Bu sezon Süper Lig’in ilk 10 haftasında 66 dakika boyunca maçları skor olarak önde götürebilen Galatasaray’dan daha kısa süre skor avantajıyla mücadele eden sadece iki takım vardı: 44 dakikayla Giresunspor ve 22 dakikayla Ümraniyespor. Buna karşın tam 360 dakika boyunca maçları skor olarak geride oynayan Alanyaspor’dan ise daha uzun süre skor dezavantajı yaşayan tek ekip 421 dakikayla İstanbulspor’du.
İki takım da Süper Lig’in en fazla topa sahip olan ve isabetli pas yapan ilk iki takımı arasındaydı. Nihayet pro-lisansını alan ve bu sayede artık maçların öncesinde ve sonrasında demeç verme hakkını da elde eden Alanyaspor’un genç teknik direktörü Francesco Farioli de dün akşam maçtan önce rakipleriyle aralarındaki benzerliklere vurgu yaptı. Sahada aynı mantalitede olan ve aynı isteğe sahip olan iki takımın olacağını belirten Farioli, iki takımın da topu aynı hızda rakibinden geri alıp rakibini domine etmeye çalışacağını söyledi.
Okan Buruk ise maç önü demecinde, geçtiğimiz hafta Kayserispor karşısında aldıkları kötü mağlubiyetin ardından bir tepki vermelerini ve takımından sadece sonuç almalarını değil, aynı zamanda oyun olarak da bir gelişim göstermelerini bekliyor gibiydi: “Geç kurulan bir takımız ve zamanla daha iyi olmalıyız. Son hafta oynadığımız maçı hiçbirimiz beğenmedik. Bugün lige yeni bir başlangıç yapmamız gerekiyor.”
DAHA DENGELİ BİR KARIŞIM
Buruk’un ilk 11 tercihindeki değişiklikler de son maçtaki oyundan memnuniyetsizliğini ve yeni bir başlangıç isteğini gösteriyordu. Galatasaray’ın Kayseri’deki başlangıç kadrosundan sadece geri dörtlü ve santrforda Mauro Icardi sabit kalırken, orta sahanın hem merkezi hem de kenarları tamamen değişti. Çift pivotta Lucas Torreira’nın ekürisi olarak Fredrik Midtsjö’nun yerine Sergio Oliveira, forvet arkasında Juan Mata’nın yerine geçtiğimiz hafta sol kanatta çok aksayan Dries Mertens oynarken ve iki kenarda da Yunus Akgün’ün sağ kanattaki yerini Milot Rashica, Mertens’in sol kanatta boşalttığı yerini de Kerem Aktürkoğlu doldurdu.
Açıkçası bu daha dengeli ve birbirini tamamlayan bir karışım gibi duruyordu. Geçen hafta özellikle Mata, Mertens ve Icardi’nin birlikte oynamasının topsuz oyunda yarattığı sorunlar net olarak görülmüştü. Ayrıca Mata’nın yanında Yunus ve Mertens gibi topu ayağına isteyen iki oyuncu daha olunca toplu oyunda da son derece durağan bir yapı ortaya çıkmıştı.
Dün akşam ise pasörler ve koşucular daha dengeli kullanıldı. Özellikle her iki kenara fiziksel kapasitesi üst düzey olan iki atlet oyuncunun, yani Rashica ve Kerem’in geçmesi, merkezde her ne kadar tempoları düşük olsa da iki yaratıcı oyuncu Mertens ve Oliveira’nın birlikte kullanabilmesini mümkün kıldı. Bilhassa Mertens, dün akşam ilk defa kendisine uygun bir rolde ve rakip kaleye bu kadar yakın bir konumda kullanıldı. Galatasaray’ın ilk otuz dakikada sergilediği bu sezonun uzak ara en baskın futbolunda da Mertens’in bu doğru kullanımının büyük payı vardı.
Öyle ki, Belçikalı yıldız maçın ilk yarısında rakip ceza sahasında en fazla topla buluşan (9) ve en fazla isabetli şut çeken oyuncu oldu (4). Bunda kendisine uygun rolde ve pozisyonda kullanılması kadar iki yanındaki Rashica ve Kerem’in hareketliliğinin de payı büyüktü. Fakat elbette futbol rakiple oynanan bir oyun. Alanyaspor’un oyun anlayışı da Galatasaray’ın dün akşamki baskılı ve üretken başlangıcında bir diğer etkendi.
