Fyodor Lukyanov: Rusya'da kimse Türkiye'nin NATO'dan çıkmasını beklemiyor
Rusya’nın dış politikasında Türkiye ve Suriye’nin yerini Russia Global Affairs dergisi Genel Yayın Yönetmeni, Dış Politika ve Savunma Konseyi Başkanı Fyodor Lukyanov ile konuştuk. İdlib'i ve Türkiye-Rusya ilişkilerini değerlendiren Lukyanov'a göre, Suriye ile Türkiye arasında İdlib için bir savaş çıkma ihtimali yok. Çünkü Türkiye ve Rusya'nın anlaşması zor değil. Şam'ın da bu durumda Rusya yönetimine karşı çıkabilecek bir gücü yok.
Russia Global Affairs dergisi Genel Yayın Yönetmeni ve Dış
Politika ve Savunma Konseyi Başkanı Fyodor Lukyanov'la
Türkiye-Rusya ilişkilerini konuştuk. Türkiye'nin S-400 hava savunma
sistemleri satın almasını değerlendiren Lukyanov, "Bence bu
anlaşmanın önemini fazla abartmamalıyız. Rusya’da hiç kimse
Türkiye’nin NATO’dan çıkmasını, Batı’ya sırtını dönüp, Rusya veya
Avrasya’ya yüzünü çevirmesini beklemiyor" dedi.
İdlib konusunda iki ülke arasında daha önce de anlaşmazlıklar
yaşandığını söyleyen Lukyanov, "Rusya/Suriye ve Türkiye’nin
buradaki çıkarları aynı değil. Bu, böyle de kalacak. Ankara ile Şam
değil ancak, Rusya ile Türkiye'nin yaptığı görüşmelerde uyumu
sağlayacak bir bakış açısına ulaşacaklarını düşünüyorum" yorumunu
yaptı.
Fyodor Lukyanov
İlk olarak İdlib nedeniyle Türkiye’de Rusya ile
ilişkilerde tansiyonun yükselmesi gibi sıcak bir gündem var. Bu
noktadan başlamak istiyorum. Sizce Suriye ve Türkiye arasında İdlib
için bir savaş çıkar mı? Hem Türkiye hem de Suriye ile işbirliği
içinde olan Rusya bu durumu nasıl yönetir?
Öncelikle İdlib için bir savaş çıkacağını düşünmüyorum. Bu
konuda sanki bir şeye hazırlanıyormuş gibi çok yüksek askeri
retorikler duyuyoruz. Ancak bu, aynı zamanda bugüne kadar Rusya ve
Türkiye arasında Suriye ve İdlib konusunda yaşanan ayrışmanın ilk
örneği değil. Elbette tansiyonun çok yüksek olması şaşırtıcı değil.
Nesnel bir biçimde bakarsak Rusya/Suriye ve Türkiye’nin buradaki
çıkarları aynı değil. Bu, böyle de kalacak. Ankara ile Şam değil
ancak, Rusya ile Türkiye'nin yaptığı görüşmelerde uyumu sağlayacak
bir bakış açısına ulaşacaklarını düşünüyorum.
Rusya’nın 2015 yılındaki Suriye müdahalesinden bu yana, Türkiye
ile Rusya, Suriye’deki gelişmeler ışığında birbirleri için
vazgeçilmez olduklarının farkına vardılar. Bu, çıkarların
uyuşmasından değil, istisnai bir sempatiden de değil, hiçbir
tarafın diğerleriyle uzlaşmadan kendi amaçlarına ulaşamayacak
olmasından kaynaklanıyor.
Bu durum hem Türkiye hem de Rusya tarafından iyi anlaşılmış
durumda. Bu nedenle tarafların günün sonunda en azından krizi
dondurma konusunda yeni bir çözüme varacaklarına güveniyorum. Ki
bundan sonra da adım adım uzun vadeli bir düzenlemeyi başaracaklar.
Yineliyorum, bu çok zor, çünkü burada tamamen farklı çıkarlar var,
ancak hâlâ Erdoğan ve Putin’in taraflardan birinin zaten
halihazırda daha güçlü olduğunu dikkate aldıklarını
düşünüyorum.
