Fransa seçimleri ardından: 'Neoliberalizme elveda mı?'
Faşizme karşı Avrupa sol cenahın tepkisinde büyük artış gözleniyor. Umut verici olan budur. Neoliberal politikalar artık gözde olmak bir yana halk nezdinde de geçerliliği yitiriyor.
AB parlamentosunda Fransa’yı temsilen RN (Ulusal Cephe)’nin tarihinde görmediği oyu alması üzerine Macron’un meclisi feshetmesi ve ardından yine 30 Haziran ilk turda yüzde 33’e çıkan aşırı sağ oyları. İkinci turda 7 Temmuz gecesi bu açıdan tarihi bir yanıta sahne oldu. Fransa’da 100 yıl önce olduğu gibi birleşen sol Yeni Halk Cephesi (NFP) adı altında seçimin birincisi oldu. Yalnız hiçbir parti parlamentoda yeterli çoğunluğu sağlayamıyor. 577 üyeli Ulusal Meclis’de 289 parlamenter için koalisyon görüşmeleri devam edecek. Yeni Halk Cephesinde; Boyun Eğmeyen Fransa Hareketi, Sosyalist Parti, Yeşiller ve Komünist Parti temsil ediliyor.
NFP’deki sol ittifak partilerinin ortak teması Neoliberalizme doğrudan karşı çıkmaları.
Geri kalan partilerin Neoliberalizme destek verdiğini söyleyebiliriz. Özellikle, göç politikaları, sosyal yardımlar, asgari ücret, emeklilik yaşı gibi Neoliberalizmin acımasız eleğinden geçen konulu seçimlerde Fransa solunun tek vücut olarak birinci parti çıkması hem 1789 Fransız devriminin ülkesi Fransa hem de bütün dünyaya ders niteliğinde. Zaten NFP lideri Mélenchon da seçim sonrası konuşmasında taviz vermeyeceklerini belirterek şartlarını açıkladı: Asgari ücreti tekrar 1600 Euroya yükseltmek, emeklilik yaşını yeniden 64’den 60’a indirmek ve Filistin’i tanımak. Diğer partilerin bu koşulları kabul etmesi mümkün gözükmüyor. Çünkü onlar Neoliberal dünyadan. Anayasa gereği; önümüzdeki dönem 1 sene yenilenemeyecek seçimler nedeniyle (erken seçim yok), uzun görüşmelerin ve tartışmaların olması bekleniyor. 289 üyeyi kotarmak için harekete geçen Macron yönetimi NFP’nin bu taleplerine nasıl tepki verecek? Partisi “Cumhuriyet için hep birlikte” sloganıyla seçime girerek yaklaşık yüzde 29 oy aldığına göre bir sorumluluğu var.
Yalnız Macron’un partisi Meclis'teki aritmetiğini geriletmiş durumda. 250 olan milletvekili sayısını 168’e (120 milletvekili kazanması öngörülüyordu) düşürdü. Bu oy kaybı Fransız halkının aslında ekonomi politikalarına ve aşırı sağa olan tepkisi.
Bu tepkinin bir yansıması olarak, RN (Ulusal Birlik) göçmen karşıtı politikalarla sandalye sayısını 89’dan 143’e (220 milletvekili çıkarması bekleniyordu) çıkardı. Aşırı sağın 3. parti olmasından çok, siyasetteki ağırlığının artması da gündemde öte yandan. Sol ittifak da, yüzde 33 civarı oy alarak sandalye sayısını 150‘den 182‘ye çıkardı ve en çok parlamentere sahip parti oldu. Aşırı sağa karşı sol ve bazı merkez sağ adayların seçimden çekilmesi ve seçime katılımın Fransa tarihinde 45 yıldan beri gözlenmeyen düzeyde artması (yüzde 67) bu sonucu belirledi.
Kilitlenmiş gibi gözüken siyasal mecrayı hangi anahtar açacak belirsiz.
