Winston Churchill, yazının başlığına çıkardığım sözleri 1919’da Irak’ta Kürtlere karşı sarf ediyor. Bildiğim kadarıyla Şeyh Mahmut Bezenci’nin savaşçılarına yönelik bir çağrıydı bu. Churchill’in “medeni olmayan kabilelere” karşı “kimyasal silah” kullanımına tamamen taraftar olduğunu ifade eden sözlerinin havada kalmadığını hatırlatmaya gerek yok sanırım. Konuya ilişkin araştırmalar aynı “medeni” İngiltere’nin 1920-1922 arasında gerçekleşen Irak ayaklanmasına karşı Aylmer Haldane adlı generalin emriyle “kimyasal silah” kullandığını da not ediyor.
Tarihi ilk çağlara kadar götürülebilecek bu silahın üreticisi ve kullanıcısının on yıllar boyunca bu medeniyet havzasında ömür süren medeni devletler olduğunu biliyoruz. Bu çerçevede “modern bilim”in (özellikle kimya) dost-düşman, çocuk-genç- yaşlı, silahlı-silahsız ayrımı yapmayan bu insafsız silahın geliştirilmesine ne derece katkı yaptığını da hatırlayalım. Özellikle de Birinci Savaş’tan itibaren gücüne güç katmasından sonra…
Şimdi izninizle, “kimyasal” konusunu birazdan devam etmek üzere terk edip, pek çoğumuza “Bu kadar da olmaz!” dedirttiğine emin olduğum bir gelişmeyi hatırlatacağım: “Ayşe öğretmen”, 1 yıl 3 ay hapis cezasını çekmek üzere cezaevine giriyor. Hatırlıyorsunuz tabii ki, telefonla bağlandığı bir televizyon programına “Çocuklar ölmesin!”den ibaret bir mesajla katılan öğretmen… Cezaevine girmeden kendisine uzatılan mikrofona şöyle konuşmuş: “Benim söylediğim şey evrensel bir düşünce ve ben bu konuşmayı yaparken öğretmendim. Şimdi bir anne, hem de bir öğretmen olarak olarak söylüyorum. Çocuklar ölmesin…”
Sarf edilen sözler bu kadar basit: “Çocuklar ölmesin”.
Gerçekten bu kadar basit: Bir televizyon programında bu sözler haklı olarak alkışlanmamış mıydı? Programın sunucusu da bu alkışlara iştirak ekmemiş miydi? Televizyon izleyicilerinin muhtemelen büyük kısmı bu sözleri “Çok doğru çocuklar ölmesin!” diyerek onaylamamışlar mıydı?
Ama bakın şu işe ki, söz konusu program hâlâ “şen-şakrak” yoluna devam ederken, “Ayşe öğretmen” kucağında ciddi sağlık sorunları da yaşadığı söylenen altı aylık çocuğuyla birlikte cezaevine giriyor… Reva mıdır?
Yok eğer “Evet ama o zamanda hendek-mendek başta olmak üzere olup bitenleri hatırlayın…” diye söze başlayarak sadece gözleri değil beş duyusu dumura uğramış “adalet tanrıçası” nı hatırlatarak mazeret üretmeye başlayacaksanız, size “Allah kurtarsın” demekten başka elimizden bir şey gelmez…
İyi memleket doğrusu… “Çocuklar ölmesin” diyene 1 yıl 3 ay hapis cezası… “Allah'ınızdan korkun!” desek yersiz mi kaçar?
Ana konumuza, “kimyasal silahlar” tarihine geri dönebiliriz:
Kimyasal silahların yapımı ve kullanımın hızlı bir sıçrama yaptığı dönem Birinci Dünya Savaşı’dır. Savaşta kimyasal silahların kullanılmaya başlanması 22 Nisan 1915’te Alman ordusunun Langemank köyünün yakınlarında gerçekleşti. 180 ton sıvı klor dolu kapların açılmasıyla zehirli bir bulut Fransız ve İngiliz siperlerinin üzerini kapladı. Sonuç kısa sürede 5 bine yakın ölü ve 10 bin yaralıydı. Bu olayı takip eden üç yıl içinde savaşa girmiş bütün devletler kimyasal gaz araştırmalarını hızlandırdı. İki yıl sonra “hardal gazı” adı verilen bir kimyasal silah üretildi. Konuya vakıf bir tarihçi bu yeni tabloyu şöyle açıklıyor:
“Cephelerde kimyasal silahların kullanılması 1915’te 3 bin 500 ton, 1916’da 15 bin ton, 1917’de 35 bin ve nihayet 1918’de 59 bin tona ulaştı.”
