Futbolun Kayıp Sanatları (7): Sadece gol atan golcüler

Milan’daki hocası Ancelotti, “Ceza sahasına gelince Inzaghi topu aramıyor, top Inzaghi’yi arıyor” demişti…

Suat Başar Çağlan sbcaglan@hotmail.com

Pek iyi çalım atamazlar, pas becerileri bulanıktır, takım savunması dendi mi karınlarına ağrılar girer; ama top ceza sahasına geldi mi siz ne olduğunu anlayana kadar topu içeri vururlar. Futbolun kayıp sanatlarında sıra, gol atmaktan başka bir şey yapmayanlarda…

CEZA SAHASI VE TİLKİLER

Farklı isimleri var. İngilizler “fox-in-the-box” (“ceza sahasındaki tilki”) ve “poacher” (“kaçak avcı” ve – sanırım ses benzerliğinden dolayı – “bohçacı” olarak da geçer) tabirlerini kullanıyor. Türkçede “fırsatçı” gibi ılımlı, “beleşçi” gibi kaba sözcükler mevcut. “Ceza sahası golcüsü” de denebilir.

Ceza sahası oyunun kadim parçalarından. Erken dönemlerde Amerikan futbolundakine benzer şekilde iki taç çizgisine kadar uzanan bu büyülü alan, 1901 yılında yarı-özerk bir dikdörtgen haline gelerek bugünkü biçimini aldı. Kaleye en yakın bölge olması sebebiyle golcülerin doğal yaşam alanı oldu. Ancak bazı forvetlerin özel olarak “ceza sahası golcüsü” veya “fırsatçı” diye anılmasının iki sebebi var: Birincisi, bu bölgede olağanüstü verimliler. İkincisi, ceza sahasının dışında olanlarla fazla ilgilenmiyorlar.

Değerleri verimden geliyor. Futbol gibi düşük skorlu bir oyunda “gol garantisinin” muadilini bulmak zor. Bunun için müthiş işlevsel bir son vuruş becerisi veya seken, zıplayan, boşta kalan her topa dokunacak bir çalışkanlık gerekiyor. Sayısız tekrarla yerleşmiş gol sezgisi ve alan-zaman farkındalığı olmazsa olmaz. Kalenin ve kalecinin nerede olduğuna dair radar her daim açık olmalı.

Eksi yanları ise kendilerini herkesten yukarıda görüp başka mesuliyetlere fazla bulaşmamaları. Sahadaki en önemli işi kendisinin yaptığına duyduğu inanç, safkan golcüyü bir yandan sanatında mükemmele yaklaştırırken diğer yandan takımın geri kalanıyla bağlarını zayıflatıyor. Fırsatçı kategorisini aşan bir gol repertuvarına sahip olan Batistuta’nın itirafını hatırlayalım: “Golcüler şut attıktan sonra takım arkadaşlarına dönüp ‘kusura bakma, görmedim’ derler. Genelde yalandır. Görmüş ama pas vermemiştir.” Ama ego ve gol saplantısı olmadan golcü olunmuyor. Van Nistelrooy top ağlara çarpınca çıkan sesin kendisinde bağımlılık yarattığını söylüyordu.

ÇİRKİNLERİN EN GÜZELİ

Goller arasında hiyerarşi yok; daha güzel atılanlar iki gol sayılmıyor. Bu basit gerçeğin farkında olan John Gregory 2001 yılında Aston Villa’yı çalıştırırken Kolombiyalı forvet Juan Pablo Ángel’in transferini, “Bize çirkin goller atacak adam lazım” sözleriyle açıklamıştı. (2021-22 sezonunu takip eden Beşiktaş ve Galatasaray taraftarı Gregory’yi herkesten iyi anlıyor olmalı.)

Çünkü çirkin goller yerine ve zamanına göre en tatlı anları getirebiliyor. Mario Jardel’in Galatasaray formasıyla Süper Kupa finalinde Real Madrid’e, Ole Gunnar Solksjær’in Manchester United formasıyla 1999 Şampiyonlar Ligi finalinde Bayern Münih’e attığı goller muhteşem değil ama eşsizdi. Gerd Müller, Gary Lineker, Paolo Rossi, Tanju Çolak gibi isimlerin elbette şık bitirişleri de vardı ama hepsinin alametifarikası sürekli ve 18 içinden atmalarıydı. Basit görünen son vuruşlar, frikik atılırken top seker mi umuduyla kaleciye koşmak, kurnaz manevralarla markajcıdan sıyrılmak, herkes uyurken arka direkte bitivermek gibi pratiklerde ustalaştılar. 

