Gayri memnun Fransızlar ne istiyor?
Bu protestolarda eksik olan ne? Lider, öncü kadro ve ortak ideoloji. Hareketin daha geniş çevrelere yayılmasında bu üç etkenin noksanlığı olumlu etkide bulunsa da nihai hedef olarak düzeni değiştirip ana hedefe ulaşmak bu eksikliklerle mümkün değil. Bir şekilde Fransa arzuladığı ülkeyi ifade eden bir lider ve kadroya sahip olmak zorunda; ideolojik ortaklık, eylem ve söz birliği sağlanıp yeni bir mücadeleye atılmak şart.
Mustafa Murat Kubilay
Onları örgütlü bir grupmuş gibi gösteren “Sarı Yelekliler” tabirini bir süreliğine kenara bırakalım ve şu soruyu soralım: Kim bu insanlar? Din, dil, mezhep, cinsiyet veya ikametinden bağımsız bir grup kızgın insan! Hareketin ilk başlarında tanımlama amaçlı Fransız taşrası, beyaz orta gelir grubu veya muhafazakâr milliyetçi gibi tabirler kullanılsa da zaman içerisinde toplumun farklı kesimlerinden katılım olduğu fark edildi. Belki de mevcut düzen ve gidişattan memnun olmayan anlamındaki “gayri memnunlar”, tüm bu grubu tanımlamak için geniş ama en hatasız tabir. Asıl soru ise şu: Ne istiyor bu insanlar?
SARI YELEKLİLERİN TALEPLERİ
Sarı Yelekliler, yakın zamanda 42 maddelik uzun bir liste yayınlayıp taleplerini Fransa hükümetine iletti. Homojen bir grup olmadıkları için istekleri de homojen değil. Taleplerin sayısı çok, kimisi öncelikli olmayan ayrıntı denilebilecek düzeyde ve hatta kimi talepler birbiriyle çelişkili. Bu durum insanların ne istediklerini bilmediği göstermiyor; aksine ne istediklerini çok iyi biliyorlar. Son 40 yılda hayatlarında yaşadıkları tahribatın en azından bir derece telafi edilmesini ve bundan sonrasının da adaletsiz olmamasını istiyorlar. Kısacası sorun ne istediklerini bilememeleri değil; nasıl ifade edeceklerini bilememeleri. Çünkü bu hareketin bir önderi, öncü grubu veya ideolojisi yok.
Bu bağlantıdan taleplerin tam listesini bulabilirsiniz. Kısaca özetleyelim:
- Asgari ücret ve emekli maaşlarının artırılması
- Ücretlerde ve emeklilik sisteminde standart oluşturulması
- Üst düzey yöneticiler ve siyasetçilerin ücretlerine tavan konulması
- KOBİ’lerin korunarak büyük ve uluslararası şirketlerle daha adil rekabet koşullarının yaratılması
- Çocuk ve yaşlı bakımında devletin sorumluluğu artırılması
- Özelleştirmelerin durdurulması ve mevcut özelleşmiş bazı kurumların kamulaştırılması
- Kemer sıkma önlemlerinin kaldırılması; tüketim, gelir ve servet vergilerinin adil hale getirilip vergi kaçıran/ kaçınan varlıklı kesimin peşine düşülmesi
- Fransız sanayinin güçlendirilmesi ve üretimin yurt dışına kaçışı engellenmesi
- Sığınmacılara BM üzerinden destek olunması ve yeni göçlerde Fransızlık vurgusu yapılması
Bir önceki paragrafta belirttiğim gibi madde sayısı çok çünkü hastalığın nedenini çözmeyi amaçlayan tedaviler yerine toplumun memnuniyetsizliği gösteren semptomlara karşı önlemler sıralanmış. Örneğin asgari ücretin artırılması ve daha çok iş imkanının yaratılması talep edilmiş ama mevcut düzende bu iki konuda neden sıkıntı yaşandığını belirten, bunun çözülmesini öneren bir talep yok. Kimi talepler ise çelişkili; örneğin sanayinin Fransa’da tutulmasının teşvik edilmesi isteniyor ancak servet vergisinin de yeniden yürürlüğe girmesi talep ediliyor. Mevcut neoliberal düzende bu ikisi eş zamanlı pek mümkün olmuyor. Kimi talep ise Fransa için belki özel anlam ifade etse bile oldukça ayrıntı; örneğin banka kartıyla yapılan ödemelerde esnafa ek vergi yansıtılmaması veya gemi yakıtlarına vergi uygulanması.
MACRON YÖNETİMİNİN TEPKİSİ
Bir de tüm bu taleplerin muhatabı olan Cumhurbaşkanı Macron’un tarafına bakalım. Macron belli ki 200 yıldan fazla süredir Fransa halkında bulunan protesto kültürü ve devrimciliği iyi bir şekilde etüt etmiş. İlk olarak Başbakan Philippe’yi göstericilerle görüştürmesi ve ardından ulusa sesleniş konuşması yaparak tansiyonu düşürmeyi denemesi ilk başta gafil avlanmış olsa bile kontrolü kaybetmediği izlenimini yaratıyor. Kendine güveninin altında ise Sarı Yeleklilerin örgütlü ve devrimci bir grup olmadığının farkına varması yatıyor.
Macron’un söylediklerini kısaca özetleyelim: “40 yıllık süre zarfında toplumun belli kesimlerinin özellikle iktisadi olarak geride kaldıklarının farkındayım, görevimin ilk bir buçuk yıllık süresinde bu yaraları tedavi edebilecek bir başarı sergileyemedim. Sizi anlıyorum ve akaryakıt zammı gibi konularda geri adım atabilirim ancak servet vergisi gibi kırmızı çizgilerimden taviz vermeyeceğim”.
