Gazeteci Yücel Özdemir: NSU'lu katiller istihbaratın avucunda yaşadı
Almanya'da Nasyonalsosyalist Yeraltı Örgütü'nün işlediği faşist cinayetler yıllarca faili meçhul kaldı. Daha sonraları örgütün hayatta kalan tek üyesi mahkemeye çıkarıldı. Davaları izleyen Evrensel gazetesi Almanya temsilcisi Yücel Özdemir, ülkedeki Neo-Nazi örgütlenmesini kaleme aldı. Özdemir'le yıllarca süren bu seri cinayetleri Alman emniyetinin neden çözemediğini konuştuk.
DUVAR - Almanya'nın çeşitli şehirlerinde, 2001 yılından 2007 yılına kadar, Türkiyelilere yönelik faili meçhul cinayetler yaşandı. Kamuoyu, öldürülenlerden bazılarının döner dükkanı işletmesi nedeniyle bu cinayetleri 'dönerci cinayetleri' olarak adlandırdı. Oysa işlenen cinayetlerden daha fazlasının olduğu 2011 yılında bir banka soygunu sonrasında faillerin yaşadığı karavana polisin yaklaşması üzerine ortaya çıktı. Yakalanacaklarını anlayan zanlılar karavanı ateşe vererek intihar etmişlerdi. Polisin karavanda ve bu olayın sonrasında kundaklanan bir başka evde yaptığı araştırma, bu seri cinayetlerin arkasında Nasyonalsosyalist Yeraltı Örgütü (NSU) adlı bir Neo-Nazi örgütünün olduğunu ortaya çıkardı.
Örgüt işlediği bütün cinayetleri fotoğraflamış ve bir film haline getirmişti. Örgütün hayatta kalan tek üyesinin yargılandığı dava sürecinde yıllarca cinayet işleyen bu kişilerin neden yakalanamadıklarına ilişkin ip uçları çıktı. Davayı izleyen iki Türk gazeteciden biri olan Evrensel gazetesi Almanya temsilcisi Yücel Özdemir, yalnızca bu cinayetleri değil Almanya’da göçmenlere yönelik Neo-Nazi cinayetlerinin geçmişini ve Almanya’da tekrar ortaya çıkan ırkçılığı inceleyen 'Neonazi-İstihabarat-Emniyet üçgeninde NSU Cinayetleri' adlı bir kitap yazdı. Yücel Özdemir ile Almanya’da Neo-Nazi örgütlenmesini ve yıllarca süren bu seri cinayetleri Alman emniyet birimlerinin neden çözemediğini konuştuk.
Aslında Almanya’da neonazi örgütlenmesinin neredeyse Hitler’in yıkılışından sonra hiç kesintiye uğramadığını görüyoruz. Altmışlı yıllarda ilk göçmenlerin gelişinden sonra onlara yönelik ırkçı saldırılar hemen başlıyor mu? Çünkü ilk öldürülen Türkiyeli 1990 yılında cinayete kurban gitmiş. Almanya’da faşizmin cinayet işleyecek kadar tekrar örgütlenmesini sadece göçmen işçilerin varlığı ile açıklayabilir miyiz?
Göçün ilk yıllarında ırkçı cinayetler neredeyse hiç yok. Öldürme olaylarına daha çok 1980’li yıllardan itibaren tanık oluyoruz. Savaş ve yenilgiden geriye kalan Nazilerin önemli bir bölümü muhafazakar ve liberal partilerde siyaset yapmaya devam ettiği için ırkçı örgütlerin varlığı hissedilmiyordu ilk yıllarda. Bunda açıktan Neonazi düşünceleri savunan örgütlerin yasaklanmasının da var. 1960’lı yıllardan itibaren ise küçük gruplar halinde örgütleniyorlar. 1964’de Milliyetçi Demokrat Alman Partisi (NPD) kuruluyor. Misyonu daha çok soğuk savaş yıllarında pek çok ülkede olduğu gibi anti-komünizm. Ama göçle birlikte kullandıkları başlıca slogan “Ausländer Raus” oluyor. Yani “Yabancılar Dışarı”. Ancak o yıllarda bu slogan ve ona bağlı uygulamaların Almanya’da oldukça yaygın olduğunu biliyoruz. Pek çok lokanta, eğlence yeri, birahanenin yapısında “Yabancılar giremez” yazıları vardı. Bu nedenle Türkiye’den Almanya’ya göçün ilk yıllarında saldırılardan ziyade dışlama yaygın.
