Fransa’daki seçim sonuçlarına dair: Galibiyetin ardındaki zayıflık, yenilginin içindeki zafer

Macron’un ülkeyi yönetebilmesinin, vadettiği istikrarı sağlamasının tek yolu keskin şekilde bölünmüş ve rejime karşı hıncı giderek artan halk kitlelerini bir şekilde birleştirmekten geçiyor.

Abone ol

Selman Saç

Fransız halkı önümüzdeki 5 yıl boyunca ülkeyi yönetecek süper başkanını seçmek için geçtiğimiz pazar sandık başına gitti. İkinci tur seçimlerinin kesin sonuçlarına göre Emmanuel Macron yüzde 58,54 oy alarak ikinci kez cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu. Ukrayna savaşıyla sarsılan Avrupa, kendisini Çin ve Amerika bloku karşısında egemen bir birlik haline getirmek isteyen Macron’un seçilmesiyle şimdilik rahat bir nefes almışa benziyor. Zira hakikaten de Merkel’in çekilmesinden sonra Macron’un kaybının yaratacağı sarsıntıyı atlatması pek kolay olmayacaktı. Ancak hem seçim sonuçları hem de ülkenin mevcut durumu dikkate alındığında aynı rahatlığın henüz Macron için söz konusu olmadığını söylemek gerekir. Chirac’ın 2002 galibiyetinden sonra ikinci kez ipi göğüsleyen ilk isim olması Macron için şanlı bir zafer gibi görünse de bir dizi kırılganlıkla, meydan okumayla karşı karşıya. Bu anlamda Macron için daha önce başka yazımda da ifade ettiğim üzere bir tür Pirus zaferinden bahsetmek gerekir. Seçim sonuçları üzerinden bu durumu netleştirmeye çalışayım.

MACRON İÇİN ZORLU VE KIRILGAN BİR BAŞLANGIÇ 

Macron, Fransa’da bulunan toplamda 48,7 milyon kayıtlı seçmenin sadece 18,7 milyonunun oyunu alarak cumhurbaşkanı seçildi. Bu sonuçlar, bir önceki seçimlere (2017) göre yaklaşık 2 milyon oy kaybettiği anlamına geliyor. Üstelik 68 Mayıs’ının gölgesinin düştüğü 1969 seçimlerinden sonra gerçekleşen en düşük katılımlı seçimden bahsediyoruz. Sonuçlara göre Fransızların yüzde 28,01’i sandığa gitmemeyi tercih etti. Bu orana, geçersiz (yüzde 2,25) ve beyaz oy (yüzde 6,35) kullanan seçmenleri de dahil ettiğimizde iki aday arasında tercihte bulunmak istemeyen 16,6 milyonluk koca bir kitle karşımıza çıkıyor. Daha da somutlaştırmak gerekirse Macron’un gerçek temsil gücünü göstermek açısından herkesin oyu hesaba katıldığında şöyle bir tablo söz konusu: Macron’un oy oranı yüzde 38,5’e, Le Pen’nin yüzde 27,3’ denk düşerken, her ikisini de tercih etmeyenlerin oranı yüzde 34’ü buluyor. Dolayısıyla bu sonuçlar, bize seçmenin yaklaşık üçte birini temsil eden Macron’un taviz vermeden ya da büyük bir direnişe yol açmadan ülkeyi dilediği gibi yönetmesinin artık pek de mümkün olmadığını gösteriyor.

