Gavur Mahallesi yıkıldı, Xançepek Cigercisi açıldı
Hüseyin Alagöz ve ortağı, Demirciler Çarşısı’nda yıllar önce yazar Mıgırdiç Margosyan’ın demirci çırağı olduğu dükkanı kebapçı yaptı. Alagöz: “Xançepek’i yıktılar, adını yaşatmak için bu ismi verdik."
Hüseyin Alagöz’e, bir iki ay önce, “Burayı kebapçı yapanları
asla sevmeyeceğim” demişim. Alagöz bu sözümü, kebapçıda karşılıklı
otururken hatırlattı bana. O, kızgın değildi bana niyetimin
farkındaydı çünkü. Benim sitemim de kişisel ve Alagöz’e yönelik
değildi zaten. Kızgınlığım ya da kederim, bir sokağın değişiyor
olmasıyla ilgiliydi.
Sözünü ettiğim, Suriçi’ndeki Demirciler Sokağı. Yolu Diyarbakır’a
düşen herkes, Sülüklü Han’da bir kahve içmek için bile olsa,
geçmiştir bu sokaktan. Kesilen demirlerin, örse inen çekiçlerin
sesleri sokağın diğer bütün seslerini bastırır. Çekiç sesleri
Sülüklü Han’ın kapısından girdikten sonra yerini güzel müziklere
bırakıyor. Ama bilinir ki sokağın içinde hâlâ çekiç sesleri
yankılanıyordur.
Klasik demircilik, neredeyse tarih öncesi bir iş kolu gibi
görülmeye başladığından, sokaktan her geçen fotoğraf çekmek
istiyor. Bazı demirciler, başkalarının sosyal medya hesaplarında
fotoğraflarının paylaşılmasından pek hoşnut değil elbette. Bu
nedenle “Fotoğraf çekmek yasaktır” gibi yazılar asmak zorunda
kalanlar bile olmuş.

ŞEHRİN DEĞİŞİMİNE TANIK OLMAK
“Xançepek Cigercisi” işte bu sokağın girişinde açıldı. Üç
demirci kepenkleri indirince Hüseyin Alagöz ve ortağı aldı bu
dükkanları ve üçünü birleştirerek kebapçı yaptılar.
Zaten son yıllarda birçok tarihi han, ev ve hatta hamam restore
edilerek restoran ya da kafeye dönüştürüldü Suriçi’nde. Bu tarihi
yapılar, kimse el atıp aslına göre restore etmediği için el
değiştiriyor ve başka bir işlev kazanıyor.
Bu iyi bir şey mi? İnsan burada duraksıyor işte. Kimi zaten harabe
ya da harabeye dönüşmek yolunda olan yapılar, restore edilip
örneğin kafeye dönüştürüldüğünde, bazalt taşı sanki yeniden yaşam
buluyor ve kıymet kazanıyor. Bu, sonunda iyi bir şey çünkü eski
Diyarbakır mimarisi, her şeye rağmen ve ‘modernleşerek’ Suriçi’nde
yaşam bulmaya devam ediyor.
Eski yapılara bu şekilde ticari mekan işlevi kazandırmak, bir
modaya dönüştü. Çünkü hem Diyarbakırlılar hem de dışarıdan gelenler
bu mekanlara rağbet etti. Bir vakitler değersiz ve atıl durumda
olan eski yapılara şimdi değer biçilemiyor.
İşte Suriçi, bu rağbet nedeniyle, bir taraftan da esas kimliğini
kaybediyor ve yeni bir kimlik ediniyor kendisine.
Hüseyin’e, “Burayı kebapçı yapanları asla sevmeyeceğim” dememin
altındaki neden de buydu işte. Hayat değişiyor, şehir değişiyor,
Suriçi değişiyor. Bunun önüne geçmek, siyasal, sosyal ve kültürel
ortam düşünüldüğünde pek mümkün görünmüyor. On yıldır yaşadığım
şehrin geçirdiği değişim, önüne geçilmez bir keder nedeni oluyor.
Tek teselli kalıyor geriye: Söz konusu değişimin işin ehli ve
şehrin kıymetini bilenlerin eliyle gerçekleşebilmesi.
GİRİŞİMCİ GEDÊ BAJÊR
Bunu anlatıyorum Hüseyin’e. Hüseyin de kendisini ve Suriçi’nde,
bu sokakta geçen hayatını anlatıyor bana.
