Foucault'nun gözünden II. Dünya Savaşı, aşk ve felsefe

David Macey'in kaleminden Michel Foucault biyografisi, Fatih Demirci çevirisiyle Runik Kitap tarafından yayımlandı. Filozofun eşcinsel kimliğini, gönül ilişkilerini ve II. Dünya Savaşı sonrası Fransası’nı da irdeleyen çalışma, Foucault’yu tanımak için iyi bir kaynak.

Abone ol

Yayın dünyasına düşün ve yazın tarihinin önemli isimlerinin biyografilerini peş peşe yayımlayarak hızlı bir giriş yapan Runik Kitap, bu sene kurulmuş olmasına –ve pandemiye- rağmen, üretime devam ediyor. Deneyimli editör ve çevirmen Erkal Ünal’ın hazırladığı kitaplar –özellikle geçtiğimiz yüzyılın- tarihsel şahsiyetlerinin perde arkasında kalan kişisel yaşantılarını mercek altına alıyor. Bahse konu olan kitaplardan biri, çalışmalarında psikanalizi ve Marksizm’i bir araya getirmeye çalışan ve başta University of London, Nottingham Üniversitesi ve Leeds Üniversitesi olmak üzere pek çok akademik kurumda ders veren, eleştirel teori alanında Fransızcadan İngilizciye altmışa yakın kitap çeviren David Macey’in kaleme aldığı Michel Foucault biyografisi.

Üç kardeşin ortancası olarak 1926 yılında -Fransa’nın köylerinden- Poitiers’te dünyaya gelen Foucault’nun büyüyünce doktor olacağı düşünülür. Zira babası ve dedesi doktordur ve Foucault’ya düşen de bu geleneği takip etmektir. Annesi de küçükken doktor olmak istemiş fakat kız çocuklarının okumaması gerektiği söylenerek engellenmiştir. Engellenen anne de bütün emeğini çocuklarının eğitimine harcamıştır. Bugün Foucault’un evrensel bir şöhrete sahip olmasının en önemli sebeplerinden biri de annesinin zihin açıcı eğitimidir.

Michel Foucault, David Macey, Çevirmen: Fatih Demirci, 154 syf., Runik Kitap, 2020.

Foucault, çocukluğu hakkında pek konuşmasa da, 1975’te yaptığı bir radyo röportajında, “var olmanın bilgiyle mümkün olduğu bir ortamda büyümüş olduğunu zaman zaman düşündüğünü” söyler. Ona göre bu ortam, kardeşler arasında bir rekabetçilik doğurmuştur ve işe yarayan tek şey bir başkasından daha fazla bilmek, başkasından daha iyi yapmaktır.

David Macey, kaleme aldığı biyografide Foucault ve babası arasındaki ilişkiye ayrıca değinir. Yazara göre, ikili arasında sorunlu bir ilişki vardır. Bir dedikoduya vurgu yapan Macey, Foucault’yu tıptan tiksindiren kişinin babası olduğu söyler. Bir muayenesi sırasında, hastayı “tam bir erkek yapmak” için uzvunu kesen baba Foucault, bir anı oğluna zorla izlettirir. Bu olaydan Foucault’nun çok etkilendiğini söyleyen yazar, her ne kadar ayrışan yönleri olsa da ikilinin benzeşen özelliklerinin de olduğunu iddia eder. Tıpkı babası gibi Foucault’nun kendini bir “teşhis uzmanı” olarak ilan ettiğini ve hakikatin taşıyıcısı olmaktan çok şimdiye dair bir kodlama merakının olduğunu dile getiren Macey’e göre, babasının tedavi sırasında hasta bedeni üzerinde seyrettiği agresif tavrın aynısını, Foucault da çalışırken kağıt üzerindeki işlerinde yapmaktadır. Foucault’un “Neşteri kaleme dönüştürdüm” sözünü, bu bağlamdaki düşüncesi üzerine referans gösteren Macey’e göre filozofun, kitapları okurken en ince ayrıntısına inmesi ve alıntıları “organ nakledercesine” toplayıp kendi çalışmalarına eklemlemesi, bu düşüncenin en nesnel ispatıdır.

Foucault’nun eğitim aldıktan sonra gerek yurt dışında yaptığı işlere ve akademik kariyerine değinen Macey, Foucault’un hiç yokluk çekmediğinin üzerinde durur. Mezun olduktan sonra hemen iyi bir maaşla işe başladığını ve her ne kadar iş değiştirse de sabit maaş hadisesinin ömrünün sonuna devam ettiğini söyler. Kitap telifleri ve ders ücretleri de cabasıdır. Fakat buna rağmen gösterişi sevmediğini ve hatta umursamaz bir şekilde giyindiğini dile getirdiği düşün insanının, bir röportajda niye sürekli kot pantolon, beyaz tişört ve siyah deri ceket giydiği sorusuna kahkahayla yanıt verdiğini iddia eder.

Foucault’nun çalışma biçimi, kitabın başlıca konularından bir tanesidir. Her daim yerde bağdaş kurarak ve dizlerinin üzerine koyduğu bir tahtayı masa gibi kullanarak çalışan Foucault’nun ömrünün son günlerine kadar bu şekilde çalıştığı bilinir. Alıntıları elle temize çekmenin bir egzersiz olduğunu, bu durumun saplantı gibi görünse de fotokopi çektirmenin metnin ruhunu öldürdüğünü iddia eden Foucault’nun kütüphane müdavimi olduğu da tanıkların sıkça ifade ettiği bir başka gerçektir.

Kitabın bir diğer özelliği, Foucault’nun çalışmalarının ortaya çıkış koşullarına ve eserlerine çağdaşlarının yaptığı eleştirilere yer vermesidir. Filozofun düşünsel dünyasının, dönemin atmosferinin ve yazarın siyasal pozisyonun da bir araya getirilmesiyle ortaya çıkan çalışmaların ön aşaması ve sonrası Foucault’yu tanımak için fırsat sunuyor. Filozofun eşcinsel kimliğini, gönül ilişkilerini ve II. Dünya Savaşı sonrası Fransası’nı da irdeleyen çalışma, Foucault’yu tanımak için iyi bir kaynak.