Galatasaray kapkara 

Türkiye’de geleneksel olarak zirveye uzanan yol kısalınca, teknik adamların birinci görevi oynamaktan vazgeçmek oluyor. Sonuca odaklanan oyunlar, kapkara bazukalar gibi, her şeyin ayarını bozuyor ve geriye ilham verecek hiçbir tecrübe kalmıyor. 

Ali Fikri Işık polesar@hotmail.com

Fatih Terim, bilerek isteyerek, hatta taammüden, Galatasaray oyununu niteliksizleştirerek Ankaragücü’yle eşitledi. Doğrusunu söylemek gerekirse, niteliksizleştirme operasyonu Ankaragücü maçına özgü değildi. Uzun bir süredir Terim, hiçbir oyun niteliğine ihtiyaç duymadan şampiyon olabileceğine inanmış durumda; sırf bu inancına binaen, gözünün yaşına bakmadan Taylan’ı oyun dışına kovdu. Aslında bu hikâyenin özü Terim'in ne yeteneklerini ne de niteliklerini anlatan bir hikâyedir. Sezon başında çok dengeli ve her hattıyla olgun bir oyun üretme çabasıyla kolları sıvayan Terim, kısa bir sürede, bu yeni ama doğru anlayışın kendi mizacına uygun olmadığını anladı ve kısa sürede Terim'ci olan kaotik futbola geri döndü. 

Taylan-Feghouli ikilisini tamamlayacak bir üçüncü oyuncuyu ikinci bölgenin yapılanması için bulamayınca, ikinci bölgenin forse edeceği oyun planından vazgeçti. Oysa bu plan sadece Galatasaray’ın ihtiyacı değildi, belki Türk futbolunun makus talihini kırabilecek bir plandı; çünkü bu plan sonuçtan çok, sonucu oynayarak üretmeyi gözeten bir plandı. Eğer işleseydi, belki de Terim tarihinde ilk kez kısa kestirme yollara itibar etmeden, zafere ulaşma imkânı elde edilebilirdi. 

Terim, oyunun bu çok gerekli sorununa çözüm bulamayınca, Ankaragücü’ne yenilen Galatasaray’ı ikame etmekte hiç tereddüt etmedi. İşler yolunda gidince hiç kimse bu melez oyuna bir tek laf etmeyi düşünmedi. Ama Ankaragücü maçı da gösterdi ki, takım geriye düşüp oynamaya muhtaç hale gelince, ortada oynanacak bir oyun ve bunu oynayabilecek bir topçu yoktu. 

Türkiye’de geleneksel olarak zirveye uzanan yol kısalınca, teknik adamların birinci görevi oynamaktan vazgeçmek oluyor. Sonuca odaklanan oyunlar, kapkara bazukalar gibi, her şeyin ayarını bozuyor ve geriye ilham verecek hiçbir tecrübe kalmıyor. 

Ama esas trajedi, Avrupa kupalarına katılınca ortaya çıkıyor. Şampiyonlukla birlikte, büyük paralar harcanarak transferler yapılıyor ve bu transferlerin olmayan oyunun yerini dolduracağı sanılıyor. Ama olmuyor, enseyi kaşıyarak eve dönmek hep kader oluyor ve yapılan transferlerden oluşan borç stoku, takımları mali iflasa bile götürüyor. 

Oynamadan şampiyon olan Türk takımlarının kaderi hep böyle oldu ve bu pratik hep meşru görülerek desteklendi. Aslında neden 'Türk futbolu gelişmiyor?' sorusunun yanıtı, bu süreçlerin analizinde gizli. 

Ama benim anlamakta zorlandığın olgu, Fatih Terim gibi Türkiye’de yeterli derecede başarıya doymuş bir karakterin bile, hâlâ bu ucuz yollara tenezzül etmesidir. 

Tüm yazılarını göster