Derbi öncesi Galatasaray’ın iç saha atmosferi dışında Beşiktaş’a karşı iki avantajı daha vardı: Birincisi; Beşiktaş’ın Lyon deplasmanından ciddi olarak hırpalanarak gelmesi ve kendilerinin içerde Elfsborg gibi çok daha zayıf bir rakiple oynamasıydı. İkincisi ise bu iki maç arasında yine Galatasaray’ın lehine yaklaşık 30 saatlik bir farkın olmasıydı. Sarı-kırmızılıların çok daha geniş bir kadrosunun bulunduğunu, üstelik Beşiktaş’ın Gabriel Paulista ve Milot Rashica gibi iki as oyuncusundan yoksun olduğunu da hesaba katarsak, siyah-beyazlıların derbide fiziksel açıdan daha zorlanması olağan bir sonuç olurdu.
Ev sahibinin rakibine en önemli üstünlüğü ise elbette Galatasaray’ın son iki sezonun şampiyonu olan, oyuncuların birbirini çok iyi tanıdığı ve teknik direktörün isteklerini çok iyi bildiği bir takıma sahip olması (her ne kadar Okan Buruk’un her sezon yeni icatlarda bulunması gereken bir yapıları olsa da), buna karşın Beşiktaş’ın yeni oyunculara ve yeni bir teknik direktöre sahip, henüz inşa hâlinde olan bir takım olmasıydı. Yine de siyah-beyazlıların sezonun ilk resmî maçı olan Süper Kupa maçında rakibini bozguna uğratması, “Bir defa olan neden bir daha olmasın ki?” umudunu onlara veriyordu. Ama bunun için iki şeyin gerçekleşmesi gerekiyordu: Birincisi; oyunun senaryosunun benzer olması. İkincisi ise rakibin benzer bir planla sahaya çıkması. İkisi de Beşiktaş'ın istediği gibi olmadı.
OKAN BURUK PLANI DEĞİŞTİRDİ
Süper Kupa maçına adeta 1-0 önde başlayan taraf Beşiktaş’tı. Bu durum, siyah-beyazlıların istediği gibi geçiş odaklı bir maç oynayabilmesine imkân sağlamıştı. Ayrıca Galatasaray da o maçı domine etmek isteyen bir kadro ve anlayışla sahaya çıkmıştı. Bu da Beşiktaş’ın işine yarayan bir başka unsurdu.
Dün akşam ise şartlar değişmişti. Süper Kupa maçında sağ kanatta Hakim Ziyech, forvet arkasında Dries Mertens gibi top hâkimiyetini güçlendirebilecek iki teknik kalite sahadayken, dün akşam çift santrforun yanı sıra sağ kanatta Roland Sallai, sol bekte Barış Alper Yılmaz gibi direkt hücumu keskinleştirebilecek fizik kalitelerin sahada olması Okan Buruk’un niyetini belli ediyordu.
Buruk’un iki senedir yarattığı Galatasaray’ın en görkemli maçlarına bakın; o maçlarda sarı-kırmızılıların rakip kaleye olabildiğince direkt bir şekilde gittiğini göreceksiniz. Zorlandığı maçlara baktığınızda da kompakt bir şekilde savunma yapıp boşluk vermeyen takımları açmaya çalıştıklarını görürsünüz.
BEŞİKTAŞ'TA NE DEĞİŞTİ?
Her ne kadar yeni bir takım olsa da benzer şeyler Giovanni van Bronckhorst’un Beşiktaş’ı için de geçerli. Siyah-beyazlılar sezon başındaki etkileyici başlangıcında topla çok fazla oyalanmadan, bir hayli doğrudan bir şekilde rakip kaleye gidiyordu. Son bir aydaysa takımın topla oynama yüzdesi arttıkça oyunun yavaşladığı ve buna bağlı olarak üretkenliğin de azaldığı görülüyor.
Elbette bu durumun ortaya çıkmasında birçok sebep sayılabilir. Semih Kılıçsoy’un yerine bambaşka bir profil olan Joao Mario’nun oynamaya başlaması, rakiplerin Beşiktaş’ın etkili olduğu oyuna dair önlemler alması veya Avrupa maçlarının başlamasıyla çok geniş olmayan kadronun fiziksel olarak yıpranması, bu sebepler arasında olabilir.
Derbi özelindeyse gerçek olan şuydu ki, bu maçta hangi taraf hücumda daha çok geçiş imkânı bulursa daha avantajlı olacaktı. Okan Buruk buna uygun bir başlangıç kadrosu ve planıyla takımını sahaya çıkardı. Elbette Davinson Sanchez’in erken golü, tıpkı Süper Kupa maçında Ciro Immobile’nin ilk dakikadaki golünün oyunun seyrini Beşiktaş’ın istediği bir şekle büründürmesi gibi, dün akşam da oyunun tüm dengelerini Galatasaray lehine değiştirdi. Ama golden önceki oyun da sarı-kırmızılıların rakibinin üzerine topla baskı kurmak gibi bir amacının olmadığını gösteriyordu.
BEŞİKTAŞ'TAKİ SORUNLAR
Dolayısıyla Beşiktaş, dün akşam ilk dakikadan itibaren iyi oynadığı bir oyun tarzını hiç oynayamadı, bunun yerine pek de beceremediği bir oyun tarzına zorlandı. Bunu da kendi standartları ölçüsünde fena oynamadı aslında. Ama topa hükmetse ve oyunun kontrolünü elinde bulundursa da, tıpkı topa daha fazla sahip olduğu önceki maçlarda olduğu gibi, yine bir üretkenlik sorunu yaşadı.