Belirleyici olan “Fransa’nın kumaşını dokuyan göçmen” politikaları. Aşırı sağ eğilimli Ulusal Birlik (RN) partisinin başkanı Bardella’nın Paris banliyösünde göçmen çocuğu olarak büyüdüğünü düşündüğümüzde, konu daha da derinleşiyor. Önce Yahudi karşıtlığıyla başlayan yolculuğu göçmen karşıtlığına dönüştüren politikalar İtalya’da halen uygulanıyor. Tüm Avrupa’da aşırı sağın göçmen karşıtı düşüncelerle yükselişine tanık oluyoruz. Bu ortamda Fransa solunun birleşerek tek bir potada buna karşı çıkması ve birinci parti olması takdire şayan elbette. Bu olgunun dünyada yankıları olacaktır. Fakat diğer yandan kapitalizmin ucuz emeğe olan ihtiyacı, daha fazla sömürerek sermaye sınıflarına artı değer aktarma ihtirası bitmedi ve bitmeyecektir. En zenginler liginde serveti 100 milyar dolar ve üstü olan sermaye sahipliğinde Fransızların da temsilcileri olduğunu, Macron’un bu zenginler üstündeki vergi yükünü hafifletmeye çalıştığını biliyoruz.
Zaten Fransa, bir yandan 60 milyar doları geçen askeri harcamaları ve yüzde 5,5 bütçe açığına kaynak yaratmak zorunda. Bu kaynağın sermayeden alınması ancak Neoliberalizme karşı çıkışla mümkün. Enflasyon hızında başarılı (yüzde 2,10) bir performans ortaya koymasına rağmen bütçe açığındaki hızlı yükseliş sosyal harcamaları tartışmaya açıyor ne yazık ki. Çünkü Neoliberalizmin tek bildiği emekçi sınıfların harcamalarını vergilendirmek, buna karşılık onlara hak yerine, hayırseverlik (charity, sadaka) benzeri yardımlarla telafi mekanizmaları yaratmak. Bunu da belirli kıstaslarla zaman içinde bütçe açığına göre ayarlamak onlar için hayati önemde. Fransa vergi yükünde Avrupa birincisi bir ülke: toplanan verginin ulusal gelire oranı yüzde 40’ların üstünde.
Bu olgu Fransız Neoliberalizminde devletin ekonomideki belirleyici konumunu ortaya koyuyor. Kıyamet de buradan kopuyor: Devlet harcamaları nasıl belirlenecek? Asgari ücrette kısıntı ve emeklilik yaşının yükseltilmesi konuları emekçi haklarını sınırlayan unsurlar. Seçime tek bir çatıda giren ancak 4 parçalı olan solun tutumu çok belirleyici bundan sonrası için. Başbakanlığa aday olacak sol liderin karşı tarafları ikna gücü kadar, dünyadaki ekonomi politik ortam da çok belirleyici olacak. Bugünden yarına Neoliberalizm hemen yıkılmayacak elbette. Bununla birlikte tartışma kıvamı artacak, siyasetteki belirsizlik ya solun ya da aşırı sağın gelecekteki konumunu belirleyecek. Muhafazakar dünyanın merkezinde Neoliberalizme karşı tepkiler nedeniyle oylar düşerken, Fransız RN örneğinde olduğu gibi, faşizme kayan kesimlerinde göçmen sorunu kaynaklı halk desteğinde artış gözlendiği söylenebilir. Öte yandan, Britanya seçimleriyle birlikte değerlendirildiğinde, faşizme karşı Avrupa sol cenahın tepkisinde de büyük artış gözleniyor.
Sol tepki halkın çoğunluğunu alacak yeterlilikte olmasa bile epey bir mesafe alan düzeyde. Umut verici olan budur..Neoliberal politikalar artık gözde olmak bir yana halk nezdinde de geçerliliği yitiriyor.
* Prof.Dr., Marmara Üniversitesi, İktisat Fakültesi, İktisadi Gelişme ve Uluslararası İktisat Anabilim Dalı öğretim üyesi