Sevgili okurlar sıkıldığınızı tahmin edebiliyorum ama yazık ki benim sıkılma lüksüm bile olmadığından yine İstanbul Sözleşmesi hakkında yazacağım. Son yazımdan kısa bir alıntıyla başlamak istiyorum konuya. KONDA Ağustos’20 Barometresi adlı kamuoyu araştırmasında, İstanbul Sözleşmesi, iki soruyla yer almış ve detaylı analizle sunulmuştu. Sözleşme hakkında bilgisi/fikri olmadığını söyleyenlerin kapladığı geniş gri alan üzerine düşünmek, konuşmak gerektiğini çünkü iktidarın bu alan üzerine strateji kurmuş olma ihtimalini yazmıştım. “Türkiye genelinde İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmalı diyenlerin oranı yüzde 7 ama Sözleşme’de kalınmalı diyenlerin oranı da sadece yüzde 36. Arada dehşetengiz bir gri alan var ve anlaşılan Erdoğan bu gri alana oynayarak tartışmaya açık tutuyor konuyu.” Evet, toplumun yüzde 58’i fikrim yok cevabına yerleşmiş.
Ev kadını, kategorisinde yüzde 74 oranına yükseliyor bilgi sahibi olmadığını söyleyenler. Oysa 2020 yılının Temmuz ve Ağustos ayları boyunca, her mecrada İstanbul Sözleşmesi, gündemin üst sıralarındaydı. Ancak her mecra derken büyük bir yanılgıya düştüğümü, Seda Sayan hatırlattı. Nedenlerine bu yazıda yer yermek gerekmiyor ama herkesin bildiği gibi en çok izlenen televizyon gündüz kuşağında ve akşam dizilerinde hiç yoktu. Son günlerde Seda Sayan’ın İstanbul Sözleşmesi için “gerekirse Erdoğan’a yalvaracağı” yönündeki açıklaması bu nedenle çok kıymetli. Kadın hareketi, gündüz programlarına girebilse keşke veya ‘bir yolunu bulup bu programlarda yer edinmeli artık’ dedirten cinstendi sözleri. Aslında yıllardır komşularımdan, yakınlarımdan pek çok kadının, ‘sizler bu programlara girmeli, orada anlatmalısınız, herkes bunları izliyor’ uyarılarına muhatap olduğumu da itiraf etmeliyim, yeri gelmişken. Gerçi bu yöntem hiç denenmemiş değil. Hayli zaman önce Uçan Süpürge adına sabah kuşağı programlarından birisine katılım gerçekleştirildiğini hatırlıyorum. Katılımın izleyici kitle üzerinde olumlu sonuç yaratıp yaratmadığı, etki analizi yapılıp yapılmadığı yönünde bilgim yok ama tekrar denenebilecek bir yöntemse galiba şu günler tam sırası. Atı alan Üsküdar’ı geçmeden önce yapılacak son işlerden birisi, bir eylem türü olarak görülmeli, denenmeli.
Atı alan Üsküdar’ı geçmeden önce yapılacak son işlerden birisi olarak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’dan randevu istenmişti. İktidara ve Erdoğan ailesine yakın kaynaklara dayandırılan haberlerden, İstanbul Sözleşmesi konusunda izlenecek politikanın belirlenmesi için Fuat Oktay’ın, yol haritası hazırlamakla görevlendirildiğini öğrenmiştik. Partili kadınlardan ve milletvekillerinden bazılarıyla ve kadın sivil toplum örgütleriyle görüşüldüğü/görüşüleceği yönünde haberler yayınlanmıştı. Ömer Çelik keza bu konuda her kesimle görüşülmeye açık olunduğunu beyan etmişti. Kadınların eşit yurttaşlık hakkı ve şiddetsiz yaşamak için hayati öneme sahip İstanbul Sözleşmesi’nin etkin uygulanması ve karalama kampanyalarına teslim olunmayarak, tartışmalara son verilmesi amacıyla görüşlerini aktarmak isteyen EŞİK- Eşitlik İçin Kadın Platformu, randevu talebini Fuat Oktay’a iletmişti. Tabii feminist ilkeler gereğince karar vericilerle gerçekleştirilen her türlü iletişimin şeffaf olması açısından basına ve kamuoyuna duyurulmuştu, randevu talebi. Henüz yanıtlanmadı, bir yanıt gelir mi o da belli değil ama iktidar mensuplarına, partili kadınlara konuşma yasağı getirildiği de yansımıştı basına. Gizlilik içerisinde, sessizce İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılıp çıkılmaması yönünde görüşmeler yapıldığını ve bazı yol haritaları hazırlandığını herkes biliyor. İki alternatifli yol haritasından söz ediliyor.
