Hep ilgiyle ve hep bir şeyler
öğrenerek takip ettiğim, nihayetinde farklı kollarımızın
ortak eseri olacak
Devrimimizin önde gelen kıymetlerinden Metin Çulhaoğlu’na sevgi
ve saygıyla
Kanısındayım…
‘Bir’in altını hususiyetle çizeyim; sebebine
geleceğim…
Evvele biraz dertleneyim; unutuyorum… Çook…
Misal… Yıllar önce okumuştum; ama adı sanı ne idi, nerede
okumuştum, öykü müydü; kimin idi?...
Hatırlamıyorum… Aziz Nesin’indi… Evet evet
onundu, diye diye bakındım etrafa…
Aradım taradım, tırmaladım sağı solu, lakin ııh, yok,
bulamadım…
Halbuki derdimi anlatmaya hayli yardım edecek, hele leb demeden
leblebiyi anlayacak olanlar kolayca kıssa çıkaracak, ben de uzuun
uzun izah etmeyecektim derdimi…
Belki şimdi siz şıp diye hatırlar da bendenizi hafızamın ettiği
bu eziyetten kurtarırsınız; müellifinin (bak yine; galiba Aziz
Nesin’di) hoş görüsüne sığınarak, zihnimde kaldığı kadarıyla,
mecburen ve muhtemelen hayli modifiye ederek anlatayım…
Bizimki, yazarlığa heves etmiş, büyük bir eser doğurmanın
sancılarını çekiyormuş havalarında dolaşıp durur…
Huzursuzdur biraz da…
MIZMIZ HEVESKÂR
Sevenlerinin, eşinin dostunun dikkatinden kaçmaz onun bu ruh
halî; yalnız bırakmazlar, yardım etme telaşıyla sorarlar:
- Neyin var, niye bu kadar mutsuzsun?.. Sanki bir şeyler aranıp
duruyorsun da…
Bizimki ikiletmez her bir şeyi anlatır; yazar olmak istediğini,
kafasında çok ses getirecek bir eser tasarladığını ama fakat yazma
şartlarını bir türlü sağlayamadığını söyler…
Dostları kolay canım, derdin o olsun hallederiz rahatlığıyla,
“Mesela?” diye sorarlar…
Yazar heveslimiz, “Biliyorsunuz bizim ev çok kalabalık,
çalışacak odam yok, kendimi veremiyorum eserime bir türlü”
diye sızlanır…
Eş dost, şimdiki zamanelerimizin tabiriyle, “o
bizde” derler; demekle kalmaz, el ele verir, bir
yıllık kirasını denkleştirdikleri bahçe içinde müstakil bir ev
tutarlar; büyük bir yaratıcıya yardım etmenin huzuruyla, anahtarı
teslim ederler yazar adayı arkadaşlarına…
Meşgul edip alı koymama hassasiyetiyle kapısını bile çalmazlar-
ihtiyaçlarını dahi kapı önüne parmak ucunda yaklaşıp, sessizce
bırakarak toz olmak dışında…
Ama hani kulakları da hep kirişte, başarmış olmanın tatlı
yorgunluğunun yüzüne çöktüğünü görmek istedikleri arkadaşlarından,
“Şu kadar yazdım, az kaldı” muştusunu duymayı beklerler, sabırsız
ve sessizce…
Lakin nafile…
“Büyük bir şiir yazacağım, tanrım bana bu şiiri
bağışla” havalarında dolaşan ahbaplarının mutsuz
çehresiyle karşılaşınca, hayal kırıklığına uğrarlar…
Toparlanıp, hemen sorarlar telaşla, “Ne oldu?.. Ne bu
hâl?!”
Bizimkisi yine “Çalışamıyorum çünkü…” diye mızırdanır…
Ahbap çevresi, ilahi sen de, deyip, ikiletmezler, hemen
yazarlara yakışır antika masayı çalışma odasına yerleştirirler; “Al
işte istediğin gibi masa, beğenmezsen değiştiririz…”
‘Masa’yı aynı mızırdanmalarla, zengin bir kütüphane ve… ve…
takip eder; tüm talepler tak demeden şak diye anında yazarımızın
hizmetine amade kılınır…
HEP MAZERET HEP MAZERET
En son, “Güzel kalem olmadan yazamıyorum” dediğinde bile “Yuh
artık” çekilmez; bilakis, her zamanki âlîcenaplık gösterilir, kimi
Japonya’daki emice oğluna, kimi İsviçre’deki kayınçoya, kimi… haber
salar, dünyanın en gözde markalarından bir düzine kadar kalemi
yazarımızın masasına koyarlar…
Yeter ki sevip sayıp kolladıkları dostları muradına ersin; ne
zamandır tasarladığını söyleyegeldiği eserini tamamlasın?..