FARIOLI HÂLÂ FİKİRLERİNE AŞIK
Francesco Farioli ile geçtiğimiz yaz yaptığımız röportajda kendisine Marcelo Bielsa’nın bir keresinde bir antrenörün asla kendi fikirlerine âşık olmaması gerektiğini ve kendisinin bu konuda kusurlu biri olduğunu söylediğini hatırlatmış ve şöyle sormuştum: “Senin de böyle bir kusurun var mı? Fikirlerine âşık mısın?”
O ise buna gülerek “maalesef” diye cevap vermişti: “Benim güçlü yanım ve esas meziyetim, oynatmak istediğim futbola olan sağlam güvenim. Tabiî ki her zaman başarılı olamayız, süreç boyunca hatalar ve başarısız olduğunuz anlar olacaktır. Başarısız olduğunuzda da bunu muhtemelen büyük bir başarısızlık gibi hissedersiniz, çünkü bu başarısızlığı kişisel olarak algılarsınız. Nasıl kazanmak istediğimize karar verdiğimizde aynı zamanda nasıl kaybetmek istediğimize de karar vermek zorundayız. Bunu açık bir şekilde anlarsak geriye sadece olaylara uyum sağlamak kalır. Kim olmak ve nasıl biri olmak istediğimiz konusunda kafamız berraksa artık sonrasında bir uzlaşma yoktur. Bielsa’nın da söylediği gibi; belki de fikirlerine âşık olmamak daha iyidir, ama bu benim için çok zor.”
Aradan geçen bir senede Farioli’de bir değişiklik yok. Hâlâ fikirlerine âşık. Oynatmak istediği futbola olan güveninde en ufak bir sarsılma olmadı. Nasıl kazanmak istediği konusunda kafası hâlâ çok net, bu yüzden aynı şekilde nasıl kaybetmek istediğine de kendisi karar vermeye devam ediyor.
Fakat özellikle büyük takımlara rakip olduğu hemen her maçı aynı şekilde kazanmaya çıkması ve sonucunda da çoğunlukla aynı şekilde net bir yenilgiyle sahadan ayrılması, beraberinde kendisine yönelik eleştiriler de getiriyor. Bu eleştirilerden en çok öne çıkan ise Farioli’nin tutucu ve tek planlı bir teknik direktör olduğu. Ama bunun ne kadar anlamlı bir eleştiri olduğu tartışılır.
Süper Lig’de kendine has bir tarzı olan antrenörlere nadiren denk geliyoruz. Farioli de onlardan biri. Ama takımlarının sonuç alamadığı hemen her maçtan sonra kamuoyu tarafından esnek olmadığı ya da onu diğerlerinden ayıran şeyden vazgeçmediği için tahkir ediliyor. Bu da bizim sürece değil sonuca odaklı “futbol kültürümüze” has bir tuhaflık olabilir.
Farioli’nin pro-lisansını daha yeni almış, henüz 32 yaşında bir teknik direktör olduğu da unutulmamalı. Belli ki Süper Lig’i bir tür laboratuvar olarak görüyor ve buradaki denemeleri boyunca yenilmekten, hatta bazen farklı kaybetmekten bile çekinmiyor ve her maçı kendi A planını güçlendirmek için yeni bir fırsat olarak görüyor. Kendi adıma bunu çok saygıdeğer buluyorum.
Elbette onun da eleştirilecek yanları var. Fakat bu kendi doğrularından sapmaması değil, güçlendirmeye çalıştığı A planında net bir gelişim gözlenememesi ve hatta bazı açılardan gerilemelerin bulunması.
Öyle ki, Farioli’nin tasarlamaya çalıştığı şeyle oyuncularının sahadaki uygulaması arasındaki fark, zaman geçtikçe büyümeye başladı. Rakipleri de onların bu uyumsuzluklarından çok kolay faydalanmaya başladılar. Özellikle Alanyaspor’un büyük takımlara karşı olan maçlarında bu daha net görüldü. Dün akşam da ilk yarıda olan buydu.