Kadın sivil toplum örgütlerinden görüşler alınıyorsa gerçekten bu örgütlerin isimlerine dair hiçbir şey bilmiyoruz. Gerçi iktidara yakın olsun olmasın pek çok dindar kadın örgütünün de İstanbul Sözleşmesi lehindeki açıklamalarını göz önüne alarak haklarından vazgeçmeyeceklerini söylemek gerekir. Tabii Fuat Oktay koordinasyonunda gerçekleştirildiği söylenen bu görüşmeler gerçekten kadınların görüşlerini toplayarak değerlendirmek şeklindeyse kadınların vazgeçmeyeceğine şüphe yok. Peki ya bu toplantılar/çalışmalar, kadınlardan görüş toplama için değil de onları, alınmış bir karara(?!) ikna etmek için yapılıyor olabilir mi? Pek çoğu 28 Şubat sürecinin sembollerinden ‘Nur Serter’in ikna odası’ deneyimini halen canlı şekilde hatırlayan dindar kadınlar bir kere de şimdi Fuat Oktay tarafından kurulan ikna odası deneyine tabi tutuluyor olabilir mi? ‘Böyle daha güzelsin’ yönlendirmesiyle iradeleri baskılanmak istenen kadınlar, şimdi parti, devlet, millet yararına gibi gösterilerek, ‘böyle daha güzel olacak’ minvalindeki sözlerle yerli ve milli sözleşme(?) için İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeye ikna edilmeye çalışılabilir mi? Pekala mümkün ve mümkün oluşunun bazı işaretleri de var. Ama bu işaretlere geçmeden önce genellikle unutulan bir gerçeğe dikkat çekmek yararlı olur. 28 Şubat kadınlar için çok iyi bir mücadele deneyimiydi. Darbe sürecinden sonra gelen Ak Partili yıllarda iktidara karşı mücadele etmeye ihtiyaç duymasa bile iradesinin bir şekilde baskılanmasına boyun eğeceğini sanmam. Seküler kadınların da dindar kadınların da kadın kazanımlarından vazgeçmeye niyeti yok, bundan eminim.
Fakat iktidarın ikna kapasitesinin yüksekliğini ve olası ikna halinde tehlikenin ne kadar büyük olduğu hatırdan çıkarılmamalı. Evet, böyle bir ikna çabası içine girildiğini gösteren işaretler var demiştim. Bu işaretlerden birincisi Adalet Bakanlığı sitesinde, kadına yönelik şiddetle mücadelede yeni önlemler alınacağına ve bu önlemlerin neler olduğuna ilişkin bir genelge yayınlanmış olması. Etkin mücadele için yeni önlemler olarak sunulanların detayına girmeden İstanbul Sözleşmesi ve 6284 çerçevesinde zaten yapılması gerekenleri içerdiğini belirteyim, sadece. İktidarın, kadına yönelik şiddetle mücadele azminden bir şey kaybetmeyeceğini göstererek dindar kadınlar ikna edilmek isteniyor olabilir.
İşaretlerin ikincisi, yüzlerce kadının CİMER başvurusuna gelen cevaplarda gizli. Yaklaşık bir ay önce iki gün süren bir eylemle kadınlar, CİMER kanalıyla iktidar sahiplerine özetle: İstanbul Sözleşmesi'ni tartışma süreciyle kadına yönelik şiddet arasındaki doğru orantıyı, hakların müzakereye açılmasıyla şiddetin yükselişi arasındaki ilişkiye dikkat çekmişti. Devletin anayasal yükümlülükleri de hatırlatılarak Sözleşme’nin etkin ve ayrımsız uygulanması istenmişti. Yaklaşık iki hafta önce gelmeye başladı cevaplar ancak bir makine tarafından otomatik yanıtlanıyor gibi hepsi birbirinin kopyası yüzlerce yanıt var şimdi kadınların elinde. İki versiyon tespit edildi bu otomatik cevaplarda. Biri kısa biri uzun ama iki tür cevapta da kesinlikle İstanbul Sözleşmesi ima yoluyla bile geçmiyor. Kadınların isteği ile alakası olmayan ve “kadına yönelik şiddetle mücadelenin mağdurlar arasında ayrımcılık yapılmadan yürütüldüğü” şeklinde özetlenebilir bu cevaplar. Sözleşme'den çıkılması yönünde karar alındığı için veya cevaplayan memurun bu ihtimale karşı konumunu koruma refleksiyle, İstanbul Sözleşmesi’nin adının geçmediğini düşündürüyor.
Bir diğer işaret de yazının başında değindiğim gri alanla ilişkili. Çok geniş bir kesimin Sözleşme hakkında bilgisi, fikri olmayışı yani karşıt iki görüşten birine kazandırılmaya açık oluşları üzerine iktidar bir strateji kurmuş olabilir. Dindar kadın örgütleri ve AK Parti içindeki kadınlar, İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekilmesine ikna edilebilirse bu gri alan kolaylıkla kırmızıya boyanabilir. Başta İstanbul Sözleşmesi olmak üzere kadın kazanımlarının her birini kültürel emperyalizmin unsurlarından sayan bir zihniyet hakim bugün iktidara. Kültürel hegemonyaya karşı kültürel muhalefet çıkışıyla Sözleşme karşıtlığı arasında çok belirgin bir ilişki var. Zaten bu nedenle yerli ve milli sözleşme(?) ihtimali dillerde dolaşıyor. Bana kalırsa dindar kadınlar bu zokayı yutmaz ama iktidar kesinlikle denemeye doymaz. Her ihtimale karşı o yerli ve milli sözleşmenin, Rusya’nın elindeki taslakla ilişkisini incelesin herkes. Rusya diplomasisi, İstanbul Sözleşmesi aleyhine kimi ülkeleri ikna için kullandığı bu taslakla bizimkilerin kapısını da elbet çalmıştır. Yerli ve milli mi yoksa sadece Batı karşıtı mı, insan hakları hukuku ve eşitlik karşıtlığı mı İstanbul Sözleşmesi’ne itirazın adı?