Onlar da belli etmemeye çalıştıkları gururla, “Bizim de tuzumuz
var yahu” huzuru içinde, mahallerinden çıkan yazar arkadaşlarıyla,
komşu çocuğuyla böbürlensinler; kendileri yazmış gibi etrafa caka
satsınlar az biraz, tüm istedikleri bu…
Eee sonuç?..
Yok, daha toplanıyorlar…
Ha bire toplanıyor, sonra dağılıyor ama bir süre sonra yine
biraz farklı bir kompozisyonla ve bu kez yine fiyakalı mı fiyakalı
adla yeniden bir araya geliyorlar…
Hâlihazırda sosyalistlerin yer aldığı iki ‘masa’ var:
SOSYALİST GÜÇ BİRLİĞİ…
EMEK VE ÖZGÜRLÜK İTTİFAKI…
Heyyyy…
Nidanızı duyar gibi oldum; ha tamam, pardon….
Öyle ya, haklısınız; siz, revize ettiğimiz hikâyenin sonunda
kaldınız; ne oldu eser verebildi mi, bizim mızmız yazar
heveslisi, onu merak ediyorsunuz… (Sahi sizce başarmış
olabilir mi?)
Bendeniz ise tutmuş sosyalist sol mihverli ‘masa’lara
dalmışım…
Yok, sanmıyorum, unutkanlığımdan yakındım ama bunadığımı
düşünmüyorum... (henüz)
Hiç değilse aklım gittiği için yazının akışından sapıp, pulluğu
başka tarlaya atmadım; sosyalist ittifaklar mevzusuna
ilişmedim…
Bilakis, bile isteye, taammüden… ustanın (galiba) öyküsünü
taklitten hareketle kasıt, sözü tam da buraya bağlamaktı…
Bizim yazmak için ha bire mazeret üreten heveskâr
edebiyatçımız misali, sosyalist solumuzun, memleketin ihtiyaç
duyduğu emekçiden yana siyasi boşluğu dolduracak sistemli ve
kararlı elzem müdahalenin, sadece sözünü edip durmasına, ötesine
bir türlü geçememesine takılmak(tı) zaten muradım…
Sarf edilen zahmetli çaba, verilen emekler başımız üstünde;
haksızlık etmek ne haddime…
Lakin… Teşbihte hata olmaz; haksız mıyım, biraz karikatürize
etsem de hakikat bu değil mi?..
KİMSE ALINMASIN DEMİYORUM; NE MÜNASEBET, HERKES
MEŞREBİNCE ALINSIN DİYE YAZIYORUM ZATEN…
Atalardan “… yerim dar” yadigarını da ödünç
alabilirdim, şartlardan yakınmaktan, ‘yazmaya’ geçemeyen mızmız,
misali demeye getirdim…
Sezon açıldı, isterseniz, “Futbol fena halde hayata
benzer” repliğine sarıp, futbol analojisi yapalım…
Yapsak, hazırlık kampından bir türlü maça çıkamayan
takım benzetmesi mi münasip kaçar…
Yoksa 90 dakikayı saha kenarında ısınma hareketleriyle
tamamlayan futbolcu benzetmesi mi izah eder, bizim örgütlü
sosyalistlerin vaziyetini, bilemedim…
Velhasıl:
Sıradan bir yurttaşın sosyalistlere sitemi, bir “kitle”
unsurunun çığlığı diye de okunabilir.
Kendisini ‘komünist gazeteci’ sayan hor görülesi
“örgütsüz bir sosyalist”in söz hakkını kullanması olarak
da değerlendirilebilir burada ifade edilenler; gaye itibariyle hiç
fark etmez…
Hoş, ben ikincisini yeğlerim…
Ve şunu demek isterim:
Şimdi(lik) sosyalist cenahtan iki ittifak/’masa’ çıktı…
Ve failleri, emek verip öncülük edenleri, haklı olarak
oluşumlarının toplumda genişleyen halkalar şeklinde heyecan ve
helecan yaratmasını ve giderek cazibe merkezine dönüşmesini
hedeflemekte…
Tıpkı daha önce ÖDP, HDP, Haziran Hareketi, Sosyalist
Meclisler Federasyonu… misali pek çok girişimde olduğu
gibi…
Kritik saydığım iki soru şu:
ESAS MESELE BİR ARAYA GELEBİLMEKTE YA DA NE KADAR SOL
SOSYALİSTİN “BİRLEŞEBİLDİĞİ”NDE Mİ?
Keza mesele, ne-yi nasıl ve kim(lere dayanarak yapacağımız
sorusunun cevabında ortaklaşmakta; mücadele programı ve
hedeflerinin filan tayininde mi?
Yoksa?...
