Haydi gözümüz aydın; Tudor da gitti! Ama sorunun kaynağı Tudor değil. Bu sezon Galatasaray şampiyon olmak “zorunda”. Öyle bir mali yapı ve futbol pastası var ki, bu diğer büyükler için de geçerli elbette, şampiyonluğu elde eden takıma büyük imkanlar sunuyor. Galatasaray'ı onlardan ayıransa, tüm yatırımın ve planın sadece şampiyonluğa göre yapılması. Bu yatırımın sonucu gelmesi düşünülen Şampiyonlar Ligi katılım hakkına güvenerek, piyasanın çok üzerinde yaptıkları ödemelerle alınan oyuncuların yükünü hafifletmeyi ve bu oyunculara yapılan ödemeleri en azından sürdürmeyi düşünüyorlar. Ama bu plan tutmadığında onları bekleyen büyük bir çöküş, belki de iflasın eşiği olacak.
Liverpool, Napoli ya da Sevilla'nın böyle bir derdi yok; çünkü oralarda ligi dördüncü bitirmek bile Şampiyonlar Ligi'ne doğrudan katılım demek. Bizde ise ligi ikinci bitirdikten sonra, son şekliyle, eleme turlarını geçip de Şampiyonlar Ligi'ne katılmayı başarabilen bir takım henüz olmadı.
Borçlanma üzerinden bakarsak, aslında en büyük ağırlık Beşiktaş'ta. Ancak siyah-beyazlıların saha içi ve dışında gösterdiği performans, bu kötü mali tablonun ihtiyaç duyduğu sıcak para girişini sağlıyor. Fenerbahçe ise yurt içi popülerliği ve taraftarlarının sürekli takım için harcama yapması nedeniyle borçlarını çevirebiliyor.
Bunları göz önüne alırsak, Galatasaray'ın neden bu kadar telaşlı olduğunu anlayabiliriz. Normal koşullarda puan durumuna ve iç saha maçlarındaki iyi sonuçlara bakarsak bu kadar gürültü kopmasını gerektirecek bir durum yoktu. Ancak ilk sekiz haftada yaptıkları puan farkının, sonrasında bir ileri - bir geri alınan sonuçlar nedeniyle erimesi, şampiyonluğun garanti olmadığı gerçeğiyle yüzleşilmesine ve bu gerçeğin yarattığı stresle baş edemeyecek bir duruma gelmelerine yol açtı.
Artık işleri Tudor'la olduğundan da zor hale gelebilir. Tudor, deplasmanlarda felaket denemelere girişse de, iç sahada iyi bir plan tutturmuştu. Yeni gelecek hoca bu yapıyı koruyamazsa, evdeki bulgurdan da olabilirler. Çünkü Yeni Malatya'nın da gösterdiği gibi, Galatasaray pres yediğinde topu ileriye taşıyamıyor. Hele bir de Malatya'daki Sadık gibi enerjisini maç boyu ortaya koyan oyunculara karşı oynuyorlarsa. Sadık, bu maçta fazlasıyla iyiydi; Malatya'nın oyun planı da. İşin aslı, Galatasaray kaybetmedi, Malatyaspor kazandı.
Beşiktaş'ın yüzü artık ligde de gülmeye başladı. Sonuçlardan bağımsız olarak, oynadıkları maçların neredeyse tamamında oyuna hükmetmeleri, skoru alamadıkları için taraftarda bir endişe yaratıyordu. Üstelik bazı maçlarda akıcı oyun ve yüksek tempodan uzak olunması bu endişeleri daha da artırıyordu. Ancak önce Galatasaray maçı, ardından bu hafta Osmanlıspor karşısındaki oyun, geçmişi unutturmaya yetti. Şampiyonlar Ligi'nde alınan iyi sonuçların da yüksek sesli şikayetlerin engellenmesine çok katkısı oldu.
Şenol Güneş bu maça daha önce hiç yapmadığı bir orta saha kurgusuyla çıktı. Medel ve Atiba'ya görev verirken Oğuzhan ve Tolga gibi daha yaratıcı isimleri yedek tuttu. Fakat Medel ülkemizde kıymeti bilinmeyen bir şeyi çok iyi yapınca Beşiktaş'ın oyun hızı ve akıcılığı kusursuza yakın bir hal aldı: Ayağına gelen her topu mümkün olan en kısa sürede en uygun takım arkadaşına -genellikle tek pasla- yollamak ve bunu yapar yapmaz bir pas opsiyonu olacak şekilde boş alana koşmak. Buralı oyuncuların yaptığı gibi, uygun arkadaşını gördüğünde, atması gereken anda o pası yollamayıp topu bir kez daha dürtme isteğine yenik düşmedi, dolayısıyla top rakibe geçmedi.