Macron’un kırılganlığının ikinci nedeni de seçim sonrası araştırmaların da gösterdiği üzere aldığı oyların neredeyse yarısına yakınının Le Pen karşıtlığıyla verilmiş olması. Bu durumu en net şekilde Mélenchon’un seçmenleri üzerinden doğrulamak mümkün. Ipsos-Sopra Steria’nın seçim sonrası anketine göre Mélenchon seçmeninin yüzde 42’si Macron’a yüzde 17’si Le Pen’e oy verirken yüzde 41’i ikisini de tercih etmedi.  Nitekim ilk turda Mélenchon’un yarışı önde bitirdiği Marsilya (yüzde 59,84), Nantes (yüzde 81,15), Toulouse (yüzde 77,48) gibi kentlerde Macron ezici bir oranla ipi göğüsledi. Benzer şekilde ilk turda gençler arasında açık ara geride olan Macron 18-24 ve 24-35 yaş arası gruplarda da yarışı (sırasıyla yüzde 61 ve yüzde 51) önde tamamladı. Dolayısıyla Macron’a oy verenlerin önemli bir kısmı onunla mücadeleyi seçim sonrasına bırakmak koşuluyla oy verdi. Kendisi de bu durumun son derece farkında olacak ki zafer konuşmasında “biliyorum ki birçok yurttaş bugün taşıyıcısı olduğum fikirleri desteklediği için değil, aşırı sağa karşı baraj oluşturmak için oy verdi… ben herhangi bir kampın adayı değilim, bütün Fransızların başkanıyım” demek zorunda hissetti. Dolayısıyla Macron yüzde 25’leri geçmeyen sadık seçmeninden daha çok geriye kalan büyük bloku hesaba katmak zorunda kalacak. Buradaki temel çelişki ise merkez sağ diyebileceğimiz kendi seçmeni Macron’un ‘reformcu’ çizgisini desteklerken özellikle seçim oyununun dışında kalmayı tercih eden kesimlerin bu reformlara şiddetle karşı çıkması. Hiçbirini küstürmeden yoluna devam etmesi epey bir maharet gerektirecek. Elbette son görev süresi olmasının konforuyla daha suya sabuna dokunmayan bir başkan olmayı da tercih edebilir. Ancak hem temsilcisi olduğu büyük burjuvazinin baskısı hem de enarque'lığının (elit okul mezunu) beslediği kibri bunun pek de olası olmadığını gösteriyor.

Görünürdeki zaferinin içinde bir tür yenilgiye de işaret etmemin bir başka nedeni ise bu ana kadar ülkenin en önemli politik olayı olan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin tek başına anlamını yitireceği bir momente girilmiş olmasıdır. Beşinci Cumhuriyet (1958-…) altında belli koşullara bağlı olarak cumhurbaşkanı bir yandan anayasadan aldığı güçle (16. Madde) ülkeyi adeta bir diktatörlüğe dahi götürebilecek yetkilere ya da Meclis’e başvurmadan belli reformları doğrudan çıkarabilme kabiliyetine sahipken öte yandan belli durumlarda (kohabitasyon) son derece sınırlı ve zayıf bir alana hapsolmak zorunda kalabilmektedir. Nitekim Fransız yarı başkanlık sistemi (1962’den beri) aktörün karakterine göre bukalemun özelliği gösterirken kohabitasyonun varlığına bağlı olarak parlamentarizm ile süper başkanlık arasında salınan bir sistem görünümündedir. Dolayısıyla Fransa’da cumhurbaşkanının tam yetkili bir lidere dönüşmesi, muktedir olması kendisiyle uyumlu bir meclis çoğunluğuna sahip olmasına bağlı. Bu yüzden hazirandaki meclis seçimleri gerçekleşene kadar Macron’un zaferine rağmen önceki dönemine benzer şekilde mutlak egemen olduğu bir durumdan bahsetmek, hatta nihai zaferinden dahi söz etmek şimdilik pek mümkün değil.

Her ne kadar 2000’lerden beri tepedeki çatışmayı önlemek adına bir tür kohabitasyonlardan sakınma dürtüsünden, bu anlamda mecliste de cumhurbaşkanının partisine çoğunluğu vermek şeklinde bir geleneğin varlığından bahsedilebilse de Macron’un sergilediği 5 yıllık neo-liberal ve otoriter pratik bu yürütme gücünün bir şekilde dengelenmesi gerektiğine dair fikri güçlendirdi. Tam da bu yüzden temel politik aktörler arasındaki hegemonik mücadelenin ana aksını şimdilik Meclis aritmetiğini ve kabineyi belirleyecek hazirandaki Genel Seçimler oluşturuyor. Halihazırda cumhurbaşkanlığı seçimleri boyunca uzlaşmaz bir tavır sergileyen Fransız solu neredeyse tüm aktörleriyle yasama meclisi için güç birliğinin imkanlarını zorluyor. Benzer bir çabaya merkez sağ ve aşırı sağda da yakın dönemde tanık olabiliriz. Zira kâğıt üstünde neredeyse silinen merkez/geleneksel partiler için haziranda yapılacak meclis seçimleri bir tür ölüm kalım yarışına dönüşmüş durumda. Son iki cumhurbaşkanlığı yarışında büyük kan kaybeden merkez sağ (Cumhuriyetçiler) ve merkez sol (Sosyalist Parti) kurumsal kapasiteleri, yerel dinamikler dolayısıyla belediyelerde bir şekilde güçlü kalmaya, hakimiyetlerini sürdürmeye devam ettiler. Yeni dönemde bu partilerin toparlanamaması yerele de sıçrayacak bir güç aşınmasına, bu anlamda Fransız kurumsal siyasetinden tamamen silinmelerine yol açabilir. Haziran seçimlerinin bu anlamda da hiç olmadığı kadar hayati olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla hakikaten de bir tür üçüncü turdan, bitmemiş bir seçim sürecinden bahsetmek mümkün.