Macron’un sözlerine biraz açıklık getirip iç sesini seslendirelim: “Beni gafil yakaladınız ama örgütlü olmadığınız için zaman içerisinde heyecanınızı kaybedeceğinizi biliyorum ve geri adım atmayacağım. Sembol hale gelmiş akaryakıt zammı gibi birkaç konuda geçici taviz vereceğim, fakat daha ötesini benden beklemeyin.”.
Macron’un iç sesini biraz daha yükseltelim: “Ben bu göreve sizlerin radikal sol ile faşizm arasında çaresiz kalmanız endişesiyle geldim ve mevcut düzenin küçük reformlar hariç aynen muhafaza edilmesi gibi bir misyonum var. Şu anda tehlikeli olduğunuzu biliyorum ancak heyecanınız zamanla dinecek. Fransa polis ve istihbaratını da kullanıp bu olayları ateşlendirenleri tespit edip gerekirse satın alarak veya tehdit ederek bu süreci sona erdireceğim. Medya ve sermaye benim arkamda; yaptığım her şey olduğundan masum ve haklı gösterilecek. Ben beni seçenlere değil, beni seçmeniz için vitrine koyanlara karşı sorumluyum. Fransa ve küresel seçkinlere karşı olan vazifemi yapmaya devam edeceğim”.
KÜRESEL GİDİŞAT
Liberal demokrasiye inanan ve son yıllarda Fransa’da, Avrupa’da ve küresel ölçekte oluşan gelir ve servet adaletsizliklerini doğal karşılayan bir bakış açınız var ise Macron’un samimi iç sesini dile getirmeye çalıştığım son paragrafı demagoji olarak bulacaksınız. Görüşlerinizi beğenmesem de size saygım var ve bir iyi niyet göstergesi olarak yazının geri kalanını okuyarak vakit kaybetmemeniz gerektiğini söylemek isterim. Peki ya aslında sorunun düzenden kaynaklandığını bilen veya bilmese de düzenden memnun olmayıp gidişatın kendi kendine düzelmeyeceğini fark edenlere ne söylemek istiyorum?
Nasıl 1933-79 arasındaki dönemde dünya genelinde hâkim olan milliyetçi/sosyal demokrat uzlaşı bir şekilde gücünü kaybedip yerini küresel/ neoliberal uzlaşıya bıraktıysa; 2020’ler de mevcut sistemin yerini yeni bir düzene bıraktığı dönem olacak. Her ülkedeki yerel etkenlerden ötürü birbirinin aynısı sistemler hâkim olmayacak, takvim her yerde eş zamanlı ilerlemeyecek; fakat nihayetinde küresel olarak yeni bir düzende yaşayacağız. Yaklaşmakta olan yeni bir küresel kriz ile birlikte bu durum kaçınılmaz olacak. Yeni düzen şu anda etkisi birçok ülkede görülebilen popülist milliyetçilik olabilir veya kendini belli etse de daha çok dip dalga olarak ilerleyen demokratik sosyalizm olabilir. Yeni bir küresel krizin yaşanacağı önümüzdeki 5 yıl belirleyici ve bir sonraki kuşakların hayatının akışını bu 5 yılda çizilmiş olacak.
Öyleyse Sarı Yeleklilere dönelim; bu protestolarda eksik olan ne? Lider, öncü kadro ve ortak ideoloji. Hareketin daha geniş çevrelere yayılmasında bu üç etkenin noksanlığı olumlu etkide bulunsa da nihai hedef olarak düzeni değiştirip ana hedefe ulaşmak bu eksikliklerle mümkün değil. Bir şekilde Fransa arzuladığı ülkeyi ifade eden bir lider ve kadroya sahip olmak zorunda; ideolojik ortaklık, eylem ve söz birliği sağlanıp yeni bir mücadeleye atılmak şart. Aksi takdirde Sarı Yelekliler hareketi Türkiye’deki Gezi Direnişi gibi nihai başarıya ulaşmaktan öte bir gövde gösterisi olarak kalacak ve ardından tekrarının önlenmesi amacıyla rejimin otokratikleştiği bir döneme kapı aralayacak.
TÜRKİYE'NİN KADERİ
Peki Türkiye tüm bunların neresinde? Tam ortasında! 2008-09 küresel krizi teğet geçmiş olmasa da Batı ülkeleri kadar şiddetli yaşamayan Türkiye, önümüzdeki beş yılda hem gecikmeli olarak kendi yerel krizini hem de eş zamanlı gerçekleşecek yeni küresel krizi yaşayacak. Kriz öncesi dönemde bile geçim zorlukları yaşayan halk, bitmek bilmez kriz süreciyle birlikte çok daha fazla yıpranacak. Mart 2019 ile birlikte görünürde seçim bulunmaması ve iktidarın da kriz döneminde erken seçim istemeyecek olması nedeniyle benzer tepkilerin Türkiye’de de yaşanması mümkün. Başarılı olabilir mi?
Bu noktada örgütlenmeye; bir lider, kadro ve ortak ideoloji hareketinin oluşup oluşmayacağına bakmak gerekir. Türkiye’de son başarılı devrim Kemalistlerce gerçekleştirilmişti. Ortak düşman işgalci kuvvetlere karşı bağımsızlık kazanılırken; güçlü bir halk talebi olmaksızın süreç Mustafa Kemal’in tercihi ve öncülüğünde bir devrime dönüştürülmüş, saltanat lağvedilip Cumhuriyet kurulmuştu. Öyleyse esas soru şu: mevcut istibdada karşı örgütlenirken; bir lider, kadro ve ideoloji öncülüğünde özgürlük arayışı sosyal adalet ile birlikte harmanlanıp “Halkçı Cumhuriyet” hedeflenebilir mi?