Futbolun Kayıp Sanatları (9): Kısa boylu kafacılar
Romario işi sağlama alarak kusursuz bir kafa vuruşu için farz olan, topu yere vurdurma şartını da yerine getirmişti…
Smaca kalkmış Allen Iverson, hızını almış Usain Bolt veya çıtanın üzerinden süzülen Stefan Holm… Cüssesinden beklenmedik bir beceri sergileyen atletler her spor dalında fazladan ilgi çeker. Yaptıkları hareket normalden daha gösterişli göründüğü için sporseverlerde ekstra heyecan yaratır. Futbol sahalarında da bu tarz bir örnekten bahsetmek mümkün: Kısa boylu kafa vuruşu ustaları.
KAFA VURUŞU: ZAYIFLIK GÖSTERGESİ Mİ?
Kafa vuruşu güzel oyunun ilk günlerinden beri var. 1885, 1887, 1890 yıllarından kalma İngiliz ve İskoç gazete ve dergilerinde futbol maçlarıyla ilgili yazı ve yorumlarda “kafa vuruşu” (header) sözcüğü geçiyor. Ellerini kullanamayan futbolcular için topa makul bir şiddet ve isabetle yön vermenin etkili bir yöntemi olarak en baştan itibaren benimsenmiş.
Öte yandan ayak tekniğine kıyasla ikinci sınıf bir beceri olduğunu düşünenler de hep oldu. Yeteneğiyle meşhur üst düzey futbolcular zayıf yönleri sorulunca genellikle “iyi kafa vuramıyorum” cevabını verdi. Bunda zaafının farkında olmanın yanı sıra futbolun aslında ayakla oynandığını, sadece yeterince klas olmayanların kafa vuruşlarında iyi olduğunu ima eden örtük bir kibir de vardı.
Genellikle yüksek toplarda kullanıldığı için kafa vuruşu uzun boylulara has bir özellik gibi görüldü. Kısa boylular halihazırda dezavantajlı oldukları düşüncesiyle bu becerinin üzerine gitmekte çok kararlı davranmadı. Muhtemelen uzun boyluların daha başarılı olmasının bir sebebi de fiziksel yapıları kadar, bu ön kabulden hareketle daha idmanlı olmalarıydı.
BOYUM KISA, KAFA VURABİLİR MİYİM?
Halbuki birebir markaj uygulanan durumlar bir yana, iyi pozisyon alan bir futbolcunun ceza sahası gibi dev bir alanda kendine boşluk bulup topu kafayla ağlara yollaması için illa 1.90 boyunda olması gerekmiyor. Hatta daha ufak ve çabuk olması pozisyon alma ve reaksiyon hızı açısından avantaj bile getirebilir.
İşin ustaları da başarılarının sırrını çoğu zaman başka gerekçelere bağlıyor. 1.79 boyuyla kısa kafacılar kategorisinin sınırlarında dolaşan Karl-Heinz Riedle, “kafa vurmak baldırlarda başlar” diyerek sıçrama becerisinin önemine dikkat çekiyordu. Sözünü dinlemeye değer: Dortmund’un Juventus’u 3-1 mağlup ettiği 1997 Şampiyonlar Ligi finalinde iki gol atmış, ilkinde havadan gelen topu kafayla indirip sol ayağıyla ağlara gönderirken, ikincisinde kornerden gelen ortayı sert bir kafa vuruşuyla Juve filelerine yollayıp kupayı Almanlara getirmişti. Bütün iyi kafacılar gibi Riedle de sıçramanın yanı sıra zamanlama, boyun kaslarının gücü, pozisyon alma gibi becerileriyle ön plana çıkıyordu.
Elbette futbolda “kısa boylu” göreceli ve sürekli değişen bir kavram. Mesela 1.80’den aşağısını kısa kabul edersek “Altın Kafa” Sándor Kocsis, Karl-Heinz Riedle, Henrik Larsson, Tim Cahill, “Chicharito” Javier Hernandez, Radamel Falcao ve Türkiye’den Fatih Tekke gibi isimleri sayabiliriz.
