Game of Thrones ve aşırı politika

Game of Thrones'ta odaklandığımız ve izlediğimiz kişiler “saf karakterler”. Buna izin veren şey daha çok “çoklu siyasal bünyeler”.

Abone ol

Sezai Koyunbakan sezaikoyunbakan@gmail.com

DUVAR - Diziler gün geçtikçe hayatımızda daha fazla yer alıyorlar. Küçüklükten TRT 3’te seyredilen birkaç Brezilya dizisini hayal meyal hatırlıyorum. Neredeyse bütün aile izlerdik. O diziler için aşk-entrika dizileri denirdi; görece ev hanımlarının hanesine yazılırlardı; şimdi ise öyle değil, herhangi bir toplumsal konumu ya da yaş kategorisini işaret etmeden (ama muhtemelen belli coğrafyalar henüz bu popüler tüketim nesnelerini tüketemiyor olsa gerek) dünyanın nüfusunun en az yarısını ilgilendiren ürünlerden bahsediyoruz.

Ama elbet “sinema”nın ne olduğuna cevap verilemeden dizilerin ne olduğuna cevap verilemez; böyle genel bir soru önümüzde duruyor. Anlatı-ekran ve izleyici; ortak unsurlar gibi. Masal ile belki bir yerde benzerlik kurulabilir; “bir varmış bir yokmuş; evvel zaman içinde kalbur zaman içinde develer tellal iken pireler berber iken ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallarken…” diye başlayıp devam eden anlatılar; herhalde bu girişi duyar duymaz sinemadaki karşılığı Yüzüklerin Efendisi gelmiştir çoğumuzun aklına. İzlediğimiz filmler, diziler gittikçe masallara daha çok benziyorlar.

Tagore bir süre önce (ne kadar bir süre önce?) bir öyküsünde gerçekliğe aşırı bağlı modern okura takılmak için yazdığı bir öyküye de böyle başlamıştı; ama ona masal anlatılamayacağını ifade etmek için “… bir zamanlar bir ülkede bir prens varmış” derseniz; “hangi ülke” diyeceklerdir; “… filanca ülkede filanca bir prens varmış” derseniz de “hangi zamanda?” diye sorulur diyordu. “Gerçeklik tutkunu” bu tavırla Borges de dalgasını geçerdi: “Çin’de çok gerçekçi bir harita yapılmak istendi; harita tüm ülkeyi örtüyordu” şeklinde ifade etmişti.

Belki de bir eşiği aşıyoruz; izlediğimiz filmler ve dizilerin masal tadında olduğunu görünce ve bunların herkese hitap ettiklerini rahatlıkla söyleyebildiğimize göre... Ama elbet popüler kültür ürünlerini, dizileri, filmleri vs az tüketen biri olarak pek sofistike tahliller yapamam. Bir zamanlar için, sayelerinde “sınıf atlama” hayalleri kurduğumuz söylenen dizilerin ve filmlerin yerine, daha radikal dönüşümler talep eden film ve dizilerin geçtiği ilk elde hemen tespit edilebilir. Bu yazıda ise genel olarak Game Of Thrones’un karşımıza sunduğu “aşırı siyasallık” düzlemini ele alacağım. Bu “aşırı siyasallığın" ne tür sorunları düşündürebileceğini görmeye çalışacağım.

Game of Thrones’un hayat verdiği karakterler epeyce fazla; birkaç sezon göz dolduran karakterlerin hızla öldürülmesi diziyi tehlikeye sokmuştu ancak sonradan buna bir dur dediler ve nihayet izleyici kitlesini tuttu. Bu dizide ve diğer dizilerde genel olarak odaklandığımız ve izlediğimiz kişiler “saf karakterler”; buna izin veren şey daha çok “çoklu siyasal bünyeler”. Çoklu siyasal bünyeleri ayağa kaldıran ise teritoryal çokluk; dinsel çokluk. Bu sayede en azından en on civarında saf karakter izleme şansımız oluyor.

Saf karakterleri kuran bir aile ve aynı zamanda bölge olarak Kralın toprakları; Lannisterler. Ana aks, özdeşleştiğimiz aile Starklar; epeyce zengin saf karakterler sunuyor. Targaryen ise topraksız ve ailesiz olarak büyük bir ülküyü kendisinde ifade eden ejderhaların annesi; onun bir ülkesi veya ailesi olmamasına rağmen onun önümüze koyduğu “siyasal bünye” ailesi ve toprağı olanlarla hayli hayli rekabet edecek kadar bir bütünün içinde başka saf karakterler izlememize izin veriyor ama aslında buradaki saf karakterler bizler için biraz tuhaf kaçsa da “adanmışlık”ın yarattığı saf karakterler. Kurgu, din veya toprak veya soy kurucu unsuru etrafında “siyasal bünyeler”e dayanıyor; her siyasal bünye kendi içinde farklı konumlarla farklı saf karakterler yaratarak bütünleniyor; bu saf karakterlerin yanlarında kendilerini bunlara adayarak saflaşan başka konumlar oluşuyor.