Bunun birinci sebebi elbette siyah-beyazlıların henüz inşa hâlindeki bir takım olması. Yani kolektife, yapıya, örgütlülüğe ilişkin sorunlar. Bunun için de zamana ihtiyaç var.
Ancak hâlihazırda kurulmaya çalışılan yapıya işlerlik kazandıracak olanlar da oyuncular. Ve bazı oyuncular da bu anlamda sorunun bir parçası olabiliyor. Örneğin Immobile. İtalyan golcünün, özellikle Avrupa ve ligi birlikte götürmesi, pek kolay görünmüyor. 35’ine merdiven dayamış bir oyuncunun, bir haftada oynanan üç maçın tamamında 90 dakika sahada kalması bile takdire şayan iken, bu yoğunluğun fiziksel handikaplarını yaşamaması düşünülemez. Immobile de dün akşam bunu yaşadı. Bilhassa Davinson ile bire birde kaldığı pozisyonlarda iki oyuncu arasındaki atletizm ve zindelik farkı çok fazla göze battı.
Van Bronckhorst’un elinin ise bu konuda çok güçlü olmadığı kesin. Immobile’nin birinci alternatifi olarak Mustafa Erhan Hekimoğlu’nu belirlemesi hayranlık uyandırıcı olmakla birlikte, 17 yaşındaki oyuncunun henüz böyle maçlar için hazır olmadığı Ajax maçının ilk 45 dakikasında fazlasıyla ortaya çıkmıştı. Geriye Semih Kılıçsoy seçeneği kalıyor. Onun için de sol kanattan ziyade en uçta oynamak daha iyi olabilir. Fakat kanat seçenekleri bu kadar sınırlıyken, hele ki Rashica’nın da yokluğunda, Semih’i oradan çekmek de kolay değil. Bu yüzden Hollandalı teknik direktörün, her şeye rağmen Immobile’nin büyük maç deneyimine güvenmesi anlaşılır. Ama bunun dün akşam iyi bir sonuç vermediği de kesin.
Dün akşam Beşiktaş adına iyi sonuç vermeyen bir başka tercih ise Rafa Silva’nın kanatta oynatılmasıydı. Tıpkı Portekizli yıldızın forvet arkasından çekildiği diğer maçlarda olduğu gibi. Ama dün akşam özelinde bu tercihin de bir zorunluluk olduğu söylenebilir. Bunun nedeni de Al-Musrati’nin yokluğu. Şöyle ki, Libyalı orta sahanın yokluğunda merkezde Cher Ndour-Gedson Fernandes ikilisi varken, önlerinde oynayan oyuncunun biraz daha derine gelip oyun kurulumuna yardımcı olması gerekiyor. Bu yüzden Rafa dün akşam 10 numarada oynasaydı, daha çok derine gelmesi gerekecekti, bu da onun etkili olabileceği ön alanda daha az topla buluşmasına ve skor tehdidinin azalmasına neden olacaktı. Dolayısıyla hem hafta içi Lyon maçında hem de dün akşamki derbide onun yerine Joao Mario’nun merkezde kullanılması anlaşılır bir tercihti.
DURAN TOPLAR
Beşiktaş adına kabul edilebilir olmayan şey ise akan oyunda Galatasaray’a çok fazla geçiş fırsatı verilmezken, duran topları bu kadar kötü savunmaktı. Elbette sarı-kırmızılıların duran toplarda harika bir atıcıya (Gabriel Sara) ve çok iyi vuruculara sahip olduğunu da unutmamak gerek. Nitekim dün akşamki iki golle birlikte sarı-kırmızılıların bu sezon duran toplardan attığı gol sayısı 12’ye çıktı. Henüz ekim ayında olduğumuzu düşünürsek bu inanılmaz bir istatistik. Kadro kalitesi ligin çok üzerinde olan bir takım olarak, duran toplardan bu kadar rahat bir şekilde gol bulunca, akan oyunda harikalar yaratmaya gerek duymaksızın maçları kazanabiliyorsunuz. Galatasaray da öyle yapıyor.
Buna karşın sarı-kırmızılılarda Okan Buruk’un çift santrfor tercihi devam ettikçe, ki Mauro Icardi ve Victor Osimhen’e aynı anda sahipken tersi pek mümkün görünmüyor, Galatasaray’ın özellikle seviyesi yüksek maçlarda oyunu kontrol etmesi kolay olmayacaktır. Icardi-Osimhen ikilisi elbette ceza sahası içinde büyük bir tehditkârlık vadetse de, merkezdeki sayısal üstünlükten feragat etmek daha direkt bir şekilde hücum etmeyi gerektiriyor, bu da topu ve oyunu kontrol etmeyi güçleştiriyor.
Galatasaray’ın bu düzenle, yüksek tempoda ve yoğunlukta oynayan, hücum geçişlerinde örgütlü ve maharetli Avrupa takımlarına karşı çok zorlanması kuvvetle muhtemel. Ama doğrusunu söylemek gerekirse, Süper Lig’de onlara çok fazla sorun çıkarabilecek bir takım görünmüyor. Nitekim dün akşam karşılaşabilecekleri en güçlü iki takımdan birine karşı oynadılar ve savunmada büyük bir sorun yaşamadan kazandılar. Diğerini zaten kendi evlerinde üçlemişlerdi.
Dolayısıyla Galatasaray için Kapıkule'den çıkana dek bir mesele yok gibi. Oradan çıkınca ise gerçekler başlıyor. Zaten hepimiz için biraz öyle değil mi?