Ama biz çıtayı biraz daha aşağı çekip üst sınırı 1.70 olarak belirleyelim. Arka direkteki “süsme” tipi dokunuşları ve kısa kafacıların alametifarikası olan bel – hatta diz – hizasındaki toplara dalışıyla Tanju Çolak; ceza sahası dışından penaltı noktasına doğru geç koşularla bulduğu boş alanlardan faydalanan Paul Scholes ve Pablo Aimar boylarından beklenmeyecek kafa golleriyle hatırlanmaya değer.
En unutulmaz iki örnek ise iki Arjantinliden. Napoli forması giydiği günlerde Milan’ın dillere destan ofsayt tuzağından kurtulup ceza sahası dışından attığı aşırtma kafa golü, Diego Armando Maradona’nın futbol dehasının en özel tezahürlerinden biriydi. (Tabii bir de 86 Dünya Kupası’nda İngilizlere karşı kaydettiği, hakeme göre kafayla atılan “Tanrı’nın Eli” var.)
İlk Arjantinli Maradona olunca, ikinciyi tahmin etmek kolay. 2009 Şampiyonlar Ligi finalinde Manchester United’a karşı bir anda havalanan Lionel Messi muazzam kafa vuruşuyla skoru 2-0’a getirerek galibiyeti perçinlemişti. Messi’nin vuruş sonrası yere inerken ayağından çıkan kramponuna, o kadar yükseğe sıçramasını sağladığı için teşekkür mahiyetinde kondurduğu öpücük ve elindeki ayakkabıyı cümle âleme göstermesi, son yirmi yılın en ikonik futbol anlarından – ve pazarlama hamlelerinden – biri oldu.
'KÜÇÜK' USTALAR
Ancak Maradona ve Messi düzenli kafa golü atan isimler olmadı. İşin erbapları için Arjantin’in komşusu ve ezeli rakibi Brezilya’ya bakmak gerekiyor. Çok farklı profilde iki golcüden bahsedeceğiz.
İlki Türkiye’de forma giymiş Silvino Joao de Carvalho, ya da hepimizin bildiği adıyla Jaba. Gökçek ailesinin Ankara futbolunu kendine oyuncak ettiği günlerde Ankaraspor’a gelen Jaba, 1.65’lik boyuyla tipik bir pırpır forvet görüntüsü verse de hava toplarında benzersiz bir meziyeti vardı. Türkiye ve Azerbaycan’da oynadığı yıllar boyunca onlarca kafa golü attı. İlginç noktalardan biri, Jaba’nın alçak vuruşlar için kafasını sokuveren bir oyuncudan ziyade müthiş sıçrama kabiliyetiyle gerçek bir hava topu tehdidi olmasıydı. Eksantrik kariyerine bu gollerin yanı sıra bir Türk vatandaşlığı ve “Melih” (evet, o Melih) adını ekledi.
Ancak dünya çapında bir usta için biraz daha geriye gitmek gerekiyor. 1.67 boyundaki Romario tarihin en iyi santrforlarından biri olarak beş kıtada bine yakın gol atarken bunların kayda değer bir kısmı kafayla geldi. Gol sanatının bütün inceliklerini hatmetmiş Romario, repertuarındaki en özel parçalardan birini ise en büyük sahneye saklamıştı.
1994 Dünya Kupası yarıfinalinde İsveç’le mücadele eden Brezilya ve Romario için işler iyi gitmiyordu. İlk yarıda iki kez rakip kaleci – ve kendisi kadar başıbozuk – Ravelli’yle karşı karşıya kalan, hatta birinde ondan sıyrılmasına rağmen kale çizgisindeki savunmacıya takılan usta golcü günah keçisi ilan edilmek üzereydi. Ama 63 dakikada on kişi kalan İsveç işin sonunu getirip maçı uzatmalara taşıyamadı. 80. dakikada Jorginho’nun sağdan gelen ortasına yükselen Romario irikıyım Kuzeylilerin arasından muazzam bir kafa vuruşu yaparak maçın tek golünü attı. Üstelik imzasını silinmez kılmak adına, ustalıklı bir kafa vuruşu için farz olan, topu yere vurdurma şartını da yerine getirmişti.