Kurguya gelince; modern siyaset bilimcimizin Machiavelli ve Hobbes momentlerinde tespit ettiği güzergahı kat ediyor. Yönetilenlerin hiçleştirilmesiyle karşımızdaki siyasal akıl Hobbes tarzı çalışıyor; yine de tamamen “güç savaşları”ndan dolayı dinamizm Machiavelli’den geliyor. Elbet hepimize gına getiren bir düzlem; “güçlerin savaşı”, siyasal bünyeleri ancak bir güç çatışmasının içinde okuyabilen bir siyaset biliminden; bütün uğraşısı “iktidar”ı ele geçirmeye çalışan ve ama bütün yakıtını buradan alan “saf karakterler”den sıkıldık.

GÜÇ TUTKUNU DEĞİL ADANMIŞ TİPLER

Bundan dolayı GOT’da ferahlık veren saf karakterlerin “güç tutkunu” tipler değil de “adanmış” tipler olduğu bile söylenebilir. Hepimizin göz bebeği Jon Snow’u, saf bir karakter olarak Jon Snow’u kuran şey doğrudan modern siyaset bilimcinin anladığı anlamda bir güç savaşları değil; ister istemez kendisini o düzlemde ifade eden bir “adanmış” tiptir o.

Duvarın bekçisi olarak en nihayetinde hayatı bütün güçlerin konumlarıyla kesişiyor; hepsiyle uzlaşabilir ama hepsiyle savaşabilir yine de hepsinin kaderi adına. Jon Snow karakterini kuran ve adanmayı açığa çıkaran ise kendisini mekânsal kurgudan buluyor; bu dünyanın kıyısına yerleştirilen ve “ak gezenler” ile insanlığın arasına, ölüm ile yaşamın arasına çekilen hatta, “duvar”a borçlu. Duvar, zombi kurgularından tanıdık olan ölüm ile yaşam arasına çekilmiş bir hat ve duvar insanlara aynılıklarını fısıldıyor; bir süre sonra bağıra bağıra ifade edecek bunu. Diziyi “ferah” kılan ikinci unsur “adanmışlık”tan sonra “eşitlik”i tesis eden bu duvar.

“Duvar” ve “adanmışlık” ile karşımıza çıkan saf karakterleri eğer bir tarafa bırakırsak, bütün karakterler son derece siyasallaşmış bir şekilde soy veya toprağın etrafında kendilerini şekillenmiş bulduklarından karşımıza bugün bizim anladığımız anlamda bütün kültürel unsurlar bir çatışmanın içine sokulmuş olarak çıkıyorlar. Bu, tanıdık bir fenomen: “aşırı siyasallaşma”. Toplumun yöneten ve yönetilenler diye ayrıştığı ve bütün siyasal gücü gittikçe yönetenlerin kendi ellerinde topladığı toplumlarda, kültür yöneticilerin elinde hep “çatışma” için seferber edildiğinden gün geçtikçe içi boşalır.

Çünkü her kültürel unsur, her sembol çatışmayı tesis etmek üzere iş başına koşulur. Bir yerden sonra semboller, burada bir bütünlük olarak topluluğu kuran kültürel unsurlar olmaktan ziyade düşmanı anlamak için baş vurulan sembollere döner; iki kişi Esat üzerine konuşmak istesin; ağızlarını açtıkları andan itibaren üzerine konuşulan şey olan Esat’ın kendi varlığı iki kişinin bu adı, kelimeyi, Esat mı yoksa Eset mi şeklinde dile getireceklerine bağlı olarak önemsizleşir. GOT’u fakirleştiren şeyin kendisi de bu: “Aşırı Siyasallaşma”.

Aşırı siyasallaşma bir yaşamı altında düşünebileceğiniz fenomenlerin hepsini zayıflatır ve geriye “çatışma” kalır. Dizinin ritmini belirleyen şey bundan dolayı “ihanet” ve “sadakat”tir. Ancak bizim için olup biteni ilginç kılan şey “adanmış” tiplerin adanmışlıklarını bir güç ilişkisi içinde çözemediğimizde başlıyor. İçinde en fazla güç ilişkilerini ve çatışmadan sonraki güç yoğunlaşmalarını veya güç dağılmalarını tahlil etmenin çok ötesine götüren tip ise tam da güç ilişkilerinin içine yerleşemediğinden duvara doğru dışlanan bir oğul’dur: Jon Snow’un kankası şu hantal genç.

Bu kişi eğer Duvar’a gelmeseydi, şuanda hiçbir şekilde izleme şansı bulamadığımız, saf karakterlerin tebasına kayıtlı görünmezlerin içinde yetecekti. Bu kişi sayesinde karşımıza gerçekten de kültürün baş etmesi gereken bir çok fenomen çıkar; savaşçı veya yönetici olamadığı taktirde "erkekliğini" nasıl konumlandıracağını içinde bulacağı bir ilişkinin içine girer; kendi kanından olmayan ve herhangi bir güç ilişkisinde ifade edilmemiş bir kadınla ve onun çocuğuyla ne yapacağı; onlarla ilişkilendiği taktirde toplumsal düzleme nasıl eklemleneceği büyük bir sorun olarak çıkar karşımıza. Tamamen Machiavelli ve Hobbes düzleminde kurulan bir kurguda bu gencin kültürel unsuru önümüze seren karşılaşmayı bu düzlemin dışı olan, barbarlığın, ölümün mekanı olan duvarın ötesinde yaşamış olması…