Garp cephesinde yeni bir şey yok

Çok uzun zaman sonra iyi bir Avrupa maçı oynadı Beşiktaş. Aynı futbolu bir Süper Lig maçında oynasaydı farklı kazanırdı. Gelin görün ki, karşısında çok iyi bir Bundesliga takımı ve olağanüstü bir kaleci vardı. Sonuç olarak her takım, yerel liginin kalitesi kadar. Acı ama gerçek.

Onur Özgen oozgen@gazeteduvar.com.tr

Beşiktaş, Avrupa’daki son rekabetçi sezonunu oynadığında, son olarak yine bir Alman takımını, bu defa Bundesliga şampiyonunu ağırlamıştı sahasında. Bayern Münih karşısında kendisi için harika bir Şampiyonlar Ligi sezonuna son 16 turunda veda etmişti. Tam altı buçuk yıl önce.

O günden sonra Beşiktaş için ülke dışına adımını attığı an her şeyin tepetaklak gittiği yıllar geldi. Dün geceki Eintracht Frankfurt maçı, Bayern maçından sonra oynadığı 21’inci Avrupa maçıydı siyah-beyazlıların ve 18’inci mağlubiyetlerini aldılar. Aynı zamanda evlerinde oynadıkları son yedi maçın hepsini kaybettiler. Dolayısıyla bu dönemin, kulüp tarihinin en kötü Avrupa dönemi olduğu herhâlde söylenebilir.

BEŞİKTAŞ’IN ZAMANA İHTİYACI VAR

Her şeyin bu kadar kötü gittiği bir dönemden, bir anda her şeyin harika gittiği başka bir döneme geçmek ise o kadar kolay olmuyor. Belki filmlerde böyle şeyler yaşanıyor olabilir, ama bu kurmaca bir film değil, gerçek bir kesit. Gerçek hayatta ve hayatın gerçeküstü bir yansımasından ibaret olan futbolda, köklü değişimler için zamana ihtiyacınız vardır. 

Beşiktaş’ın da yeniden iyi Avrupa sezonları yaşayabilmesi için zamana ihtiyacı var. Bu dönemde ilk bakılması gereken yer skor tabelası değil, yeşil zemin olmalı. Orada görülen olumlu değişimler, gelecek için de umutları yeşertmeli. Ajax maçı, kuşkusuz böyle bir maç değildi Beşiktaş için. Hem tabelada hem de sahada alınan net mağlubiyet, umutları yeşertmek bir yana dursun, daha da karartmıştı. 

Dün gece de tabelada bir değişiklik yoktu. Amsterdam’da yenen dört golün üzerine dün üç gol daha eklendi ve sonuç olarak Beşiktaş iki maçın sonunda 36 takımlı Avrupa Ligi’nin son sırasında yer almaya devam etti. Ama saha tarafında, bu kez Beşiktaş için işlerin o kadar da kötü gitmediği söylenebilir.

Çok uzun zaman sonra iyi bir Avrupa maçı oynadı siyah-beyazlılar. Aynı futbolu bir Süper Lig maçında oynasalardı, farklı kazanırlardı. Gelin görün ki, karşılarında çok iyi bir Bundesliga takımı ve olağanüstü bir kaleci vardı. Sonuç olarak her takım, yerel liginin kalitesi kadar. Acı ama gerçek.

HIZLI FUTBOL, HIZLI OYUNCULARLA OYNANIR

Aslında Beşiktaş’ın rakibinden çok farklı bir futbol tahayyülü yok. Giovanni van Bronckhorst da tıpkı Eintracht Frankfurt gibi hızlı, dikine, geçişlere dayalı bir futbol oynatmak istiyor takımına. Ama rakibine göre “küçük” bir dezavantajı var; Frankfurt gibi hızlı, çabuk ve dinamik oyunculara sahip değil (Bir takımın en ucunda Omar Marmoush oynuyor, diğerinde Ciro Immobile. Biri futbolun gittiği yeri temsil ediyor, diğeri bittiği yeri).

