Eylül 2021, Hollanda A Milli Futbol Takımı kampı. Teknik direktör Louis Van Gaal antrenmana verdiği molada yedek kulübesinden gelen sese doğru gidiyor. Frenkie De Jong’un telefonunda Formula 1 Hollanda Grand Prix’si açık. Oyuncular vatandaşları Max Verstappen’i izliyor. Huysuz ihtiyar Van Gaal yanlarına yaklaşıp hükmü veriyor: “Hakikaten bunu mu izliyorsunuz? Araba yarışı mı? Hayatta izlemem. ‘Miyöööv, miyöööv’ sesinden başka bir şey yok.”
Motor sporları futbol ve basketbol gibi daha yaygın sporların takipçileri tarafından genellikle küçük görülür. Ancak Formula 1 son yıllarda popülerlik açısından altın çağını yaşıyor. Herkes gençlerin spor müsabakalarını takip etmediğinden yakınırken iki saat boyunca aynı pisti turlayan araçlar nasıl gönüllere girdi?
YARIŞIN BÜYÜSÜ
Batılı beyaz ve zengin erkeklerin kendini eğlemek için bulduğu pahalı bir meşgalenin yüz yıldır istikrarlı biçimde beğenilmesi sebepsiz değil.
Bir sporun kitlelerde ne kadar karşılık bulabileceğini test etmek için çocukların gönlündeki yerine bakmak faydalı olabilir. Tıpkı top ve toplu sporlar gibi yarışın ve hızın da antropolojik bir karşılığı var. Her çocuk eline oyuncak araba alıp olabildiğince hızlı sürmeye çalışır. Roma dönemindeki at arabası yarışlarından bu yana insanlık hızlı giden şeylere bakmaktan hoşlanıyor. Yarışın özneleri de bunda etkili. Farklı renklerle bezeli, tuhaf sesler çıkaran, sokakta gördüklerimize hiç benzemeyen araçların, “büyümeyenlerin” gözünde farklı bir büyüsü var. Yarış, hangi araç ve kişilerle yapılırsa yapılsın insanın oyun tutkusuna cevap veriyor.
NASIL ÖLDÜ?
Ama tekdüzeliği aşmak kaydıyla. Batılı zengin beyaz erkeklerin dünyayı değiştirmek isteyecek son kesim olduğu ortada. Formula 1’in merkezindeki ikilem de buradan geliyor. Dünyanın olduğu haliyle kalmasını isteyen kaymak tabaka teknik açıdan en büyük yeniliklere imza atmanın veya bu yenilikleri finanse etmenin peşinde koşuyor. Bu çelişki bazen verimli sonuçlar bazense kısır dönemler getiriyor.
Batı dışında 1980’lerin sonundan itibaren televizyon yayınlarının ve Ayrton Senna, Alain Prost, Michael Schumacher ve Mika Hakkinen gibi pilotların yarattığı ilgiyle ciddi rağbet gören Formula 1 son yirmi yılda gözden düşmeye başlamıştı. Bunda Schumacher’in emekliliğinden puan hesabının karmaşık hale gelmesine, Batı merkezli kapalılığının bilgi çağına uyumsuzluğuna kadar birçok faktör etkiliydi.
Küreselleşmeyi denedi. 2004’ten itibaren yarış takvimi yedi iklime uğrar oldu. 1996 sezonunda Kuzey Amerika ve Avrupa haricinde sadece Avustralya, Brezilya ve Japonya Grand Prix’leri yapılıyordu. Son 18 yılda ise Türkiye, Çin, Rusya, Azerbaycan, Bahreyn, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Singapur, Hindistan, Meksika, Katar, Güney Kore gibi yeni yarışlar takvime girip çıktı, kimisi kalıcı oldu. Birçoğu demokrasinin hüküm sürdüğü yerlerden ziyade otoriter rejimini dünyaya hoş gösterme derdindeki ülkelerdi. Formula 1 araçlarının gürültüsü halkların bağırışını bastırabilirdi. “Sportswashing” (sporla itibar aklama) trendine uygundu.
Genişleme siyaseti yerel heyecanlar yaratsa da doğrudan global popülarite getirmedi. Politik doğruculuk çağı da bunda etkiliydi. Çok para ve güzel kadınlar üzerinden dönen maço söylemin miadı dolmuştu. Başka türlü bir genişlemeye ihtiyaç vardı.
