Futbolun çılgın projesi: Avrupa Süper Ligi

Bu işte bir neoliberallik var. En güçlünün aynı zamanda en mağdur olduğu hakikat sonrası futbolda, devlerin Avrupa Süper Ligi inadı bitmiyor, sadece şekil değiştiriyor. Yeni Şampiyonlar Ligi en büyükleri kurtarma derdine düşerken sahte evrensellik iddiasıyla küçük kulüpleri unutulmaya doğru itiyor…

Abone ol

Suat Başar Çağlan   @caglan_suat

Son 20 yıldır belli aralıklarla futbol dünyasının gündemine gelen bir “çılgın proje” var. Genellikle Avrupa Süper Ligi olarak anılan bu organizasyon, futbolun tamamen küreselleştiği ve kulüplerin pandemi kaynaklı darboğazla boğuştuğu şu günlerde somutlaşmak üzere. Avrupa Süper Ligi isminin oluşturduğu olumsuz havadan kaçınmak için şimdilik bu planın başka bir varyasyonu olan genişletilmiş Şampiyonlar Ligi’ne odaklanıldı. Hakikat sonrası dünyada anlamsız inatlar makul itirazlarla karşılaşınca bir yana bırakılmıyor; şekil değiştirip yola devam diyor.

Bu seferki taslak, karşı görüşlerin yüksek sesle ve farklı yerlerden dile getirilmesi sebebiyle şekil değiştirmek zorunda kaldı. FIFA ve kıta konfederasyonları kendilerinden bağımsız böyle bir oluşumu kesinlikle veto etti ve böyle bir ligin kurulması halinde söz konusu organizasyona katılan kulüplerdeki oyuncuların FIFA müsabakalarında forma giyemeyeceği açıklandı. Asıl ilginç çıkış ise siyasetten geldi. Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Margaritis Schinas, sırf birkaç kulüp istiyor diye Avrupa futbolunun çeşitlilik üzerine kurulu tabiatının bozulmasına izin verilemeyeceğini ve sadece zenginlere ve güçlülere tahsis edilmiş bir kıta futbolunun Avrupa yaşam tarzıyla uyuşmadığını söyledi.

 'AMERİKAN' FUTBOLU

Avrupa Komisyonu’nun çıkışı, kıta futbolunu günden güne hâkimiyetine alan Avrupa dışı kulüp sahiplerine bir gözdağı olarak okunabilir. Milyarder sahipler Ortadoğu, Uzakdoğu ve Amerika gibi farklı bölgelerden gelseler de organizasyon bakımından örnek aldıkları esas yerin ABD olduğu açık. Avrupa Süper Ligi hayali genel olarak NBA veya NFL gibi Amerikan modellerine öykünüyor. Küme düşmenin olmadığı veya çok kısıtlandığı, ligin ardından bir tür play-off sisteminin uygulandığı ve daimî üyelerin bulunduğu ayrı bir tüzel kişilik biçiminde örgütlenmesi öngörülüyor. ABD spor idaresi konusunda her zaman en kârlı yolu bulmakta benzersiz bir beceriye sahip. Bunu hem kapitalizmin merkezi olmasına hem de Amerikan spor kulüplerinin Eski Kıta’ya oranla köksüzlüğüne borçlu. Gelgelelim ABD’de süratle ve görece sorunsuz uygulanabilen birçok değişiklik, Avrupa’da çok daha büyük engellerle karşılaşıyor, zira hem futbol hem de Avrupa yerelliğe ve çok merkezliliğe fazladan bir önem atfediyor. Kültürlerin giderek birbirine benzediği küresel dünyada böyle bir kaygı duyulması son derece makul görünse de paranın açamayacağı kapı yok.

RAKİPLERİ TANIMAYALIM, ÇÜNKÜ ZATEN TANIYORUZ…

Avrupa Süper Ligi planı temelde daha güçlü ve popüler takımların birbiriyle hem daha sık hem de daha düzenli biçimde karşılaşması fikrine dayanıyor. Aslında bu fikir milli takımlar için şimdiden uygulamaya geçirilmiş durumda. UEFA Uluslar Ligi adı verilen garabet sayesinde güçlü ülkeler sürekli birbiriyle oynuyor; düzenlemenin ne kadar faydalı olduğu ise tartışmaya açık.