Unutmuyoruz, bu kez “medeni ülkeler” birbirlerini gazlamakla meşguller…
Bu döneme ilişkin bir başka bilgi de şöyle: Birinci Savaş’ta kimyasal silahlarla hayatını kaybedenlerin sayısı 1 milyon 300 bin.
Birinci Savaş’ta durum böyle. Pekiyi iki savaş arasında kimyasal silahlar kaç cana kıyıyor? Rusların 1920’de iç savaş yıllarında bu silahı kullandığı söyleniyor. “Medeniyet”in ürünü bu silahı İtalya’nın 1935/36 yıllarında Etiyopya’da kullandığı da biliniyor. Uzak Doğu da eksik değil: 1937’den 1941’e kadar Japonya, Çin’e karşı kullanıyor.
İkinci Dünya Savaşı’na gelince: Uzak Doğu hariç bu savaşta kimyasal silah kullanılmıyor. Ancak tarafların kimyasal silah depolamaya devam ettiklerini unutmadan.
Savaş sonrası (Soğuk Savaş) döneminde bir yandan ABD ve dolayısıyla NATO’nun, diğer yandan ise Sovyetler Birliği’nin kimyasal silahlara ilişkin araştırma/geliştirmeye hız verdikleri de verilen bilgiler arasında. Bu dönemde 1963 ve 1968’de Mısır’ın Yemen’de (l’yperite) ABD’nin ise Vietnam’da (dioxine) ile (1961-1973) işe koyulduğu gözleniyor.
Sonraki yıllarda (1975’den 1983’e kadar) Vietnam, Laos ve özellikle Kamboçya’da eline tekrar bu silahı alıyor. Ve nihayet 1982-1988 arasında bu sefer Irak’ın bu alanda sahneye çıktığını görüyoruz. İranlı birlikleri özellikle siyanür ve tabun kimyasalına maruz kalıyorlar. Saddam Hüseyin’in elindeki sarin ve “h’yperite” yüklü 50 bin obüsüyle dönem itibariyle dünyanın üçüncüsü olduğu söyleniyor. Irak’ta Kürtlerin bu kimyasallarla nasıl katledildiklerini hatırlayalım…
Bitmedi: ABD 1987’den 1990’a uzanan yıllarda bu alanda başa güreşen Sovyetler Birliği’ni yakalamak için “araştırmalara” hız veriyor.
Kimyasal silah kullanımının bu kısa “tarihi”ni burada kesip, yıllarca özellikle Batı’da üretilen ve depolanan bu “silah”ın bugün ne durumda olduğuna göz atalım: Bu çerçevede Vlamidir Putin’in ülkesindeki son kimyasal silah rezervinin yok edildiğini açıklamasına inanmalı mı dersiniz? (Bana sorarsınız “Hayır”) Peki ABD’nin Colodaro’da bulunan “hardal gazı” depolarını ortadan kaldırmaya yönelik çalışmaları sürdürdüğü bilgisini veren haber? Söylendiğine göre “robotlar” tarafından devre dışına çıkarılmaya çalışılan bu kimyasalların (tam kapasite çalışıldığında) günde ortalama 500 kartuşu imha edilebiliyormuş. Tamamının yok edilebilmesi için verilen tarih ise 2020 yılıymış… ABD’nin elinde 30 bin 600 ton “hardal gazı” bulunuyormuş. Fransa’da da benzer bir girişimin başlayacağı söyleniyor. İngiltere’nin adına bu çerçevede rastlamasam da, Churchill’in yazının başlığına yerleştirdiğim sözlerini hatırlayarak bu devletin de “ne olur ne olmaz” diyerek elindeki stokla ilgili benzer girişimlerde bulunduğunu söyleyebiliriz.
Görüldüğü gibi “Esat’ın Suriyesi”ne - kimyasal silah bulunduruyor diye (bence de bulunduruyordur)-bomba yağdıran ABD, Fransa, İngiltere gibi ülkeler bu pis tarihsel geçmişten acaba hangi kimyasalı kullanarak temizlenebilirler? Görüyorsunuz, “Medeniyet” denilen hiç de “tek dişi kalmış canavar” değilmiş…
Biz en iyisi, daha dün denecek bir tarihte boğazlarına kadar “kimyasal”a batmış bu “medeniyet”i bir kenara bırakıp büyük bir acıyla, sadece (ve sadece) “Çocuklar ölmesin” diyen “Ayşe öğretmen”in kucağında tıbbi desteğe ihtiyaç duyan üç aylık bebeğiyle hapishanenin yolunu tutmasını içimiz sızlayarak unutmayalım…