Türkiye’de seçmenlerin “ekonomik oy verme” tercihleri konusunda
çeşitli araştırmalar mevcut. Bu konudaki yayınlar ve şimdiye kadar
yapılan bütün seçim sonuçlarının ekonomik tabloyla arasındaki
ölçülebilir ilişki, çoğu yerde olduğu gibi Türkiye’de de ekonominin
siyasal tercihleri doğrudan etkilediğini bize gösteriyor. Hemen
bütün anketlerde ekonominin en önemli sorun olarak işaret edilmesi
de bunu destekliyor. Elbette bu ilişki, seçmenlerin ellerine
aldıkları ekonomik göstergeleri, grafikleri değerlendirmeleriyle
olmuyor. Büyüme, işsizlik, enflasyon gibi veriler profesyonellerin
okudukları kaynaklar dışında, hayatın her köşesinde yaşanarak
deneyimleniyor. Üstelik sadece mevcut durum değil, gidişatın olası
yönü hakkındaki fikirler de hayatın içinde, bazen açıkça havada
asılı duran deneyimlerden süzülüyor. Bu konuda Pınar Öğünç’ün
başladığı yeni diziyi hararetle
öneririm. Özellikle yoksul insanlar -çok daha sınırlı araca sahip
oldukları için- bir baş etme (hayatta kalma) yöntemi olarak bu
konudaki sezgilerini mecburen sivriltiyorlar. El yordamıyla,
tutunabilecekleri yerleri ve bırakmaları gereken noktaları anlamaya
çalışıyorlar.
Son üç yıldır -pandeminin de etkisiyle özellikle bu yıl-
ekonomik krizin etkilerinin iyice sertleşmesi siyasi aritmetiği
etkilemeye başladı. Bu nedenle seçmen tercihlerinde çok önemli
değişimler yaşanacağı öngörüsü, seçmenin defalarca kanıtlanmış
ekonomik oy verme davranışını tekrar edeceği varsayımına
dayanıyordu. Bunun kısmen gerçekleştiği ve iktidar oylarında
ciddiye alınması gereken bir gevşeme yaşadığı görülüyor. Fakat bir
başka taraftan -mevcut tablonun ağırlığı dikkate alındığında- bunun
beklendiği kadar güçlü ve hızlı olmadığı da söylenebilir. İktidar
oylarında büyük bir çöküş görmeyen muhalefet çevreleri haklı
olarak, ya anketlere kızıyor ya da “gerekli tepkiyi” göstermeyen
seçmene. İktidarın kısmi erimeye rağmen hâlâ önemli bir oy
desteğini tutabiliyor olmasıyla ilgili çeşitli değerlendirmeler
yapılıyor. Kimlik havuzlarına hapsedilmiş ve kutuplaştırma
siyasetiyle yönetilen taban, en sık müracaat edilen yorum. Bu
yaklaşıma akraba güncel bir tartışma da, “endişeli
muhafazakarların” tereddütleri üzerinden yürüyor. Elbette iktidarın
yoksul seçmen kalabalıklarını kendisine mecbur bırakan lütuf/telafi
düzeni de –makarna ve patates aşağılaması eşliğinde- yine gündeme
geliyor.
İktidarın seçmen havuzunun dibi delinmiş gibi birden
boşalmamasının nedenleri konusunda ileri sürülen bu gerekçelerin
her birinin açıklayabildiği noktalar var. Zaten böylesi karmaşık
bir sürecin tek gerekçeye bağlanması da çok isabetli olmazdı. Son
yerel seçim sonuçlarında iyice belirginleşen oy haritası, kıyılar
ve büyük kentlerde iktidarın daha fazla sıkıntıya girdiğini
gösteriyor. Daha eğitimli, genç ve üst-orta sınıf tercihlerinde
iktidar aleyhine çözülme bariz ve harita üzerinde gösterilebiliyor.