Skor olarak da geriye düşünce, Beşiktaş mecburen rakip yarı sahaya yerleşerek, düşük bir tempoyla oynamak zorunda kaldı. Bu anlamda Gabriel Paulista’nın dün gece siyah-beyazlıları yaktığı söylenebilir. Çok gereksiz bir penaltıya imza atarak skor üstünlüğünü Frankfurt’a verdi. Ondan sonra da Alman ekibinin istediği gibi bir futbol oynandı; top Beşiktaş’taydı, ama alanlar onların kontrolündeydi.

Yine de oyun olarak olumsuz bir maç değildi Beşiktaş için. Bu maçtan heybeye katılacak iyi şeyler kuşkusuz vardı. Örneğin; Cher Ndour-Gedson Fernandes ikilisinde ısrar etmek gerek gibi görünüyor. Rafa Silva’yı da sanki mümkün mertebe önlerinden almamak lâzım. Kanatlarda illâ orta saha karakterli bir oyuncu daha oynayacaksa bu Ernest Muçi ya da Joao Mario olabilir. 

Dün gece Muçi, sol kanattaki en derli toplu oyunlarından birini oynadı, her ne kadar maç sonunda taraftarların anlamsız ıslıklarından kaçamasa da. Galiba her takım, biraz da taraftarının kalitesi kadar. Oyuncuları sürekli diken üstünde oynayan bir takım, ne kadar ileriye gidebilir ki? Bu anlamda Van Bronckhorst’un maç sonundaki sözleri de çok anlamlıydı. 

TERCİHLER VE SONUÇLAR

Siyah-beyazlıların dün geceki oyununda en büyük eksikliklerden biriyse bekleriydi. Süper Lig’de oyuna fazlasıyla katılan Jonas Svensson ve Arthur Masuaku, Frankfurt karşısında bunu yapabilmek için fazla ağırlardı. En uçtaki Immobile de aynı şekilde. Ceza sahası içindeki kalitesi Süper Lig için hâlâ yeterli olsa da, Avrupa maçlarında neden artık Türkiye’de oynadığı net olarak görülebiliyor.

Ne yazık ki Beşiktaş saha içinde taşıması gereken birden fazla oyuncuya sahip ve bu da Avrupa’da fiziksel açıdan ciddi bir handikap yaratıyor. 

Eintracht Frankfurt, bu sezonki en büyük yatırımlarını 22 yaşındaki Hugo Ekitike ile 18 yaşındaki Can Uzun’a yaptı ve bu iki oyuncunun bonservislerine 30 milyon euro’ya yakın bir para harcadı. Beşiktaş ise bütçesinin en büyük kısmını 30 yaşın üstündeki iki oyuncuya, Rafa Silva ve Ciro Immobile’ye ayırmayı tercih etti. Bu tercihlerin elbette bir de sonucu oluyor. İki yıl önce Avrupa Ligi’ni kazanan Frankfurt, yeni uluslararası başarılar için rekabete devam ederken, Beşiktaş ise yerel başarıların peşinde koşup, onlarla yetinmek zorunda kalıyor.

Elbette bu yalnızca Beşiktaş için değil, Avrupa kupalarına katılan tüm Türk takımları için geçerli. Bu hafta dört Türk takımı (Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray ve Başakşehir), Avrupa haftasını galibiyetsiz kapattı (iki beraberlik, iki mağlubiyet). Üstelik bunlardan biri bir Letonya takımına karşıydı. 

Günün birinde Avrupa’da rekabet edebilmek için genç, tempolu, dinamik, kısacası fiziksel kapasitesi yüksek takımlar kurmak gerektiği gerçeği, buralarda da kabul edilirse, o zaman daha farklı şeylerden söz edebiliriz. O güne kadar, garp cephesinde yeni bir şey yok. Şark kafasıyla futbol oynamaya çalıştıkça olacak gibi de görünmüyor. 

Tüm yazılarını göster