Evet ama şunun altını çizmek istiyorum: Şu ana kadar
Rusya ve Türkiye işbirliğine sahipti, hatta buna üçlü olacak
şekilde İran’ı dahil edebiliriz. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan
Esad’a, Şam hükümetine, bir süre verdi. Ayrıca Suriye’de Esad
güçlerinin gittikçe alan kazandıklarını, güçlendiklerini görüyoruz.
Bu durumda Rusya ile Türkiye, “tamam biz anlaştık ve sorunu
dondurduk” derse Şam bu karara uyar mı?
Şam hükümetine karşı bütün saygımla söylüyorum ki bence Şam,
bugün varlığının ve hayatta kalmasının Rusya’nın desteğiyle
olduğunun farkında. Bu nedenle Rusya ile Türkiye arasında bir
uzlaşmaya varıldığında Şam’ın bundan memnun olmayabileceğini
biliyorum, ancak buna direnecek güçlerinin olmadığını düşünüyorum.
Dahası her ne kadar Suriye’deki gelişmeleri günbegün izlemiyor
olsam da Moskova ve Şam arasında karmaşık bir sürecin
yürütüldüğünün farkındayım. Elbette bu durumda Suriye hükümetinin
başka bir seçeneği yok, ancak Rusya’nın pozisyonunu ciddi bir
biçimde dikkate alacağını düşünüyorum.
Yine Suriye’ye döneceğim ancak başka bir açıdan. Bugüne
kadar Rusya’nın Gürcistan, Ukrayna ve Tacikistan gibi ülkelere
müdahalelerini gördük, ancak bir açıdan bu genellikle post-Sovyet
dediğimiz bölgeyle sınırlıydı. Bu durum Rusya’nın bölgeyle olan
tarihsel bağları dikkate alındığında varlığının devamı açısından
anlaşılabilir. Ancak, bunlardan farklı olarak
Rusya ilk defa başka bir yerde, Suriye’ye müdahalede bulundu. Bu
ilk aşama, bir de işbirliği ayağı var. Putin geçtiğimiz ekimde
ABD'nin müttefikleri Suudi Arabistan ve Birleşik Arap
Emirlikleri’ni ziyaret etti. Bu iki faktör ışığında Rusya’nın
Ortadoğu’daki varlığı ve amacını merak ediyorum.
Basitleştirmek gerekirse tabii ki Rusya’nın Avrasya’daki, ki
buraya artık 'post Sovyet' demenin doğru olmadığını düşünüyorum,
çıkarları ve buraya dönük algısı önemli. Açık biçimde Rusya,
Ukrayna, Kuzey Kafkasya, Moldova, Belarus gibi ülkelerin içinde
olduğu gelişmeleri kendi güvenliği ve kalkınması açısından hayati
olarak algılıyor. Bu, elbette ABD’de de bazı insanların iddia
ettiği gibi Rusya’nın yeniden bir Sovyetler Birliği/ Rus
İmparatorluğu kurması olarak değerlendirilmemeli.
Bence bu iddia gerçekçi değil zaten.
Gerçekçi değil, Moskova’da tuhaf isimler bu tür talepleri
gündeme getirse de artık imparatorluk çağında değiliz.
Peki Putin de sizin gibi mi düşünüyor?
Evet, Putin de bu gerçeğin farkında zaten. Defalarca Rusya’nın
Sovyetler Birliği olmadığını ve olmayacağını vurguladı. Ancak bu
durum güvenlik, hayatta kalmak ve böylesi bir alt üst oluşun
Rusya’ya ulaşması açısından önemli. Bu da aslında Rusya’nın bir
noktaya kadar kontrolü ele almak istediğini gösteriyor. Bu
ülkelerin Rusya için bir tehdit kaynağı olmamasını garanti altına
almak önemli. Çok yönlü bir dış politika bunu açıkça sağlıyor. Buna
karşın hoş olmayan Gürcistan ve Ukrayna gibi bazı ülkelerin tek
stratejik ortak olarak kendilerine Batı’yı gördüklerini ilan
etmeleri.
Ortadoğu ise bu anlamda bahsettiğimizden farklı. Avrasya gibi
güvenlik açısından etki altında kalmasından korkulan bir bölge
değil. Ancak bu bölgenin de elbette Avrasya ile bağlantısı var.
Rusya Suriye’ye müdahale ettiğinde buraya dönük tartışmasız
birkaç motivasyonu vardı. Resmi olanı ki, bu her ne kadar tek sebep
olmasa da aynı zamanda doğrudur da, teröristlerle savaşmaktı.