Orta sınıf muhafazakâr ailelerin çocuklarının bile sadece
iktidardan değil dindarlıktan da uzaklaştıkları şeklinde -her iki
taraftan- iddialar gündeme geliyor. Kentli ve genç seçmenin daha
seküler bir tercihe yöneldiğinden –iktidar da yakınma, muhalefet
çevrelerinde hevesle- bahsediliyor. Bu veriler çerçevesinde,
iktidarın seçmen desteğinin hâlâ tam tükenmemesi üzerine, kimlik
hapishanelerine tıkılmış ve iktidar kaynaklarına mecbur -cahil-
yoksullar sebep gösteriliyor. Bazen büyük bir kızgınlıkla, böylesi
başarısız bir iktidarın yarattığı mağduriyete rağmen desteğini
sürdüren yoksul kalabalıklara bunun müstahak olduğu bile
söyleniyor.
Geçtiğimiz günlerde, Metropoll Araştırma Yöneticisi Prof. Özer
Sencar, bu konuda önemli veriler paylaştı: Ücretli çalışanların
yaklaşık yarısını (12 milyon asgari ücretli) oluşturan ve toplam
seçmenin en kalabalık kısmı olan, geliri 3000 lira ve
altındakilerin (dar gelirlilerin) son bir yıldaki oy
tercihlerindeki değişim grafiği. Bu gelir grubunun AKP’ye dönük
tercihlerinde, anketlerdeki genel sonuçlara paralel biçimde yavaş
ama düzenli bir erime izleniyor. Bir yıl gibi kısa bir sürede, üç
buçuk puanlık (her on kişiden birine karşılık) kayıp olduğu
görülüyor. Yani veriler yoksulların AKP desteğinin, diğer gelir
gruplarına ve genel seçmen ortalamasına göre daha sağlam olduğunu
göstermiyor. Buna karşılık CHP’nin de, bu grupta neredeyse AKP’ye
yakın bir kayıp yaşadığı görülüyor. İYİ Parti’nin verileri genel oy
eğilimiyle paralellik gösterirken MHP’nin -muhtemelen bir kısmı
AKP’den kaçan oylar olmak üzere- dikkat çekici bir artış gösterdiği
izleniyor. HDP’de de artış göze çarpıyor. İttifaklar bazında
bakıldığında ise bu gelir grubunda iktidarın desteğini koruduğu
anlaşılıyor. Kararsızlardan protesto oylara doğru bir kayış
eğiliminin de küçük işaretleri var.

Sadece bu veriler üzerinden her şeyi anlamaya kalkmak çok doğru
değil elbette. Fakat bazı sesli düşünceler için ve üzerinde daha
fazla durmaya değecek epey malzeme var. Birincisi çeşitli
gerekçelere dayandırılan ezber, “yoksulları AKP’nin sarsılmaz ve
güvenli oy deposu saymanın” pek isabetli olmadığı söylenebilir. En
azından, bu kesimlerin de tıpkı diğer gruplar gibi sezgisel olarak
AKP’den uzaklaşmasının pekâlâ mümkün olduğu, hatta bunun başladığı
görülüyor. AKP’den kaçan oyların MHP tarafından nasıl
tutulabildiği, bunun ekonomik ve sınıfsal tercihlerle ilişkisi de,
üzerinde kafa yorulması gereken ama başka bir yazının konusu.
MHP’nin, dış politika ve siyaset konularındaki ataklığına rağmen
iktidarın ekonomi yönetiminin en uzak noktasında durmaya
çalışmasını dikkatle not etmek gerekir. Elbette AKP’nin yolsuzluk
ve yeni seçkinler fütursuzluğunu ve önemli bir dağıtım alanı olan
büyükşehir belediyelerini kaybetmesinin etkilerini de eklemek
gerek. İkinci önemli çıkarım ise muhalefet açısından yapılabilir.
Doğrudan yoksulluğa ve yoksullara bir şeyler söylemeden veya
hissettirmeden, onlara dönük politika önerisi yapmadan bir oy
değişimi ummanın biraz eksik olduğu ortada. Yerel yönetimlerin
hayli mesafe aldığı sosyal belediyeciliğin alanda alabileceği
sonuçların, siyasal destekle hızlandırılması gerektiğini
düşünebiliriz.