Avrupa Süper Ligi’ni isteyenlerin gözden kaçırdıkları veya görmek istemedikleri birkaç önemli nokta var. Birincisi, insanlar, hele bugünün insanları çok çabuk sıkılıyor ve sonsuz bir yenilik iştahı taşıyor. Liverpool ile Juventus yılda dört kez oynarsa bu fikstürler de sıradanlaşacak ve anlamı giderek kaybolacak. Ötekiyle karşılaşmanın büyüsü kaybolacak. Şu anda yerel rekabetlerin sıkıcılığı yerel dinamiklerle aşılabiliyor. Örneğin Roma altyapısından yetişen bir oyuncu Lazio’da yıldızlaşıyor, aynı şehirdeki taraftarlar arasında küçük semt rekabetleri canlı kalabiliyor ya da zaman zaman seviyesi çok düşse bile aynı dili konuşanlar futbol kültürünü besleyebiliyor. Hâlbuki sadece yabancı kulüplerle oynanacak maçlarda futbol kalitesi yükselse bile oyunun mitolojik yönü silinecek gibi duruyor.

İkincisi, yerel olmadan evrensel olunmuyor. Kültürün farklı alanlarında yereli içermeyen bir evrensellik mümkün değil. Örneğin bir edebiyatçı, “şimdi öyle bir şey yazacağım ki evrensel olacak, uluslararası anlamlara gelecek,” diye yola çıkarak evrensel bir yapıt kaleme alamaz ve komik duruma düşer. Ancak yereli kavrayabilir ve çözebilirse kendi kültürünü dışarı taşır ve taşırır, orada ötekiyle karşılaşır ve ortaya bir gerilim çıkar. Kültürel ilerlemenin ve evrenselleşmenin başka bir yolu yok. Aynı durum futbol için de geçerli. Real Madrid’in Celta Vigo maçında ürettiği çözümler Milan’ın Parma maçında ürettiği çözümlerle karşılaşınca anlamını buluyor. Futbol ne kadar küreselleşmiş olsa da ulusal ligler hâlâ kendi karakterlerini belli ölçüde koruduğu için, Şampiyonlar Ligi gibi turnuvalara katılan takımlar oyunu kendi liglerinden getirdikleri renklerle güzelleştiriyor. Mevcut planların gerçekleşmesi halinde ise günden güne daralan post-endüstriyel futbol önce 36 sonunda 20 takıma sıkışacak. Yirmi kulüplük bir dünya futbolunda çeşitliliğe yer olması mümkün değil. Neticede, çeşitliliğin olmadığı yerde beklenen kalite de gelmeyecek.

Üçüncüsü, bu planın Avrupa’nın her zaman belli ölçüde değerli olan beş büyük liginde bir şekilde işleyeceğini kabul etsek bile, bu “cennete” tek bir temsilci gönderen ülkelerde çok daha yıkıcı bir etki yapacağı kesin. Diyelim ki Türkiye’den sadece Galatasaray davet edildi ve gerekli şartları yerine getirerek Avrupa Süper Ligi’ne katıldı. Galatasaray’ın buradan elde edeceği para ve güç, Türkiye’deki rekabeti tamir edilemez biçimde kıracak ve küçük liglerde upuzun şampiyonluk silsileleri gelecek. Bunun sonucunda geriye ne Türk ne Belçika ne Portekiz futbolu kalacak. Örneğin arka arkaya gelen 12 Türkiye ligi şampiyonluğundan sonra Galatasaray için Gençlerbirliği ile oynamanın bir anlamı kalmayacak.

