Game of Thrones üzerinden ezilenlerin makûs tarihi
J.R.R. Martin, Hollywood’a sadece hikayesini satmamış, hem yarattığı karakterleri hem bu karakterlerle yaratacağı dünyayı hem de bu karakterlerin okuyucu ve izleyici için ifade ettiği özgürlük ve umudu satmıştır.
Sina Güneş
Game of Thrones dokuz yıl sekiz sezon ve 73 bölüm sonra oyuncuları dâhil hiç kimseyi tatmin etmeden sona erdi. Bir umut yeşerterek başlayan seri adeta fantezi dünyasında bile yönetenlerin hep yöneten, seçkinlerin hep seçkin, ezilenlerin ise isimleri bile bilinmeden yok olmaya ama en çok da ezilmeye mahkûm oldukları algısını kafalara kazıyarak bitti.
Düzenbazlık, riyakârlık ve en yakınlarına bile ihanet ederek elde edilen konumların ya da tamamen şans eseri elde edilmiş ve bunda da liyakatten çok, doğru zamanda doğru yerde olmaktan başka vasfı olmayan, bunun da yine seçkinlerle kurdukları pragmatik ilişkilerle elde edilebileceğini adeta damarlara zerk ederek son erdi.
Yaşadığı bütün acılara, uğradığı bütün haksızlıklara, içinde doğduğu konuma rağmen kendini kölelerin, güçsüzlerin yani yoksun ve yoksulların özgürlük ve mutluluğuna adayan ve bunun için mücadele eden karakterin elde ettiği güçten zehirlenerek, kurtarmak için yola çıktığı insanları katletmesi ve siyaset sosyolojisinin “güç bozar, mutlak güç mutlaka bozar” önermesiyle son bulması, adeta Marx’ın değil Hegel’in haklı olduğunu göze sokan, trajikomik bile olmayan bir son oldu.
Aslına bakılırsa, Game of Thrones’taki kahraman/kurtarıcı dönüşümü tarihteki gerçek kahraman/kurtarıcı gelişimiyle paralel bir ilerleme göstermiştir. Şöyle ki Gılgamış Destanı’ndan Antik Yunan yazınına kadar kahraman özellikleri genel olarak cesaret, bilgelik, mücadele ve pes etmeme üzerinden şekillenmişken Antik Yunan’da bu durum bilgelik, söz söyleme üzerinden ikna ve toplumsal iyi (common good) olarak şekillenmiştir. Antik Yunan’ın son döneminden Roma dönemine geçişteyse bu özellikler yerini kişisel çıkarı merkeze alan kurnazlığa evrilmiştir. Bu durumun halen geçerli olduğu söylenebilir.
Game of Thrones’un son bölümünde iktidarı ele geçiren karakterlere bakıldığında ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Özellikle Deanerys ve Jon Snow’un sonlarına bakıldığında iyi niyetle başlayan karakterlerin sonlarının hem kendileri hem de temsil ettikleri toplumsal yapı için iyi olmadığı, Bronn, Tyrion ve özellikle Bran’e bakıldığında Roma döneminin kahraman özellikleri su yüzüne çıkar.
Elbette George R.R. Martin’in karakter örgüsü bitmeden Hollywood’un duruma el atmış olmasının karakter gelişimlerini bu yönde etkilediği düşünülebilir. Game of Thrones bu yönüyle J.R.R. Tolkien’in ‘Yüzüklerin Efendisi’ eserinde kullandığı karakter gelişimi ve sonlandırılması bakımından temel bir farklılık gösterir.
Yüzüklerin Efendisi’nde Aragorn karakteri hikâyeye ‘Yolgezer’ olarak başlayıp kral olarak tamamlarken Game of Thrones’ta hem Deanerys hem de Jon Snow’un benzer bir başlangıç yaparken sonlarının çok farklı olması Hollywood etkisine güzel bir örnektir. Yine de Tolkien’in eserinin tamamlanmış olmasının Hollywood’un etkisini kısıtladığı savunulabilir. Bu da karakterlerin hikaye örgüsü boyunca aynı özelliklerini korumasına ya da yoldan çıkmasına engel olmuştur.
J.R.R. Martin’in ise tamamlanmamış eserinde karakterler Hollywood’un elinde yozlaştırılarak (Deanerys) ya da toplumdan soyutlanarak (Jon Snow) yok edilmiştir. Dolayısıyla J.R.R. Martin, Hollywood’a sadece hikayesini satmamış, hem yarattığı karakterleri hem bu karakterlerle yaratacağı dünyayı hem de bu karakterlerin okuyucu ve izleyici için ifade ettiği özgürlük ve umudu satmıştır. Hollywood eliyle yaratılan bu durum fantezi dünyasında bile düzenin değişmeyeceğini göstermiş, yöneten-yönetilen, ezen- ezilen, sömüren- sömürülen ilişkilerini tarihsizleştirmiştir.
Game of Thrones üzerinde yaratılan bu çaresizlik bizi eski bir söyleme geri götürür; aslanlar kendi tarihini yazana değin tarih avcıların kahramanlıkları anlatacaktır!