AMERİKA KAYNAKLI DİRİLİŞ
Formula 1 yarışları Uluslararası Otomobil Federasyonu (FIA) bünyesinde yer alan Formula One Group adlı şirketler topluluğu tarafından yönetiliyor. 2017 yılında Formula One Group Amerikalı medya şirketi Liberty Media tarafından 4.6 milyar dolara satın alındı. Amerikalılar spor pazarlaması konusundaki maharetini F1’e taşıyacaktı.
İlk ve belki de en önemli adım sanal genişleme oldu. Formula 1 o güne kadar dışa kapalılığıyla ün yapmıştı ama sosyal medya çağında gizemli olmak sıkıcıydı. İnsanlar görmek istiyordu. Bu eğilime cevap veren organizasyon sosyal medyayı aktif kullanmaya, padoktan, pit duvarından “kulis” görüntüleri paylaşmaya başladı. Geçmişte pilotları “yarış arkası” görüntü paylaştığı için cezalandıran F1 yönetimi gözden ırak olanın gönülden de ırak olacağını kavramıştı. İlk kez organizasyon için bir tema müziği belirlendi. Red Bull Racing başta olmak üzere takımlar da F1 araçlarının yer aldığı “avantür” videolarla internette görünür hale geldi.
F1’in doğası da buna uygundu. Sporları genellikle iki sebepten dolayı takip ederiz: Bir, herkes yapabileceği için. Futbolu çok seviyorsanız siz de bir top alır, sokağa çıkar oynarsınız. Herkesin oyunu olması bundandır. İki, kimse – ya da çok büyük çoğunluğumuz – yapamayacağı için. Formula 1 gibi sadece yirmi pilotun yarıştığı ve içinde bulunmak için yıllarca hazırlık yapmanız ve yaklaşık 10 milyon Euro harcamanız gereken bir sporu “ben de yaparım” diye izlemezsiniz. Sizi gerçeklikten uzaklaştırması hoşunuza gider.
'QUEEN’S GAMBİT', GÜNTHER STEINER, LEWIS HAMILTON
Ama ne kadar uzak olduğunu iyice görerek bu uzaklığa yakınlaşmak istersiniz. Formula 1’in dirilişinde çokça referans yapılan faktörlerden biri Netflix yapımı Drive to Survive. Sürücülerin ve takım yöneticilerinin pist içi ve dışındaki hayatını anlatan, yarış görüntülerine, takımlar içindeki ve arasındaki entrikalara yer veren belgesel dizisi Formula 1’in dirilişinde ciddi pay sahibi oldu.
Aslında beklenen bir şey değildi. Dizinin ilk sezonunda Mercedes, Red Bull ve Ferrari gibi iddialı takımlar yapımı ciddiye almamış, ilgi göreceğini tahmin etmemişti. Ancak Haas gibi küçük bir markanın ve takım yöneticisi Günther Steiner’in bir anda yıldız haline gelmesi diğer ekipleri de harekete geçirdi. Neticede Netflix 2018 sezonundan bu yana Formula 1’in dünyaya açılan penceresi haline geldi. Dahası, organizasyona sadece popülerlik vermiyor, nakit ödeme de yapıyordu.
Netflix etkisi kulağa abartılı gelebilir ancak popüler kültürü belirlemede oynadığı rol tecrübeyle sabit. Bir dönem ortalığı kasıp kavuran, bir satranç şampiyonunun hikayesini anlatan Queen’s Gambit’in en rağbet gördüğü günlerde ABD’de satranç takımı ve aksesuarı satışları birkaç haftada yüzde 125 artmıştı. Dünyada da benzer bir etki görülmüştü.
