Gariban

Bu iki imgeyi tuhaf biçimde birbirine zımbalayan şey, Recep Tayyip Erdoğan’ın Muharrem İnce’yi küçük düşürmek için seçtiği “gariban” sözcüğü. İki fotoğraf bir söz: iki kanepe, bir koltuk, bir masa bir sandalye, dört duvar, iki defter birkaç kitap, bir bardak çay, nihayet GARİBANLIK!

Nur Betül Çelik nbcelik@gazeteduvar.com.tr

24 Haziran’a iki aydan daha az bir zaman kaldı. Zaman öyle hızlı akıyor ki sonunda kendimizi seçim mahallinde kararımıza mühür basarken bulduğumuzda, korkarım arada olup bitenlere dair pek de bir şey hatırlamıyor olacağız. Her gün birikmiş bir gündeme uyanıyoruz ancak olup biteni anlayıp sindirecek, tartışacak zamanımız da yok. Zihnimde bölük pörçük imgeler, içimde karmaşık duygular, çözmeye yeltenemediğim düşünceler... Çılgın zamanlar bunlar, hakikaten çılgın zamanlar... Zamanın hızı beni afallatmışken dikkatimi çelen iki imge ile bir söz üzerine birkaç kelam edeyim diyorum izninizle bugün. Bunların üzerine derin siyasal analizler yapılır da benim yapabileceğim küçük dokundurmalar olacak ancak.

İmgelerden ilki, Muharrem İnce’nin Recep Tayyip Erdoğan’ı AKP Genel Merkezinde ziyaretinden. Fotoğrafın tam ortasında, arkasında sağlı sollu ikişer adet Ak Parti ve Türk bayrakları, altın yaldızlarla süslenmiş oymalı bir koltukta oturan, objektifin taa içine içine bakan Recep Tayyip Erdoğan var. Oturduğu koltuğun tahta benzetildiğini işittim ama bence daha ziyade gösteriş düşkünü sonradan görme evlerinde hayal edebileceğimiz tarzda bir berjer işte. Galiba taht imgesini yaratan, bu koltuğun bulunduğu odadaki möblelerle uyumsuzluğu. Orada, koyu renkli, modern görünümlü kanepelerin arasında, Dolmabahçe mi desem, Yıldız mı desem bir saraydan fırlamış da gelmiş, öylece garip garip, uyumsuz uyumsuz duran tarihin içinden bir nesne sanki. Her neyse, bu fotoğrafın sağında ev sahiplerinden diğeri, Ak Parti Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş, tek başına o kocaman kanepelerden birinin ucuna ilişmişken görünüyor. Sol taraftaki aynı renkli, oturana “kalk da bir an önce git, öyle yerleşip kalma” diyesi kanepede ise Muharrem İnce ve CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, tedirgin tedirgin oturuyorlar. Fotoğrafta yüzü gülen tek kişi Muharrem İnce. O da tıpkı rakibi gibi objektife dönmüş yüzünü. Bütün fotoğraf iktidarı imliyor, merkezde oturanın gücünü vurguluyor. Rekabette eşitlik çoktan bozulmuş; nesneler iktidarın eşitsiz düzenine boyun eğmiş. Bir tek İnce’nin gülümsemesi, merkeze doğru hafif kaykılmış bedeni acaba dedirtiyor, acaba orada bir umut olabilir mi? Merkeze talip olmak mıdır o bedenin hafif kaykılışında görünen, yoksa merkezi dağıtma arzusu mu?

İkinci imge, cezaevinde duvarları kesekağıdı rengindeki hücresinde, üzerine haki çizgileri olmasa duvarlara karışıp akacak bir örtü örtülmüş plastik bir masa başında, plastik bir sandalyede otururken önündeki deftere notlar alan Selahattin Demirtaş’a ait. Masa üzerinde birkaç kitap, biri kara kaplı iki defter, kolları sıvanmış bembeyaz gömleğiyle Demirtaş’ın elinde en ucuzundan bir tükenmez kalem ve bütün bu renksizliği parçalayan, yazı yazan adamın kim olduğunu fısıldayan tavşankanı demlenmiş bir bardak çay. O bardaktaki çaydan çalışan adama görünmez bağı izliyor gözlerimiz. Gördüğümüz, eylem halinde bir insan. Çekiciliği eyleyişinde, meşguliyetinde. Objektifin içinden donuk gözlerle, iktidarın gözleriyle bakmıyor. O adamın yalnızlığında, o dört duvardan taşan garip özgürlüğünde, yüzündeki itinalı dikkatte, önündeki deftere karaladığı sözcüklerde iktidarın kuşatıcılığına direnci okuyorum ister istemez.

Bu iki imgeyi tuhaf biçimde birbirine zımbalayan şey ise, Recep Tayyip Erdoğan’ın Muharrem İnce’yi küçük düşürmek için seçtiği “gariban” sözcüğü. İki fotoğraf bir söz: iki kanepe, bir koltuk, bir masa bir sandalye, dört duvar, iki defter birkaç kitap, bir bardak çay, nihayet GARİBANLIK! İktidarda bile mağduriyetin dilini maharetle kullanmış, politik baskıların kurbanı olmaktan, kendi kıyıda bırakılmışlığından 16 yıllık kesintisiz iktidarını kotarmış bir politikacı için ilginç bir seçim. Gariban kimsesizdir, zavallıdır. Yersiz yurtsuz bırakılmıştır, bulunduğu yerde yabandır. Yoksuldur, yoksulluğu acayipliğidir. Acayipliğinde yalnızdır. Üzerine şiir yazılandır, romanlara konu olandır. Gizliden gizliye merak edilendir. Belleğin unutmaya çalıştığıdır. İktidarın gözünde tekinsizdir. Parçalanamaz, boyun eğdirilemez. Ele gelmez, avuca sığmaz. Bir politikacı rakibine gariban dediğinde seslenişi ona değmez, ne yapsa garibe dokunamaz. İktidarı eksik kılandır gariban. Parçalayandır. Söyleyen bunu bilmese de hisseder. Artık gariban, onun çaresizliğinin işaretidir. Bu sözle anlarız ki aslında o garibanlığı yanlış anlamış olandır aynı zamanda. Kendisi hiç gariban olamamıştır:

“Yanlış anlamışın sen garibanlığı. Gariban insan başkasının kâbusunu görebilen insandır. Sen benim kâbusumu gördün mü hiç? Bendeki piçi gördün mü, tecavüzü, katliamı, kayıpları gördün mü? Benim tarihimde dışlanma var, linç var, hakaret var. Babamın ezikliği, annemin dünya tiksintisi var. Hayvanın azabı var. İnsanlığın felaketi var. Babamdan gördüğüm şefkatin ödenmiş bedeli var. Hangi birinden haberin var senin? (...) Sendeki garibanlık var ya, yüzünü yıkayınca hemen akar dostum, hiç merak etme.” (Sema Kaygusuz, Barbarın Kahkahası, Metis, 2015: 83-84)

Tüm yazılarını göster