Örneğin bugün sorun olan İdlib’te bulunan radikal grupların içinde
Rusya için sorun olan eski Sovyet ülkelerinden buraya giden ve
Rusça konuşan bir kesim var. Orta Asyalı, Rusyalı, Çeçen vb. Bu
bağlamda olur da bunlar bir şekilde Rusya'ya da komşu ülkelerine
geri dönerse, önemli bir güvenlik tehdidine dönüşürler.
Aynı zamanda Rusya, 2014’te yaşananlar sonrası Suriye’ye
müdahale ettiğinde Batı ile arasındaki gerilimlerin de bu vesile
ile üstesinden gelmek istedi.
Batı, Rusya’yı yalnızlaştırmaya, her türlü tartışmadan dışlamaya
ve Moskova’yla olan iletişimi yalnızca Minsk sürecine indirgemeye
çalıştığında, Rusya’ya “önce bunu çözelim, bunu konuşalım” dedi.
Suriye müdahalesi ise, AB ve ABD’nin Rusya’nın yalnızca Ukrayna
ilişkilerinden ibaret olmadığını keşfetmesini sağladı. Bu da
dikkate alınması gereken önemli bir faktör. Çünkü bu bağlamda da
iletişim kurmaları gerektiği ortaya çıktı.
Rusya’nın buradaki başarısı etki alanı olarak güçlenmesiydi…
.
Evet, özellikle Suudi Arabistan, Birleşik Arap
Emirlikleri gibi ABD müttefikleriyle olan etkinliği…
Evet, Türkiye, İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi
Arabistan, Katar'la olan ilişkilerdeki gelişme pek çok Rus için de
sürpriz oldu. Açıkçası müdahale başladığında bu gelişmelerin
yaşanacağını ben de düşünmüyordum. Müdahale başladığında pek çok
Rus'un aklına, Afganistan’daki felaket ve ABD’nin Irak’ta
yaşadıkları geldi.
Belki de travma…
Travma evet, ancak bu meşru bir kaygıydı. Ancak Rusya
politikasının herkesin beklediğinden daha başarılı olmasıyla birden
bu adım başka bir şeye dönüştü. Herkes Rusya diplomasinin,
politikalarının herkesin beklediğinden daha başarılı olduğunu
gördü. Burada en vurucu unsur, Rusya’nın temelde herkesle
konuşabiliyor olması, ki bu eşsiz. Çünkü bu anlamda hem İran ve
Suudi Arabistan hem İsrail ile konuşabilen başka bir ülke yok. Bu,
Rusya’nın küresel pozisyonu açısından kullanışlı. Rusya küresel bir
lider gibi davranmıyor ya da sözünü geçirmeye çalışmıyor, ancak
kendi açısından önemli olan gelişmelerin bir parçası olmaya
çalışıyor.
Eğer başarılı bir Suriye müdahalesi olmasaydı, Rusya burada iyi
bir performans göstermeseydi Suudi Arabistan ile böyle önemli bir
petrol anlaşması yapamazdı. Çünkü Suudi Arabistan Rusya’nın
pozisyonunu dikkate almıyordu, ta ki Riyad’takiler Rusya’nın önemli
bir faktör olduğunu anlayana kadar. Bu bağlamda bu politikanın
biraz pragmatik olduğunu söyleyebiliriz. Sürecin başında bu niyetle
mi hareket edildi bilmiyorum, ki bence öyle değil. Ancak günün
sonunda vardığımız nokta burası. Yine böyle adımların bir bedeli de
olur. Şu anda yaşananları dikkate aldığımızda bunun ne kadar zor
bir durum olduğunu görüyoruz, çünkü Suriye’de askeri düzeydeki her
yeni adım durumu daha karmaşık hale getiriyor.
Yine de Rusya ve Türkiye, bugüne kadar tüm zorluklara karşı
esnek davranabilmeyi başardı.
S-400’lerin Türkiye’ye satılması da Rusya için bir
başarı mı? Çünkü Türkiye bir NATO üyesi, AB üyeliğine aday, NATO
dolayımıyla ABD ile tarihi bir müttefiklik ilişkisi var. Bu
faktörleri de dikkate aldığımızda Rusya bu anlamda başarılı oldu
mu?
