 1972, Gencebay’ınkinin ise
74’tür. Reggae ritmi ile bizdeki “kostak ritmi” birbirine yakın
diye mi acaba? Ama iki parçadaki yürüyüş bir yana şu kısımları
(Marley 0:46) ve (Gencebay 0:59) karşılaştırdığımda benzerlik
ritmin ötesine taşıyor gibi geliyor bana. Deli saçması deyip
geçelim.
Bu esinlenmeler yadırganmalı ya da kınanmalı mı? Bu ayrı bir
tartışma. Mesela “Tanrı
Misafiri” gayet güzel yorumlanmıştır bence. Ebru Gündeş’in
tarzından bahsetmiyorum tabii, Ajda Pekkan parçayı alıp yeniden
yazmıştır adeta. Orjinali Feyruz’un olan parçanın adı “Arının Yolu” diye
çevrilebilir. Feyruz parçayı adına ve sözlerine uygun okumuş.
Ortadoğu - Türkiye müzik alışverişi bu parça ile sınırlı değil
elbette. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türkiye’de yaşayan Araplar
“titreyip kendilerine dönmesin” diye olsa gerek sokaklarda Arapça
konuşulmasının yanı sıra ortalığı kasıp kavuran Mısır filmlerinde
Arap müziği olan kısımlar sansürlenmiş ya da parçaların olduğu
yerlere Türkçe sözlü müzik monte edilmesi gibi siyasi ucubelikler
de sergilenmişti.
Ama aynı sistem “çalıntı” müziğin piyasada kullanılmasına ses
çıkarmamış ve onlarca parça dinleyiciye babamızın malı gibi
satılmıştı. Telif haklarının tek şartı parçanın orjinalinin
gerçekte kime ait olduğunun yazılmamasıydı. Alimallah, Türk milleti
o parçaların dejenere Batı’dan, bir hacı fışfıştan ya da Kürt’ten
(ç)alındığını bilseydi toplumsal bunalım yaşayabilirdik.
Yıllar içinde telif mahzurundan arındırılmış yüzlerce parça
başarıyla halka sunuldu. “Ada Sahillerinde Bekliyorum”dan başlayın
bir zamanlar yüz binler satan parçalara, plaklara; Orhan
Gencebay’dan Müslüm Gürses’e, Erkin Koray’dan İbrahim Tatlıses’e
kadar geniş bir yelpazedir bu. Bu saydıklarımızın yanında
saymadığımız onlarca kişi içinde Ferdi Özbeğen en başarılısıydı.
Yeteneğini “Feyruz madenini” keşfetmekle göstermişti.
Telif hakkı tartışmaları bir yana Türkçe versiyonunu başarılı
bulduğum bir parçanın ve grubun hikayesi var aşağıda:
Hikayemiz 1960’ların başına gidiyor.
Batı müziği 1960’lardan başlayarak Lübnan gençliğini de
fethetmişti. Beatles, Rolling Stones, Deep Purple, Led Zeppelin…
Öyle ki 1978’de biletleri beş saat içinde tükenen Rolling
Stones konseri iptal edildiğinde Beyrut günler süren şiddetli
gösterilere sahne olmuştu. Bu gösterilerin İsrail – Lübnan rekabeti
göz önüne alındığında politik yönünün olduğunu da gözardı etmemek
lazım elbette.
Lübnan o yıllarda da bugünlerden aşina olduğumuz yüksek
tansiyonlu günler yaşıyorken diğer yandan eğlence hayatı sürüyordu.
Bu linkten izleyebileceğiniz reklam filmi o dönem
hakkında fikir verebilir. Siyasi atmosferden kaçmak isteyen
gençlerin sığınağı ise rock müzikti. Gençler James Dean gibi jean
giyiniyor, Elvis saçları ile “kız tavlamaya” çıkıyorlardı.
Bu hava içinde siyasete uzak kalmak isteyen bir Müslüman üç
Hristiyan genç müzik yapmak için 1962’de bir araya geldi ve Cedars
(Sedirler) grubunu kurdu.
Önceleri bir müzisyenle “Top 5” adını kullanan grupta Zuheyr
‘Zad’ Tarmush davul, Joseph ‘Joe’ Shehadeh gitar, Albert ‘Al’
Haddad gitar ve Raymond ‘Ray’ Azuri bas gitar ve harmonika çalıyor
Shahade ve Azuri vokal yapıyorlardı.
Grup kısa sürede eğlence mekanlarının vazgeçilmezi oldu. Öyle ki
o dönemde meşhur El Hamra sinemasında Beatles’ın “A Hard Day’s
Night” filminin her gösterimi öncesinde konser veriyorlardı. Saç ve
giyim stilleri nedeniyle kendilerine "Lübnan’ın Beatles'ı"
deniliyordu.
Ünü kısa sürede Lübnan dışına taşan grubun rock müziğin kalbi
İngiltere macerası 1967’de başladı. Grup üyelerinin yakın arkadaşı,
babası İngiliz annesi Lübnanlı Richard Howes grubun Decca (müzik
şirketi) ile anlaşma yapmasını sağladı. Şirket grubun Batı taklidi
yerine “Arap motifleri ile” müzik yapmasının ticari açıdan daha
başarılı olacağını düşünüyordu. Bu görev Albert Haddad’a düştü.
Haddad iyi buzuki çalıyordu ve müziklerine buzukiyi de
eklediler.
“For Your Information” ile girdiler piyasaya. Sonuç
hayal kırıklığıydı. 45’lik plak listelere girememişti ve tam bir
piyasa başarısızlığına imza attılar. Sound'larına bakacak olursak
hiç de fena olmadıkları belli olan grup nedense soğuk İngilizlerin
hoşuna gitmemişti. Herkes İngilizler kadar zevksiz değil
elbette.
Buzukinin kullanılmasından kaynaklanan “sound aşinalığından”
olsa gerek, parça Türk dinleyicisine hiç de “yabancı” gelmedi.
Mavi Işıklar da bunun farkındaydı ve 1968’de “İyi Düşün Taşın”
adlı versiyonu yaptıklarında Türkiye’de ortalığı yıkıp
geçtiler.
Mavi Işıklar’ın “İyi Düşün Taşın” versiyonunu zevkle
dinlerim, Ajda’nın “Tanrı Misafiri” versiyonunu da. Feyruz delisi
Suriyelilere dinlettiğimde onlar da çok sevmişlerdi. Hatta
içlerinde Ajda’nın diğer parçalarını dinleyenler de var şimdi. Ne
güzel!
Romalılar Akdeniz’e “Mare Nostrum” derlerdi. “Bizim Deniz” yani.
Akdeniz gerçekten küçük. Ezgiler İspanya’dan Mısır’a, Lübnan’dan
Türkiye’ye çabuk ulaşıyor, arada bir yolunu şaşırıp uzaklarda
"eloğlundan" kıymet görmese de kendi coğrafyasını buluyor. Ah bir
de piyasa kurtları şu “çalma” huylarından bir vazgeçebilse! En
azından ilkel milliyetçi güruh gezegende yalnız olmadığımızı bilir,
saygıyı geçtik, başkalarının da üretebildiğini öğrenir belki.