Tabii, kaftan formalı Osmanlıspor'un oyun yapısı da buna çok müsaitti. Galatasaray'ın ligin altında yer alan Osmanlıspor'la hemen hemen aynı planla alt edilmesi esas problem; aradaki muazzam bütçe farkının sahada bir karşılığının olmaması.
Fenerbahçe aldığı sonuçlarla mutlu olmaya devam ediyor ama Kasımpaşa maçında ağzımıza sürdükleri tat geçti. Lig sonuncusu olan ve umutlarını yitirmiş bir takıma karşı bile maçın büyük kısmında organize atak yapamadılar. Fenerbahçe'nin attığı ikinci gol bu durumu çok iyi anlatıyor: Mehmet Topal, orta sahadan Valbuena'ya oynuyor ve top ayağından çıkar çıkmaz olduğu yerde kalıyor; tıpkı diğer orta saha oyuncuları gibi. Valbuena topla kaleye giderken tek şansı olan şutu deniyor ve sonuç alıyor. Ama büyük takım sonuca bu şekilde ulaşmaz; bir planı ve o planı uygulama ısrarı olur. Onun dışında “bu tip” pozisyonlara girebilir. Sahip olunan oyuncu kalitesi kötü oynanan maçlarda skoru almaya yetebilir; fakat bu maçların çoğunda kötü oynamak hakkını vermez.
Rıza Çalımbay, devraldığı bir takımı daha şahlandırdı, bunu çok iyi yapıyor. Sorun, aynı takımla ertesi seneye başladığında buna devam edememesi. Trabzonspor'un genlerinde yerli oyuncularla başarılı olmak var. Çalımbay, buna uygun bir isim. Elinde ise çok yetenekli iki genç oyuncu mevcut: Yusuf Yazıcı ve Abdülkadir Ömür. İkisi yetenekli; ama asıl önemlisi futbol zekasına sahipler. İnsan sormadan edemiyor: Böyle potansiyelli gençler varken Sosa'ya bir servet harcayıp transfer etmeye gerek var mıydı?
Göztepe ve Kayserispor, Beşiktaş'la aynı puana sahipler: 30. Beşiktaş kadar gündeme gelmeleri imkansız elbette. Ama özellikle Göztepe'nin buna çok ihtiyacı yok. Tribünleri dolu, takım iyi ve yerelde fazlasıyla gündemdeler. Kendilerinin olmayan küçük stadyumu bir karnaval alanına çeviriyorlar. Gönül ister ki Konyaspor taraftarı da “tribüne siyaset sokmadan” sadece takımlarını desteklese; kale arkasına astıkları gibi futbolla alakası olmayan simgeleri burada görünür kılmasalar. Ya da futbol dışı simgeleri tribünde görünür kılmak herkesin hakkı olsa, bu konuda herkese eşit davranılsa.
Hem tribünde hem de sahada futboldan gittikçe uzaklaşan bir kulüp daha var: Gençlerbirliği. Çok kötü yönetilen kulübün teknik direktörü de işini sahiplenmekten uzak. Hedeflediği 43 puana ulaşması için hem kendisini hem de oyuncularını maça hazırlaması gerek. Yoksa bu puan ortalamasıyla kümede kalmaları mümkün değil.
Antalyaspor sezona çok havalı girmişti. Başıboş kalan takım lideri elinden geldiğince zorladı. Maçı 4-1 kaybettiler ama son 10 dakikaya girilirken yedikleri golle 2-1 geriye düşünce havlu attılar. Başakşehir'in liderliği lige bir anlamda yakışıyor, bir anlamda yakışmıyor. Yakışıyor; çünkü onca para ve imtiyaza sahip asırlık çınarların önünde yer almasının en büyük nedeni bizzat o çınarların yeşerttiği futbol iklimi. Yakışmıyor; çünkü İstanbul'un asırlık çınarlarının yıkılıp betonlaşarak gelişmesi ne kadar estetik ve insaniyse, Başakşehir'in liderlik koltuğunda oturması da biraz öyle...