Faşist hareketlerin tekrar cinayet işleyebilecek düzeye ulaşmasını tek başına göçmen işçilerin gelişiyle açıklamak doğru olmaz. Çünkü ırkçıların hedefinde sadece göçmen işçiler, özellikle Türkiye’den gelenler yoktu. Amadeu Vakfı’nın tuttuğu listeye göre Almanya’da 1990-2017 yılları arasında toplam 208 insan Neo-Nazi ler tarafından öldürüldü ve bunların azımsanmayacak bölümünü Alman yoksulları ve antifaşistleri oluşturuyor. İki Almanya’nın birleşmesinden önce ise 40’ın üzerinde insan öldürülüyor. Resmi kayıtlarda, toplamda yaklaşık 45 Türkiye kökenli göçmen Almanya’da Neo-Nazi ler tarafından katledilmiş.
Aslında senin de bu kitabı yazmana yol açan bu seri cinayetler polisin bir başarısı ile çözülmedi. Bu kişilerin bir banka soygunu sonrasında yakalanacaklarını anlamaları üzerine intihar etmeleri üzerine bu cinayetler ile ilişkileri olduğu anlaşıldı. Biraz süreci anlatır mısın? Olay nasıl açığa çıktı?
Nasyonalsosyalist Yeraltı Örgütü (NSU) üyesi üçlü; Uwe Mundlos, Uwe Böhnhardt ve Beate Zschäpe, bir aramadan sonra Ocak 1998’de yer altına çekiliyorlar. Örgütü de bu sırada kuruyorlar. Daha önce böyle bir örgüt yoktu. 2000 yılından itibaren 2007 yılına kadar seri cinayetlere ve geçimlerini sağlamak üzere banka soygunlarına başlıyorlar. Tam 13 yıl boyunca, hem de doğup büyüdükleri Jena’dan çok uzak olmayan kentlerde “illegal” yaşadılar. Ortaya çıkmaları ise 4 Kasım 2011’de Doğu Almanya’da bulunan Eisenach kentinde bir banka soygunu sonrasında oldu. Sabah banka açıldıktan sonra soygun için içeriye giren Mundlos ve Böhnhardt 72 bin avroyu alıp bisikletle olay yerinden uzaklaşıyorlar ve bir kilometre uzakta park ettikleri kiralık karavana giriyorlar. Kentin polisi peşlerine düşüyor. 12.00’de bir devriye polisinin karavana yaklaştığını görün iki Uwe arabayı ateşe vererek intihar ediyorlar. Bu olaydan üç saat sonra, saat 15.00’de bu sefer Beate Zschäpe, Zwickau’da kaldıkları evi ateşe veriyor. Karavan ve evde bulunan silahlar seri cinayetlerinNeo-Nazi ler tarafından işlendiğini böylece ortaya çıkarıyor. Dediğininiz gibi ortada polisin bir başarısı yok.
'FOTOĞRAF ÇEKİLMESİ PROPAGANDA AMAÇLI'
Bu cinayetlerde dikkat çeken en önemli nokta cinayetlerin oldukça profesyonel işlenmesi. Katiller ölümden emin olmak için özellikle kafadan vuruyorlar. Ayrıca cinayeti belgelemek gibi bir özellikleri de var. İlk olarak çiçekçi Enver Şimşek cinayetinde böyle başlıyor. Sanırım hepsinde ayrıca cinayet fotoğraflanıyor. Sence bu kadar ayrıntıya neden dikkat ediyorlar?Politik cinayetlerde fotoğraflamak çok görülen bir şey değil. Daha çok psikopat seri katillerde görülen bir durum. Bunu neye yorumluyorsun?