NEO-ŞAMPİYONLAR LİGİ…

FIFA ve UEFA’nın muhalefeti sonucu, kulüpleri temsil eden Avrupa Kulüpler Birliği şimdilik kapalı bir Avrupa Süper Ligi sistemi yerine başka bir arayışa yönelmiş görünüyor. Üzerinde uzlaşıldığı iddia edilen – ve Avrupa Süper Ligi’nden pek de uzak olmayan – çözüm ise genişletilmiş Şampiyonlar Ligi.

Juventus ve Avrupa Kulüpler Birliği Başkanı Andrea Agnelli’nin geçen hafta açıkladığı formüle göre, en erken 2024 yılında start alması beklenen yeni Şampiyonlar Ligi’nde 36 ekip yer alacak. 6 takımlık 6 grupta her ekip onar grup maçı yapacak. Ardından bu takımlar “İsviçre sistemi” adı verilen model içinde tek bir lig tablosu içinde sıralanacak. Yani grupların hepsi puan tablosunda birleştirilecek. Sonrasında 36 takımlı ligin muhtemelen ilk 16’sı arasında eleme turları oynanacak.

Agnelli’ye göre İsviçre sistemi ideale çok yakın. Başkanın ve Birliğin asıl isteği ise futbol takviminin üçte birinin Avrupa kupalarına, üçte ikisinin ise yerel turnuvalara ayrılması. Bunun için ulusal liglerdeki takım sayısının azaltılması öneriliyor. Daha uçuk fikirleri de var. Mesela Şampiyonlar Ligi’ne katılan kulüpler arasında transferin yasaklanmasını ve bu kulüplerin diğer ekiplerden oyuncu almasını önererek, bu şekilde finansal dengenin sağlanacağını iddia ediyor. Her çılgın projede olduğu gibi burada da dahiyane tasarılar ile bunların pratikte nasıl uygulanabileceği sorusu arasında koca bir uçurum var.

KALAN SAĞLAR…

Bir yerde en güçlü aynı zamanda en mağdursa, o işte bir neoliberallik var demektir. Avrupa futbolu bugünlerde hakikat sonrası neoliberal evrenin verimli madenlerini kazıyor. Milyarlık devler parasızlıktan yakınırken aynı ülkelerdeki küçük takımlar, hele hele alt liglerdekiler gitgide unutuluyor. Alt lig futbolu bahis bültenlerindeki takım isimlerinden ve oranlardan ibaret değil. Alt lig kulüplerinin gelirlerinde Türkiye Kupası, İngiltere Lig Kupası gibi turnuvalar ciddi bir yer tutuyor ve genişletilmiş Şampiyonlar Ligi’nin getirdiği fikstür yoğunluğu sebebiyle takvimden çıkarılmaları gündemde. Oynansalar bile zaten aşınmış olan değerleri yüzünden angaryadan öteye gidemeyecekler. Ama bunların bir önemi yok. Önemli olan Katalan halkının takımı Barcelona’nın, liman işçilerinin kulübü Liverpool’un, Sarı Duvar'ın sahibi demokrat Dortmund’un ve Fransa’daki göçmen banliyölerinin temsilcisi Marsilya’nın cebini daha fazla doldurabilmesi.

Avrupa Süper Ligi veya genişletilmiş Şampiyonlar Ligi teklifinin Ortadoğulu emirlerden, Amerikalı müteşebbislerden, Rus oligarklardan veya Avrupalı sanayicilerden geliyor olması bir şey değiştirmiyor. Avrupa Kulüpler Birliği ve onun temsil ettiği “Avrupa devleri” aslında aynı teraneyi tekrarlıyor: Yoksullar güçlüler için çalışıp üretsin, ürünleri parası yetenlerce satın alınsın, ama hiçbir zaman görünür olmasınlar demeye getiriyor. Büyükler kendileri için yaptırdığı ve etrafını tel örgülerle çevirdiği bir sarayda yaşamak istiyor; dışarıdan gelen baskı çok artarsa tellerin ötesine biraz para atarak tepkileri susturabileceğini düşünüyor. Madem dünya böyle, futbolseverler yılda dört kez Bayern-Real maçı izleyecek olduktan sonra futbol niye böyle olmasın ki?