Marvel’in ucu bucağını kaybettiğimiz sinema evrenin en eğlenceli
parçası bana göre "Galaksinin Koruyucuları". İlk kez 2014 yılında
izlediğimiz serinin ikinci filmi 2017’de gelmişti. Aynı eğlenceli
hali sürdürmeyi başarıyordu. Üstelik finalde hayli de hüzünlendirdi
sinemaseverleri. Gereğinden fazla uzayan her şey gibi, bu hafta
itibariyle salonlardaki yerini alan "Galaksinin Koruyucuları 3",
birkaç küçük dokunuş dışında bir tekrardan ibaret olmaktan
kurtulamıyor maalesef.
Arada kimi gerilimler yaşansa da ilk iki filme imza atan James
Gunn’ın yazıp yönettiği yapım, bir bakıma final niteliği taşıyor.
Ama her Marvel filmi gibi tabii ki, yeni bir hikâyeye göz kırpmadan
da bitmiyor. Bu filmin şöyle bir özelliği de var, kendi içinde bir
tür 'spin off' açıyor adeta. Seyircinin hayli sempatisinin kazanmış
olan Rocket’in geçmişine gidiyoruz bu sefer. Rocket, daha küçük bir
rakunken 'deli bir dahin'in deneylerine maruz bırakılıyor. The High
Evolutionary adlı bu psikopat bilim insanı 'kusursuz' toplumu
yaratmak için hayvanlar üzerinde acımasız deneyler yapmaktadır.
Rocket de bunlardan biridir. Film, 'kötü adam' tarafından üretilen
Süpermenvari güçlere sahip Adam Varlock’un saldırısıyla devam
ediyor. Rocket burada ağır yaralanınca dostları Peter, Drax, Groot,
Nebula ve Mantis onu kurtarmak için harekete geçiyor. Ancak
Rocket’in ameliyat olabilmesi için üzerinde deneyler yapıldığı
sırada kullanılan bir şifre gerekiyor. Haliyle bu şifrenin peşine
düşüyorlar. Yollar kaçınılmaz olarak hafızasını kaybetmiş ve
Peter’la ilişkisine dair pek bir şey hatırlamayan Gomora ile de
kesişiyor. Ve kaçınılmaz olarak bütün yollar The High
Evolutionary’a çıkıyor. Zaten çatlak bilim adamı da geçmişin
intikamını almak için Rocket’in peşinde olmasın mı!
Film bir yandan Marvel evreninin amentülerini tekrarlarken,
karakterlerinin tanıdık özellikleri üzerinden komedi unsurlarını da
ihmal etmiyor. Bu bölümün ana fikri olarak yeni bir denemenin söz
konusu olduğunu söylemek isterdim ama öyle değil. Bir kez daha
'aile olmanın' önemine dair vurgular göze çarpıyor. Ama aile derken
kan bağını değil, birlikteliği öne çıkarmasını dikkate değer
bulabiliriz belki. Ötesi, iki buçuk saatlik hayli gürültülü bir
Marvel filmi. Belli bir noktadan sonra filmin nerelere nasıl
gideceğinin sorunsuzca tahmin edildiği, en ufak bir sürprize ya da
beklenti dışı gelişmeye açık olmayan gürültülü bir fabrikasyon
üretimi denilebilir. İlk saatin ardından merakla beklediğimiz tek
şey, jeneriğin arkasından gelecek olan o son sahne olabilir. Ama
bütün bu hengame içinde yine daha önceki filmlerde olduğu gibi çok
iyi bir şarkı playlisti bekliyor seyircileri. Hatta bu sefer
2000’lere kadar geliyor liste.
Filmin diline dair de iki kelam etmeden bitirmeyelim. The High
Evolutionary, benzer filmlerde artık kanıksadığımız üzere kötülük
motivasyonunun nereden geldiğini bir türlü anlayamadığımız bir
karikatüre dönüşüyor giderek. Bu karakterin temsilinde ve
kurulumunda kimi hınzırlıklar da yok değil. Misal, bir yandan daha
iyi bir toplum için doğal olanla oynamanın, onu bozuşturup yeni bir
şey icat etmenin yani tanrıyı oynamanın can yakıcı sonuçlarına
vurgu yapılıyor. Ama öte yandan da dünyanın (tabii ki Amerika
kastediliyor burada) bu halinin olup olabilecek en doğal hal
olduğunu, bunu iyileştirme hevesinin fazla zorlamak olabileceğini
de salık veriyor sanki. The High Evolutionary’nin ‘ideal dünya,
toplum vb.’ tasarımına ulaşmak için seçtiği yol ve yöntemlerle
bütün makullerin de kapısı kapatılıyor, elinizdeki dünyayla yetinin
işte deniliyor bir yandan. Ya da biz altı üstü bir Marvel filmini
fazla ciddiye alıyoruz.
Seviyorsanız gidin izleyin, kendiniz karar verin.