‘Yoksa’ kısmına isteyen istediğini yazabilir…
Ben şimdi ve akabindeki yazı(lar)da yukarıdaki sorulara
odaklanacağım…
Sosyalist sol da ortaya çıkan iki ittifakın; Sosyalist Güç
Birliği ile Emek ve Özgürlük İttifakı’nın basına yansıyan
açıklamalarını kurcalayarak tartışmaya çalışacağım…
Peşinen burada söyleyeceğim şu:
Çok sık karşılaşılan “ah bir birleşseler” temennisini tekrar
etmeyeceğim; muhtemelen çoğumuz gibi bana da gına geldi, nakarata
dönüşen bu beklentiden…
Dahası ve esas mühimi şu:
HERKESİN, TÜM SOSYALİST ÇEVRELERİN AYNI ÇATI/İTTİFAK
ALTINDA TOPLANMASI HESABI GERÇEKÇİ DEĞİL…
Ayrıyeten lüzum da yok demesem de...
Hâldeki resme göre artık ziyadesiyle naif kaçan bu
beklentinin peşinde koşmaya harcanmamalı enerji…
Kanımca gerçekleşebilir olan ve hatta pek çok bakımdan verimli
de olacak olan şu:
Farklılıkların muhafazası meşru sayılarak aynı hedef
doğrultusunda hareketin koordine edilmesi; sanırım hayatın
akışına uygun reel hedef bu ve açılımı şu:
Herkes meşreplerine göre oluşturduğu ‘masa’ ya da
ittifakta istediği programı, istediği güçlerle harekete geçirmeye
çalışabilir…
BENZER YA DA AYNI TALEPLER ORTAK PAYDALAR ŞEKLİNDE
FORMÜLE EDİLEREK, AYNI MENZİLE DOĞRU ORTAK YÜRÜYÜŞ KÜMELERİ
OLUŞTURULABİLİR…
Misal.
SEDAT PEKER’İN TOPLUMA MAL OLAN İFŞALARINDAN HAREKETLE
“YOLSUZLUK VE YOKSULLUĞA KARŞI KAMPANYA”, HER İKİ SOSYALİST
İTTİFAKIN KENDİ CÜMLELERİYLE YÜRÜTTÜĞÜ ORTAK KAMPANYA OLARAK NEDEN
ÖRGÜTLENEMESİN Kİ?
Neyse…
Şüphesiz bu AYRI ÖRGÜTLENME/İTTİFAK ORTAK
MÜCADELE temennisini dillendirerek, çok da yeni bir şey
söylemiş olmuyoruz…
Zira buna benzer hatta neredeyse farklı ifadelerle neredeyse
aynı öneriler vaktiyle dillendirildi… (Misal: “Muhalefet
Meclisleri”)
Vaktiyle, diyorum ama belki de hâlâ gündemdedir de ben
bilmiyorum… (böyleyse affola!..)
Bunlara girmeyeceğim zira baştan mesafe doğurabilir en yakın
“rakip”ten gelen teklif…
Bu nedenle 1979 Nikaragua Devrimi’ne önderlik
eden FSLN/Sandinistalar[1] tecrübesi üzerinden
derdimi anlatacağım…
FSLN’nin, bileşimini oluşturan üç
örgütün birbirine zıt MÜCADELE TARZLARINI aynı hedefe,
Nikaragua’nın ‘tek adamı” Somoza diktatörlüğüne karşı NASIL
BİRBİRİNİ TAMAMLAYAN ZENGİNLİK OLARAK KOORDİNE ETME KABİLİYETİ
GÖSTERDİĞİNİ ve bu suretle muzaffer olduğunu
satırbaşlarıyla resmetmeye çalışacağım…
FSLN’nin “kökleri üç tarlada olan bir ağacı üç yönden
sulayarak büyütmesi”; her oluşumun yapısını koruyarak aynı menzile
doğru yönlendirme/kumanda etme ferasetini göstermesi, farklı
kümelenmelerin ortak hareketini örgütlemeye çalışan Türkiye
sosyalist hareketine feyz verebilir…
Hayır, yapılmak istenen tabii ki ‘model’ önerisi
değil…(Katiyen)
Başlıktaki “bir” ibaresine atfen girizgâhta
belirtiğim, “‘Bir’in altını hususiyetle
çizeyim” demenin hikmeti de şu:
Sadece ve sadece yakın dönem dünya devrim
mücadele tarihinden bir tecrübeye, model
çıkarma/taklit etme şablonculuğuyla değil, ilham kaynağı
olabilir mi diye dikkatlere sunmak için, ayak üstü şöyle
bir bakıp çıkacağız FSLN tarzının seyrine…
Gelecek yazıda…
Not:
[1] FSLN: Frente Sandinista de Liberacion Nacional/Sandinist Ulusal
Kurtuluş Cephesi, Temmuz 1962’de Carlos Fonseca Amador, Silvia
Mayorga ve Tomas Borge tarafından kuruldu. Temmuz 1979 Nikaragua
Devrimi’ne önderlik etti.