Bu, belli bir plan dâhinde cinayetleri işlediklerini gösteriyor. Aynı silahın kullanılması da planın parçası. Aynı kişilerin işlediği, ancak bunların kimler olduğu yıllarca bir soru işareti olarak kaldı. Cinayetler sırasında fotoğrafların çekilmesi sonradan propaganda amacıyla kullanmayı planladıklarını gösteriyor. Nihayetinde öyle de oluyor. Uwe Mundlos tarafından yapıldığı ifade edilen 15 dakikalık Pembe Panterli film de bu maksatla hazırlanmış ve cephane gibi evi ateşe veren Zschäpe tarafından basına gönderilmişti.
Öldürülen Yunanistanlı Theodoros Boulgarides sanırım cinayetlerdeki tek Türkiyeli olmayan göçmen. Alman polis memuru Kieserwetter ise banka soygunu sırasında öldürülüyor. Bu da sanırım Hristiyan ya da Müslüman ayrımı yapmadıklarını gösteriyor. Onu neden hedef aldılar sence?
Cinayetler serisi katillerin kurbanları asıl olarak Türk ya da Türkiye’den geldi diye seçtiklerini gösteriyor. Onlar için Türkiye’den gelenlerin diğer kimliklerinin pek bir önemi yok. Ayrıca öldürülenlerin hepsinin genç-orta yaştaki erkekler olması da dikkat çekici. Hazırlanan sözde manifestoda da Türk düşmanlığı görülüyor. Almanya’nın yabancılar tarafından ele geçirildiğini düşündükleri için en büyük grup olan Türkleri düşman olarak belirlediler. Boulgarides’in de Türk diye öldürülmüş olabileceğini tahmin ediyorum. İki nedenden ötürü. Birincisi; Pembe Panterli filmde son göçmen kurban olan Halit Yozgat’ın üzerine “9. Türke” yazıyor. Halbuki Halil Yozgat 8. Türkiyeli. İkincisi; İş ortağı Bolugarides’in biraz Türkçe konuştuğunu, diğer Türk esnaflarla iyi diyalog içinde olduğunu, bu nedenle herkesin onu Türklere benzettiğini mahkeme sırasında anlattı. Kendisini tanıyan Türk esnaflarla konuştum, onlar da bunu doğruladı.
'CİNAYETLERDE ALMAN OLMAYAN ROBOT RESİMLER ÇİZİLDİ'
Belki olay çözüldükten sonra bize her şey basit görünüyor. Ama farklı şehirlerde olsa da aynı cinayet silahı ile işlenen cinayetler var. Hepsinde Ceska 83 ve Bruni marka silah bulunuyor. Üstelik bazı tanıklar iki ayrı cinayette bisikletli kişiler gördüklerini söylüyor. Bir tanık ise işlenen cinayetle bir Neo-Nazi eylemindeki kişileri teşhis ediyor. Polisin bu kadar ortak özelliği birleştirememesi çok garip değil mi?
Bütün mesele de bu zaten. Kurbanların kriminal olaylarla bağlantısı olmadığı bilinmesine rağmen, ısrarla soruşturmanın bu yönde yapılmak istenmesi gerçekten de garip. Her cinayet ya da bombalı saldırıdan sonra Neo-Nazi ler dışındaki bütün ihtimaller devreye konuluyor. Neo-Nazi lerin ihtimal dışı tutulmasına gerekçe, “Bugüne kadar bu türden seri cinayetler işlemediler. Bu nedenle onların cinayetleri yapması mümkün değil” diye açıklandı. Bu mantıkla hareket edildi ve her cinayetten sonra çizilen robot resimlerde, Alman olmayan tipler çizildi. Tanıklar ısrarla bisikletle kaçanların “güneyli” yani yabancı olmadığını söylerken, polis ısrarla yabancılara benzeyen robot resimler çiziyordu.
Benim de en çok merak ettiğim ve halen de yanıtını bulamadığım soruların başında, “Polis neden her cinayetten sonra aynı şekilde davrandı?” geliyor. Kurbanların hayat hikayeleri, yaptıkları işler, yaşadıkları kentler farklı olduğu halde ve en önemlisi de Türkiye’den gelme dışında başka ortak özellikleri olmayan insanların öldürülmesinden sonra neden aynı şekilde davranıldığı bir muamma olarak kalmaya devam etti.