NEDEN AZALDI?
Elbette bugün de sayısız kafa golü atılıyor ve bunlardan bazılarını kısa boylu isimler kaydediyor. Yine de kısa boylu kafacılar tehlike altındaki futbolcu türleri arasında. Peki neden?
En basitten başlayalım: Futbolcuların boyu giderek uzuyor. Kısa boylu oyuncuların sayısı azaldıkça kısa boylu kafacıların sayısı da doğal olarak düşüyor. Ancak sporcuların fiziksel evriminden daha etkili bir faktör, oyunun geçirdiği evrim.
Alex Ferguson duymasın ama “orta-kafa-gol” formülü artık biraz ilkel sayılıyor. Beckham ve Giggs’in sağlı sollu kesip Yorke ve Cole’ün golleri sıraladığı günler geride kaldı. Özellikle Pep Guardiola’nın son 15 yılda egemen hale getirdiği topa sahip olma oyunu, nereye gideceğinden emin olmadığınız ve rakibe kontratak başlatma fırsatı verebilecek ortaları gözden düşürdü ve modern, ilerici bir oyunda eski usul ortalara yer olmadığı fikrini pekiştirdi. Akan oyunda içeri kesiliveren toplar azaldı, hatta topa sahip olma oyununun en sadık müritleri kornerleri ve kanattaki serbest vuruşları bile paslaşarak kullanır oldu. İyi ortalar hâlâ gol getiriyor getirmesine, ama bazen daha fazlasını götürebiliyor.
Topla az oynayan ekipler de atak bitirme konusunda çok titiz. Nadiren çıktıkları hücumlarda ortanın belirsizliği geride az adamla yakalanma ve Diego Simeone gibi hocaların en çok korktuğu şey olan savunmada yer kaybetme endişesine yol açıyor. Bunun yerine pozisyonu şutla bitirmek, korner almak için rakiple ayak dalaşına girmek, hatta ekstrem örneklerde topu auta bırakıvermek tercih edilebiliyor.
Vuruş teknikleri de değişiyor. Diz ve bel hizasındaki kafa vuruşlarının yerini büyük ölçüde voleler aldı. Oyun hızlandıkça alçak kafa vuruşları için hamle yapacak vakit daraldı. Ayağın çabukluğu ve güvenilirliği altyapıları da cezbetti. Kafa vuracak şekilde yetiştirilmeyen çocuklar haliyle profesyonel olduklarında da bu tekniğe eskisi kadar başvurmaz oldu.
GERİ GELİR Mİ?
Futbolcuların boyu kısalmayacak ama oyun farklı dönemlerde farklı trendleri hatırlayabiliyor. Yani öncelikli bir hücum planı olarak ortaların, dolayısıyla da kısa kafacıların geri dönmesi imkânsız değil. Ama olası bir geri dönüşün önünde daha ciddi bir engel var.
Özellikle son beş yılda İngiltere’de yapılan araştırmalar eski futbolcuların ilerleyen yaşlarda demans gibi rahatsızlıklar yaşamasını kariyerleri boyunca yaptıkları kafa vuruşlarına bağlıyor. Oyunun giderek daha sert ve hızlı hale gelmesiyle benzer vakaların artabileceğine dair haklı kaygılar var. Bu yüzden kafa vuruşu sayısının kısıtlanması, tamamen kaldırılması ya da futbolculara koruyucu başlık giydirilmesi gibi farklı seçenekler gündemde. Aynı sebepten ötürü birçok ülkede alt yaş gruplarında çocuklara kafa vurdurulmuyor.
Futbolcu sağlığının her şeyden önemli olduğu ortada. Ama yerden sekip bel hizasında size doğru süzülen topa balıklama dalmanın keyfi de hiçbir şeyde yok…