Filippo Inzaghi

PİPPO USTA

Ancak ıssız bir ceza sahasına düşseniz yanınıza alacağınız ilk fırsatçı Filippo Inzaghi olmalı. Görkemli kariyeri boyunca 288 gol atan Inzaghi üç Serie A, iki Şampiyonlar Ligi ve bir Dünya Kupası kazanarak Juventus, Milan ve İtalya Milli Takımı’nda iz bıraktı. Başyapıtı ise 2007’deki Milan-Liverpool Şampiyonlar Ligi finaliydi: Önce 45.dakikada Pirlo’nun kullandığı serbest vuruşu omzuna “çarptırarak” golü “attı” (başkasına çarpsa gol muhtemelen Pirlo’ya yazılırdı ama Pippo’nun bu saçmalıkları tesadüf denemeyecek kadar çoktu), sonra 82’de bir anlığına uyuyan savunmanın arkasına sızıp kalecinin altından topu ağlara gönderdi.

Hocası Ancelotti’nin, “Ceza sahasına gelince Inzaghi topu aramıyor, top Inzaghi’yi arıyor” tespiti her şeyi anlatıyordu. Yine Batistuta’ya kulak verelim: “Karambolde o kadar kişinin içinde top nasıl bana geliyor diye merak etmişliğim çoktur.” Sözcüklere dökmek zor olsa da gol sezgisi sahada görülebilen bir şey. Bu sezginin ete kemiğe bürünmüş hali olan Inzaghi yıllar boyunca boş kaleye, dolu kaleye, karşı karşıya, kafayla dürterek, ayakucuyla dokunarak, göğsüyle, omzuyla bir araba gol attı. Pragmatizmin kitabını hem okudu hem yazdı.

İTİRAZLAR

Ama herkesin gönlüne giremedi. “Sadece gol atmayı” günah addeden futbolperestler de var. Total Futbol’un babası Rinus Michels henüz 1970’lerde oyun kurulumuna katılmayan, saha içinde pozisyon değişimine yanaşmayan, rakibe pres uygulamayan forvetlerin modern oyunda – ve takımında – yeri olmadığını söylüyordu. “Her maç iki gol atacaksa tamam” diyordu Michels, ama böyle bir şey imkânsız olduğuna göre kolektif sorumluluktan kopuk golcülerin astarı yüzünden pahalıya geliyordu.

Öğrencisi Cruyff da aynı fikirdeydi. Inzaghi için, “Futbol oynayamadığı aşikâr, sadece duracağı yeri biliyor” demiş, Van Nistelrooy’a ise “Müthiş golcü ama kötü futbolcu” sözleriyle burun kıvırmıştı. Benzer nedenlerle Huntelaar gibi isimler Hollanda futbolunda yeterince takdir görmedi. Daha ilerici bir futbol hayal edenler, tek görevde ustalaşanları küçümsedi.

SOYLARI TÜKENDİ Mİ?

Galiba haklı çıktılar. Eski tip golcüler giderek azalıyor. Sebepler muhtelif. İlk akla gelenlerden biri “tek santrfor” paradigması. Yukarıda geçen 9 numaraların hemen hepsi, çiftler halinde avlanan golcüler familyasındandı. Top getirme, top indirme, pres, orta sahayla bağlantı gibi konularda daha mahir ve istekli partnerleri olduğundan skor yapmaya odaklanabiliyorlardı.

Bugünün santrforu ise yalnız ve işi başından aşkın. Takımın boyunu dengelemek, rakip stopere hatta kaleciye baskı yapmak, kendi kalecisinden gelen yüksek topu arkadaşlarına indirmek, icabında yarı saha çizgisine gelip oyun kurmak ve tüm bunların yanında makul sayıda gol atmak gibi imkansıza yakın yükleri sırtlamaya uğraşıyor. Hal böyle olunca ya Henry, Benzema, Lewandowski gibi nadir cevherler bulmak ya da skorerlikten fedakârlık etmek gerekiyor.

Bir sebep daha var. Teknik direktörlerin hakimiyetindeki futbol artık anlardan ziyade süreçlere, bireysellikten ziyade kolektif uyuma öncelik veriyor. Gol atmadığı takdirde maçtaki etkisi sıfıra yaklaşan birinin, sezon boyu başarı getirecek güçlü oyunu bozma riski fazla lüks kalıyor. Neticede golcülük dışında özelliği olmayan forvetler ya düşük seviyeli takımlara gitmek ya da eskisinden çok daha sınırlı bir role razı olmak zorunda. Durumun farkında olan bugünün forveti golcülüğünü köreltmek pahasına oyununu çeşitlendirmeye çalışıyor.

Tabii ki futbol oynandığı sürece golün büyüsü devam edecek. O büyü sürdükçe de bir şekilde topun kale çizgisini geçmesini sağlayan oyuncuların adı unutulmayacak. Divock Origi mi dediniz? Doğrudur…

Tüm yazılarını göster