Farioli de maçın ardından oyun tarzları hakkındaki eleştirilere yanıt verirken bunu kabul etti: “Bugüne dek maç sonlarında konuşamadığım için buna netlik getirememiştim, bu yüzden şimdi buna cevap vermek istiyorum. İnsanlar sürekli geriden kısa pasla çıktığımızı söylüyorlar. Ama bizim oyunumuzda her pozisyonda geriden kısa pasla çıkmak diye bir şey söz konusu değil. Rakibin duruşuna göre oyunu okuyup ataklarımızı geliştirmemiz lâzım. Fakat bu akşam yediğimiz iki golde de bunun tam tersi oldu. İlk gol öncesinde uzun vurmamamız gerekiyordu, ama maalesef uzun vurmayı denedik ve o pozisyonun dönüşü gol oldu. İkinci yediğimiz gol öncesindeyse oyunu kısa pasla geliştirme imkânımız yoktu, ama yine pozisyonu çok doğru okuyamadık, kısa pasla çıkmayı zorladık ve yine gol yedik.”
UYUMSUZLUK VAR
Futbolda taktik, karar almak, teknik ise uygulamaktır. Alanyaspor’un taktiğiyle tekniği arasında da bu anlamda net bir uyumsuzluk var. Farioli’nin ise yapması gereken kendisinden çoğunlukla beklendiği gibi doğrularından vazgeçmek değil, bu uyumsuzluğu ortadan kaldırmak olmalı. Aksi takdirde top daha fazla onlarda kalır, daha fazla pas yaparlar, ama toplu oyundaki tercih hataları hem kalesinde goller görmelerine hem de hücumda büyük üretim sorunları yaşamalarına neden olmaya devam eder.
Dün akşam ilk otuz dakikada olan da buydu. Top daha fazla Alanyaspor’da olsa da oyunun hâkimiyeti ve pozisyon üstünlüğü net olarak Galatasaray’daydı. Hatta bu üstünlük, Sacha Boey’nin 31. dakikada hayli tartışmalı bir kararla oyun dışı kalmasından sonra ilk yarı bitene kadar da devam etti. Ama ikinci yarıda başka bir maç başladı.
Aslında bu senaryonun çok benzerini, Alanyaspor’un ligin ikinci haftasında Beşiktaş’ı ağırladığı karşılaşmada da seyretmiştik. Akdeniz ekibi o maçın ilk yarısında da rakibinin önde baskısı ve yüksek temposu karşısında çaresiz kalmış, üst üste hatalar yapmış ve üç farklı geriye düşmüştü. Ama yine aynı dakikalarda Beşiktaş’ın on kişi kalması, ikinci yarıda bu defa Alanyaspor lehine tek taraflı bir maç yaratmıştı. Dün akşam da aynısı oldu.
Beşiktaş maçının ikinci yarısında yüzde 84 top hâkimiyetiyle oynayan Alanyaspor, dün akşam da ikinci yarıda yüzde 76 top hâkimiyetiyle oynadı. Üstelik bu top hakimiyeti, Beşiktaş maçına göre çok daha fazla gol atma imkanı bulmalarını da sağladı. Bunda Farioli’nin proaktif hamlelerinin hemen hepsinin olumlu sonuç vermesi kadar, Okan Buruk’un bilhassa oyunun son bölümünde yaptığı reaktif hamlelerden bir karşılık bulamamasının da payı vardı. 71’de Rashica’nın yerine Midtsjö’nün, Oliveira’nın yerine de Emin Bayram’ın girmesinden sonra iyice geriye gömülen Galatasaray, pozisyon üstünlüğünü de rakibine verince tabeladaki iki farklı üstünlüğünü koruyamadı.
Hakem kararlarının damgasını vurduğu maçın sonundaysa yeniden yabancı hakem talepleri yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. Ali Palabıyık dün akşam berbat bir hakemlik yapmış olabilir. Genel olarak Türkiye’deki hakemlerin kalitesi de çok düşük olabilir. Ama ortada bir kalitesizlik varsa, herhâlde bu yalnızca hakemlere özel olmasa gerek. Ülke futbolundaki bu topyekûn kalitesizlik ise her şeyin ithal olanını talep ederek değişmez. Daha nitelikli futbolcular, teknik direktörler, yöneticiler ve de elbette hakemler yetiştirerek değişir. Bunun başka bir yolu yok.