Meclis seçimlerinde Macron’un partisinin (LREM) çoğunluğu elde edememesi durumunda Meclis çoğunluğunu dikkate alması gerektiği için arzu etmediği bir başbakanı ve kabineyi atamak zorunda kalabilir. Toplumsal halk katmanlarının süper başkanlık yorgunu olduğu akılda tutulursa haziranda buna dönük bir sınırlandırma arzusunun açığa çıkması olası görünüyor. Böyle bir sonuçla karşılaşılması durumunda ulusal politikayı belirleme ve yürütme konusunda yetkili olan başbakanın varlığı her halükârda Macron’u sınırlandıracaktır. İki iktidar odağının ya tavizler vererek uyumlu bir görünüm sergilemesi gerekecek ya da birinin diğerine diz çöktürmesi kaçınılmaz olacaktır. Macron’un meclis çoğunluğunu elde etmesi durumunda ise kararlı şekilde arzuladığı reformları devam ettirmek ya da daha ılımlı bir çizgiye çekilmek şeklinde iki seçenek önünde duracaktır. İlkini tercih etmesi sokağı tekrar karşısına alması anlamına gelecektir. Ben her halükârda başka yerde de vurguladığım üzere bir süreliğine hem yasama seçimlerinin varlığı hem de toplumsal tepkinin ihtimalini hesaba katarak kısa vadeli tavizler (ya ekolojist bir başbakan ya da daha ılımlı bir kabine…) vermesini bekliyorum. Ancak uzun vadede (daha şimdiden ekonomi bakanı Bruno Le Maire’in de gerekirse meclisi de dolanarak emeklilik yasasını geçirebileceklerini ima etmesinin de gösterdiği üzere) bir önceki dönemine benzer şekilde yine zenginlerin başkanı olmanın hakkını vereceğini düşünüyorum. Dolayısıyla nasıl bir sonuç elde edilirse edilsin, kurumsal siyasetin tepesinde duran, seçim sandığına sıkıştırılmış bir demokrasinin susturamayacağı koca bir memnuniyetsizler kitlesi var olmaya devam edecek. Macron bunun karşısında ya geri adım atacak ya haziran genel seçimlerinde seçmen kendisine geri adım arttıracak veyahut halkın mücadelesi demokrasinin de gereği olarak sokaklarda, amfilerde, fabrikalarda sürmeye devam edecek.

YENİLGİ Mİ ZAFER Mİ? LE PEN'İN NEŞESİ NEREDEN GELİYOR? 

Avrupa’nın en istikrarlı aşırı sağ geleneğinin sürdürücüsü konumundaki Le Pen klanı, bir kez daha ikinci tura kaldığı üçüncü seçimde de (2002-2017-2022) amacına ulaşamadı. Ancak 2002’de baba (Jean-Marie) Le Pen sadece 5,5 milyon oy alırken kızı Marine Le Pen 2017’de 10,6 milyona, son seçim olan 2022’de de 13,2 milyona ulaştı. Böylece Ulusal Birlik’in adayı bir önceki seçime göre oy sayısını 2,7 milyon arttırmayı başardı. Le Pen 2017’de sadece 2 bölgede yarışı önde bitirirken bu seçimde Fransa anakarasında 3 bölgeyi kazandı ve 2017’de Macron’un silip süpürdüğü denizaşırı toprakların da 8’inde (üçünde Macron) yarışı önde bitirdi. Yapılacak basit bir simülasyon dahi Le Pen’in neredeyse ülkenin her yerinde oy sayısını arttırdığını, Macron’un ise oy kaybettiğini gösterecektir. Üstelik seçime doğru yapılan düelloda Macron karşısında Le Pen’in savunmaya hapsolan kötü performansı olmasaydı bugün bıçak sırtı sonuçları konuşuyor olacaktık.