Alman devletinin bütün güvenlik birimlerinin bu cinayetleri görememesinde kendi içlerindeki sağcı örgütlenmelerin Neo-Nazi ler ile ilişkisinin ne kadar etkisi var?
Cinayetler önemli bir etkisinin olduğunu gösteriyor. Özellikle cinayetleri işleyen NSU’lu katillerin istihbaratla bağlantısını, daha doğrusu istihbaratın avucunda yaşadıklarını kitapta ayrıntılı olarak anlatıyorum. Katillerle emniyet arasında doğrudan bir bağlantı ortaya çıkmış değil. Ancak şu günlerde Almanya’da en çok tartışılan konuların başında emniyet birimleri içindeki Neo-Nazi örgütlenmelerin olmasından ötürü, böyle bir bağlantı da olmuş olabilir. Federal Almanya tarihinde özellikle istihbarat örgütleriyle Neo-Nazi ler arasında hep bir bağlantı oldu. NSU’nun dışında faşist NDP’nin kapatılması için açılan devada da birçok sayıda istihbarat elemanı parti yöneticisine tanık olduk. Bu nedenle Alman antifaşistleri haklı olarak boşuna, “İstihbarat mı Neo-Nazi leri yoksa Neo-Nazi ler mi istihbaratı yönetiyor? sorusunu sormuyor.
Bir de tabii öldürülenlerin yakınlarının yaşadıkları var. Hemen bütün cinayetlerde polis nedense hiç farklı bir nedenden şüphelenmiyor. Ve hepsinin ortak noktası; geride kalanlar ayrıca yakınlarının katli ile alakalarının olmadığını ispat etmeye çalışıyorlar. Bu da onlar için maddi manevi bir başka yıkım oluyor. Ya bir aldatma hikayesi ya da mafya hesaplaşmasından şüpheleniliyor. Bu hikayelerden sana en çarpıcı gelen seni en etkileyen hangisi oldu?
Bütün kurban yakınları büyük acılar çektiler. Adeta evle karakol arasında mekik dokudular. Suçlu ilan edildiler. Bir taraftan babalarını, kardeşlerini, çocuklarını kaybetmenin büyük acısı diğer tarafta ise suçlu damgasını yemek elbette kolay değil. Anlatılanlardan, ki bütün aileler yaşadıklarını ayrıntılı bir şekilde anlatmadı, Kubaşık ve Şimşek ailelerinin psikolojik açıdan büyük yaralar aldığın gösteriyor. Beni en çok etkileyen, cenazeyi defnettikten sonra Pazarcık’tan Dortmund’a dönen Elif Kubaşık ve kızı Gamze Kubaşık’ın başsağlığına gelenlerin gözleri önünde aynı gün apar topar karakola götürülmesi ve sorguya çekilmesi oldu. Saatlerce yanıtını bilmedikleri sorularla maruz kalmışlar ve “bilmiyoruz” dediklerinde de terslenip aşağılanmışlar. Asıl amacın korkutma ve sindirme olduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor.
Bütün bu yaşananlardan sonra sence Almanya bütün bu olanlardan nasıl dersler çıkardı. Ya da bu mahkeme sürecinin Almanya’daki faşist ırkçı örgütlenmelere ilişkin devletin tavrında bir değişiklik yarattı mı? En azından devletle ilişkileri açısından?
Maalesef pek ders çıkarılmadı. Politik açıdan defalarca özürler dilendi, kurbanlar Berlin’e davet edildi, sözler verildi. Ancak, kurbanların en büyük temennisi olan NSU üçlüsüne destek verenlerin açığa çıkarılarak cezalandırılması talebi yerine gelmedi. Dava, mahkeme huzuruna çıkarılan beş kişi ile sınırlı kaldı. Onlar da, başsanık Zschäpe dışındakiler, beklenenin altında ceza aldılar ve aramızda dolaşmaya devam ediyorlar. Bunu bilmek özellikle kurban yakınları için korkunç bir durum olsa gerek. İstihbaratla, emniyetle Neonaziler arasındaki bağlantıların da hesabı sorulmadığı için, özellikle emniyetin içindeki Neonazi örgütlenmeler bu kez NSU 2.0 adı altında tehdit mektupları göndermeye devam ediyorlar.