Bence bu anlaşmanın önemini fazla abartmamalıyız. Rusya’da hiç
kimse Türkiye’nin NATO’dan çıkmasını, Batı’ya sırtını dönüp, Rusya
veya Avrasya’ya yüzünü çevirmesini beklemiyor.
Bu konuda size katılıyorum. Ancak bana öyle geliyor ki
zaten Türkiye sadece Türkiye olarak değil, NATO üyesi ve AB
üyeliğine aday bir ülke olarak Rusya için daha değerli. Çünkü
Türkiye bu üyeliklerini bir kenara bırakırsa Rusya için sıradan bir
ülkeye de dönüşebilir gibi görünüyor.
Bu soruya hem evet hem hayır diyeceğim. Çünkü bana göre Türkiye
Rusya için hiçbir zaman sıradan bir ülke olmayacak. Çünkü Türkiye
kesinlikle kendine yeten bir ülke. NATO içinde ya da dışında
Türkiye kendine yeten bir ülke ve Türkiye Ortadoğu’da yaşanan her
gelişmede önemli. Bugüne kadar ittifakların çok önemli olduğuna
inanıyorduk, ancak ülkeler artık kendi başlarına önem kazanıyor. Bu
anlamda sadece Türkiye örnek değil, AB içinde yaşanan gelişmelere
bakın. Ülkeler kendi başlarına kendi ulusal çıkarlarını en yüksek
düzeyde nasıl elde edebileceklerini düşünüyor.
S-400 anlaşmasına gelirsek, bence evet Türkiye’nin NATO
üyeliğini düşündüğümüzde bu önemli bir iş anlaşması, ancak
Rusya’nın bu anlaşmayı önemsemesinin sebebi Türkiye’nin NATO’dan
çıkmasını istemesi değil. Şöyle görüyor, eğer NATO üyesi bir ülke
bu teçhizatı potansiyel düşmandan alırsa, Rusya için diğer NATO
üyelerinin de bunu yapmayı düşündüğü güzel bir gün
başlayabilir.
Bu konuda NATO içinde bazı üyelerin bu tartışmayı
yürüttüklerini biliyoruz.
Evet. Belki hatırlarsınız 1990’ların sonunda Yunanistan
Rusya’dan S-300 almaya karar vermişti. Ancak daha sonra Yunanistan
geri çekildi. Durumu bir şekilde Kıbrıs üzerinden halletmişti.
Evet, evet hatırlıyorum.
İşte o zaman NATO Yunanistan’a “hayır bunu almıyorsun” diyecek
kadar güçlüydü. Türkiye ise 'bu konuda bana uygun olanı yapacağım'
diyecek kadar bağımsız. Elbette bir anda NATO piyasasının Rusya’ya
açılmasını beklemiyoruz. Bununla beraber bu, durumların nasıl
değiştiğini göstermesi açısından önemli bir gösterge. Türkiye
içinse, bu elbette size bağlı, ancak bence ABD’den gelen baskıya,
NATO’yla yaşanan çalkantıya rağmen Türkiye açısından bu bağımsız
biçimde karar alındığını gösteriyor.
Yeniden Türkiye’ye döneceğim belki takip etme fırsatınız
olmuştur. 2017’de bir referandumla siyasal sistemimiz parlamenter
düzenden başkanlığa geçti. Bu dönemde bazı politikacılar Rusya’nın
sistemine atıf yaptı. Ben bu noktada, Putin ile Erdoğan’ın ulusal
sorunlar ve dış politika açısından attığı adımları gözeterek
benzerliklerini merak ediyorum.
Arka planlarına bakarsak iki liderin arasında önemli
benzerlikler var elbette. Başkan Putin’in kimlerle başarılı bir
ilişki kurduğuna bakarsak onu sevenleri öncelediğini görüyoruz. Onu
destekleyenler geleneksel aristokrasi, kurulu düzen değil, toplumun
en alt katmanındakiler. Bu anlamda onun yakın arkadaşı Gerhard
Schröder. Benzer bir geçmişi paylaşıyorlar, çünkü Schröder Alman
kurulu düzeninden değil, en alttan geliyor.
Peki Angela Merkel öyle değil mi?