Yine de Formula 1’deki yenilenme bundan ibaret değildi. Öncelikle tarihin ilk siyah F1 şampiyonu Lewis Hamilton’ın tam yedi kez bu başarıya ulaşması, Hamilton başta olmak üzere kimi sürücülerin yarışların düzenleneceği bazı ülkelerin politikalarına tepki olarak LGBT+ bireyleri temsilen gökkuşağı desenli kasklarla piste çıkması, dört şampiyonluğu bulunan Sebastian Vettel’in Ukrayna işgali üzerine Rusya GP’sini boykot edeceğini açıklaması ve yarışın takvimden kaldırılması, ayrıca iklim değişikliğiyle mücadele kapsamında araç yakıt ve emisyonlarda düzenlemeye gidilmesi gibi, sporun farklı paydaşlarından gelen kimi gerçekçi kimi göz boyamaya yönelik hamleler olumlu rol oynadı.
Sportif rekabet de F1’in lehine işledi. Mercedes’in üst üste yedi şampiyonluğunun ardından geçen yıl şampiyonun son yarışın son turunda belli olması müthiş heyecan yarattı. Bu sezon ise Formula 1’in açık ara en çok taraftarı bulunan takımı Ferrari’nin seneler sonra yeniden iddialı hale gelmesi ilgiyi pekiştirdi.
ZAMANA DOĞRU YARIŞ
Ancak bütün bunların ötesinde bir sebep daha var: Formula 1 kendini çağa uydururken çağ da kendini Formula 1’e uydurdu. Mesela futbol ile arasındaki uçurum giderek kapanıyor.
Şımarık milyarderlerin meşgalesi olmak artık otomobil yarışlarına özgü bir ayrıcalık değil. Geçmişte motor sporları ile arasına sınıfsal mesafe koyanların, zengin sporu olduğu için hakir görenlerin –mesela futbolseverlerin– tutunacak dalı kalmadı. Formula 1’de hiçbir zaman bir işçi takımı, sosyalistlerin ekibi, azınlıkların temsilcisi olmamıştı. Futbol da aynı yolda F1 aracı hızıyla ilerliyor. Formula 1’de çokça dalga geçilen “paralı pilot”, anlamsız ev sahipleri ve keyfi idari kararlar artık futbola da yabancı değil. Tıpkı F1’de olduğu gibi futbolda da sermaye oyunun geleneksel merkezlerinin dışına kaymaya başladıkça sporu bugüne getiren temeller demode sayılmaya ve sarsılmaya başladı.
Konu sadece para da değil. Louis Van Gaal’in Ajax’la Şampiyonlar Ligi finalini kazandığı 1995’te maç yayınlarında topa sahip olma istatistiği bile verilmezdi. Bugünkü futbol ise rakamlar oyunu. Geçmişte sayılarla dolu F1 yarış ekranı sıradan bir futbol seyircisine pek bir şey ifade etmiyor, hatta anlamsız ve karışık geliyordu. Bugün ise dijital okuryazarlık geliştikçe pilotlar arasındaki süre farkları, lastik yaşı, pit stop süresi gibi bilgiler hem anlaşılır hem de zevkli hale geldi.
Etik ve politik yüklerden de kurtulduk. Her spor için. Stadyum inşaatlarında binlerce işçinin öldüğü Katar’da hem F1 Grand Prix’si hem Dünya Kupası yapılıyor. Suudi Krallığı alenen gazeteci öldürüyor ama Premier Lig’den kulüp satın alabiliyor, hatta Cidde’de antrenman turları sırasında pistin 16 kilometre yakınındaki Aramco (F1’in önemli sponsorlarından Arap petrol şirketi) depolarına Yemen’den roket saldırısı düzenlense de yarış programı aksamıyor. Durmak yok, şova devam.
Hele böyle bir sezonda. Hafta sonu Azerbaycan Grand Prix’si var. 22 yarışlı sezonun sekizinci mücadelesi pazar günü TSİ 14.00'te başlayacak. Takvimin en güzel cadde pistlerinden biri sayılan Bakü’ye gidilirken son şampiyon Red Bull Racing’den Max Verstappen, Scuderia Ferrari’den Charles Leclerc ve yine Red Bull’dan Sergio Pérez arasında sadece 15 puan var. Ayrıca Mercedes’in bir şekilde rekabete dahil olup olamayacağı merak konusu. İzlenir mi? İzlenir. Her halükârda UEFA Uluslar Ligi’nden iyidir…
Not: Yazıdaki bazı bilgiler için S Sport ve Digitale Racing kanallarındaki yayınlarından faydalandığım Serhan Acar ve Mehmet Ali Selışık’a teşekkür ederim.