Okulla pek arası olmamış Hüseyin’in. Babası kulağından tutup
Demirciler Sokağı’na bitişik Yoğurtçular Sokağı’na getirmiş,
amcasının yanına çırak vermiş. Bundan sonra Hüseyin, liseyi
bitirinceye kadar hem okumuş hem çalışmış. Bütün çocukluğu ve
ilkgençliği bu iki sokak arasında geçmiş.
Esnaf olmanın inceliklerini çocuk yaşta çözdüğü için ve elbette
girişimci ruhu nedeniyle, bir şarküteri dükkanı açmış ve batırmış.
Ancak öyle hemen vazgeçecek insanlardan olmadığı için bir dükkan
daha açmış ve işleri yoluna koymuş.
Diyarbakır’da en iyi yoğurt, peynir nereden gelir, nerede satılır
bilen Alagöz’ün kebapçılık merakı nereden geliyor? “Gedê bajêr
(şehir çocuğu) işsiz kalınca ya çay satar ya da ciğer” diyerek
esprili bir cevap veriyor Alagöz. Şehirde sayısız seyyar çaycı, çay
ocağı ve kahvehanenin yanı sıra yine sayısız seyyar kebapçının
mevcut olduğunu düşününce, Alagöz’ün söylediklerinde haklılık
payının yüksek olduğunu söylemek mümkün oluyor. Elbette seyyar
çaycı ile kebapçıların işlerinin hakkını verdiğini de belirtmek
gerekiyor.
MARGOSYAN’IN ÇIRAKLIK YAPTIĞI DÜKKAN
Xançepek ya da diğer adıyla Gavur Mahallesi, 2015’te başlayan
çatışmalar ve sonrasında yıkıldı. Yıkılan mahallenin yerine TOKİ
tarafından yeni evler yapıldı.
Bunları hatırlatan Alagöz, “Bizim de orada bir evimiz vardı” diyor
ve şöyle devam ediyor: “Eski evimizin bulunduğu sokağa bakmaya
gittim. Mahalleyi etaplara ayırmışlar, 1’inci, 2’inci etap diye
gezdiriyorlar. O zaman anladım ki artık Xançepek kalmadı. Bu
dükkanı açarken mahallenin adı yaşasın diye, adı Xançepek olsun
istedik.”
Bilinen Xançepek ya da Gavur Mahallesi kalmadı. Etaplarla tarif
edilen yeni bir yer inşa edildi. Ancak bu mahallede yaşayanlar,
arkadaşlık kuranların hafızalarından çıkacak gibi değil. Öte yandan
Mıgırdiç Margosyan’ın “Gavur Mahallesi” kitabını okuyanların da
aklından çıkmayacaktır.
Margosyan demişken, Alagöz şunları söylüyor: “Bu dükkanlardan biri
Margosyan’ın dayısına aitmiş eskiden. Margosyan da dayısının
yanında çıraklık yapmış çocukluğunda. Kitabında ve hayatını anlatan
belgeselde kendisi de söylüyor. Dükkanı açmadan önce onu aradık. O
da sizin gibi dükkanın kebapçı olmasına üzüldü ve ‘Keşke sokak
eskisi gibi kalsa’ dedi. Ama yolu Diyarbakır’a düştüğünde bize
uğrayacak, onu en güzel şekilde ağırlayacağız.”
ÇEKİÇ SESLERİ VE LEZZETLİ KEBAPLAR
Xancepek Cigercisi’nin masaları alçak ve sandalye yerine
kûrsîlerde oturuluyor. Gösterişten uzak bir esnaf kebapçısı
görünümünde. Demirciden kalan örs, çekiç gibi aletleri atmamışlar,
camlı masalara destek olarak kullanmışlar. “Bu aletleri
satabilirdik ama burası eskiden demirci dükkanıydı, gelen
müşterilere bunu hatırlatmak istedik” diyor Alagöz.
Kebaplara gelince; Çekiç sesleri arasında kebapların tadına baktım
ve bir kez daha, "Gedê bajêr asla kötü kebap yapmaz" dedim. Çünkü
Alagöz’ün sunduğu kebapların hepsi güzeldi.
Xançepek ya da Gavur Mahallesi’nde sadece evleri yıkmadılar bir
yaşama biçimini, mahalle dokusunu da yıktılar. Ama Margosyan öyle
bir kitap yazdı ki ne yapsalar mahalleyi akıldan çıkaramayacaklar.
Hüseyin Alagöz ve ortağı mekana Xançepek adını vererek hem
mahallenin adını yaşatmayı hem de yıkım ekibine itirazlarını dile
getirmeyi deniyorlar.