Angela Merkel bence bu özellikleri daha az taşıyor. Merkel en
alttan gelmiyor, daha geleneksel bir politikacı. Erdoğan bu konuda
Putin’e daha çok benziyor, o gerçekten toplumsal kesimlerin
dibinden geliyor. Bu arada ikisi de başkent değil, ancak de facto
başkent olan iki şehirden Leningrad (St. Petersburg) ve
İstanbul’dan geliyor. İkisi için de ortam bir anda yükselmeleri
için uygun değildi. İlk olarak bu açıdan iki liderin birbirini iyi
anladığını düşünüyorum.
İkincisi her ikisi de liderliğin önemine ve insanlarla liderler
arasında doğrudan ilişki kurulması gerektiğine inanıyor. Ancak bu
durum liberal demokrasiye çok da uymuyor, çünkü liberal demokrasi
kurumların önemini vurguluyor. Oysa Erdoğan ve Putin için kurumlar
daha az önemli.
Rusya’da şu günlerde Putin başbakanın istifasına neden olacak
şekilde daha sakin bir geçiş için kurumların ön plana çıkarılmasını
yeniden düşünmeye başladı. Bu çerçevede ikisi de politikanın nasıl
yürütüleceği konusunda aynı zemini paylaşıyor. Ancak ikisini
sürekli eş tutmamak gerekiyor, çünkü farklı ülkelerindeki farklı
koşullardan, farklı toplumlardan geliyor ve farklı milletleri
yönetiyorlar.
Aynı şekilde farklı dinlerden geliyorlar...
Farklı dinlerden geliyorlar ve farklı devlet doğasına sahipler.
Geçiş dönemde pek çok Rus Rusya ile Kazakistan’ı karşılaştırıyordu,
ancak onlar da aynı değil, net benzerlikler var, Kazakistan klan
odaklı bir devlet sistemiyken Rusya daha ortaklaşmaya/ortaklığa
dayanan bir devlet. Türkiye ve Rusya’nın da toplumsal yapısının
oluşumu aynı değil, ancak neye karşı oldukları, neyi reddettikleri,
bunu ele alma şekilleri Putin, Erdoğan, Trump ve Netanyahu için
ortaklıklar taşıyor. Putin için politik doğruculuk ve tutarlılık
önemli. Örneğin Avrupa kültürü net bir misyon tanımı yapmadığı için
Putin Avrupalılar ile konuştuğunda fazla öze inemiyor. Bazı
şeylerin adını net koyamıyorsunuz bunun artıları ve eksileri var,
ancak Putin için benzer bir cevap alamadığında müzakere yürütmek
zor oluyor.
Erdoğan ile konuştuğunda birbirlerini anladıklarını
düşünüyorlar, birbirlerine karşı dobra ve rahatlar. Ancak bu Putin
ve Netanyahu için de geçerli. Putin’in bakış açısına göre bu,
siyasi görüşmeleri verimli kılıyor. Elbette anlaşmazlık da
yaşanıyor, ancak taraflar açıkça “bu benim çıkarım bu senin çıkarın
bu bağlamda çatışmadan nasıl kaçınacağız ve ortak bir zeminde nasıl
buluşacağız” dediklerinde daha ilgi çekici oluyor.
Bu model nesnel ayrışma konularını ortadan kaldırmıyor, bu
modelin sonsuza kadar süreceği anlamına da gelmiyor, Erdoğan için
daha önemli olan ancak Putin için de önemli olan iç koşulların daha
çok öne çıktığını görüyoruz. Sonuç olarak günün sonunda Rusya ve
Türkiye ilişkileri çok derin, hatta akademik araştırma anlamında da
ileride görebileceğimiz pek çok ilişkinin prototipi gibi, çünkü
20’inci yüzyılın ikinci yarısından bu yana alışkın olduğumuz
ittifak merkezli ilişki türü sona eriyor. Türkiye örneğinde
gördüğümüz, ancak başka örneklerde de görülen şu: Ülkeler artık
kendilerini varsayılan biçimde bağlayan zorunlulukların dışına
çıkıyor. Rusya için bu daha kolay çünkü bir ittifakın parçası
değil.
Müttefiklik yerine stratejik ortaklık gibi yöntemler mi
öne çıkıyor?
Açıkça görünen sorunları dikkate alan sadece stratejik değil,
doğal ortaklık, taktiksel ortaklıkları tercih ediyor. Sorunlar
varlığını sürdürdüğü sürece bu ortaklığın geleceğini göreceğiz.