Macron ikinci tura giderken seçimi kazanmasının büyük ölçüde Le Pen’e olan karşıtlığı keskinleştirmekten geçtiğini çok iyi fark etti. Bu yüzden rakibini sürekli şekilde sağ temaları dillendirmeye zorlayarak seçmenler için aşırı sağ tehdidin azımsanmaması gerektiğini gösterdi. Hatta Le Pen’in seçilmesini bir tür cumhuriyetin ve AB’nin sonu olarak lanse etti. Le Pen bu cendereyi kıramamasının bedelini tahminlerden 4/5 puan düşük oy alarak ödedi. Yine de buna rağmen Nazi işbirlikçisi Pétain deneyimi yaşamış ve bir şekilde aşırı sağ geleneğin DE (tüm şeytanlaştırmadan çıkma çabalarına rağmen) bu dönemle ilişkilendirildiği bir ülkede Le Pen’in yüzde 41,46 oy almasının uzun vadede sarsıcı etkileri olacaktır. Yenilgisine rağmen aşırı sağın Fransa’da yerleşik hale gelen en güçlü politik hareketlerden biri olduğunu söylemek mümkün. Bu anlamda olası zafere bir adım daha yaklaştırdığı ölçüde tolere edilebilir bir yenilgiden bahsedebiliriz. Tam da bu yüzden seçim sonuçlarını değerlendirdiği konuşmasında Le Pen, sonucu zafer olarak tanımlayıp Fransızları asla terk etmeyeceğini dile getirdi. Başka bir yazının konusu olsa da aşırı sağın eriştiği bu güçte uzun süredir aşırılığa meyletmekte epey mahir olan Fransa’nın geleneksel siyasetinin de (özellikle Sosyalist Parti ve şu an Cumhuriyetçiler’le temsil edilen merkez sağın bilançosu) büyük bir etkisinin olduğunu söylemek gerekir.

Seçim sonuçlarına dair son birkaç şeyi vurgulamak için mevcut Fransız Cumhuriyeti’ne bakmanın anlamlı olduğunu düşünüyorum. 1958’den beri deneyimlenmekte olan Beşinci Cumhuriyet’i yarı başkanlık, monarşik doğa, elit/enarque yönetimi ve iktidarı ılımlı merkezde tutma çabası olarak çerçevelemek mümkün. 1980’lere kadar görece sorunsuz ilerleyen bu yapı, bu tarihlerde hem ekolojik partinin hem de aşırı sağın görünür olmasıyla çatırdamaya başladı. Rejimin sürdürücüleri bir yandan kabuğu parçalatmamak, kurumsal yapıyı bozmamak adına büyük bir direnç gösterirken öte yandan politik kertede ertelenen, ertelendikçe de giderek büyüyen krizlere yol açtı. Bu ötelenen kriz hali toplumsal alanda da giderek büyüyen daha keskin sınıfsal, kimliksel ve coğrafi ayrışmalara neden oldu. 2017 seçimleri Macron’u cumhurbaşkanlığına taşıyarak politik krize geçici bir çözüm getirirken, toplumsal yarılma giderek derinleşti. 2022 seçim sonuçları bu kriz halinin ve toplumsal kutuplaşmanın (özellikle ekonomik ve jenerasyonal yarılma) şiddetleneceği bir başlangıca işaret edebilir. Nitekim seçimlerde Macron görece refah içindeki bölgeler olan ülkenin batısından, merkezinden ve güney batısından oy alırken Le Pen daha yoksul kuzey, kuzey doğudan oy aldı. Bu verileri tamamlayacak şekilde daha eğitimli ve kentli seçmenler Macron’a yönelirken kır ve görece eğitimsizler Le Pen’i tercih etti. Macron’un ülkeyi yönetebilmesinin, vadettiği istikrarı sağlamasının tek yolu keskin şekilde bölünmüş ve rejime karşı hıncı giderek artan halk kitlelerini bir şekilde birleştirmekten geçiyor. Macron’u bu rotaya hazirandaki seçimler zorlamazsa şayet yeniden sokakların ısınması içten bile değil. Resmin tamamını görmek için muhtemelen çok fazla beklemek zorunda kalmayacağız…