Gazetecilik, ticaret ve devletten hibe

Hande Fırat, iktidar ile maddi ilişki içine giren bir iş insanına dönüşünce açıklaması bir gazetecinin yanıtı olmaktan çıkmış. Üslup ve yaklaşım farklı olunca da açıklamasındaki, Milli Gazete’yi suçlama biçimi ve “Kimse bunu iktidarı vurmak için kullanmasın” ifadesi daha çok dikkat çekiyor. İktidar için kaygılanmak da neyin nesi…

Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici medyaombudsman@gmail.com

Hande Fırat’ın “Bill Gates bile tarım işine girdi” diyerek kendisini onunla aynı kefeye koyması garip. Zira o bir iş insanı olarak her alanda yatırım yapabilir. Hande Fırat ise bir gazeteci. Hem de Hürriyet gazetesinin Ankara Temsilcisi, yazarı ve CNN Türk programcısı. Gazetecilik meslek etiği onu da bağlar. Şahıs şirketi kurarak, küçükbaş hayvan yetiştiriciliği için Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan 3.5 milyon lira hibe alması iki açıdan yanlış:

Gazeteci, ticaret yapamaz, şirket kuramaz. Türkiye Gazetecilik Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde “Gazeteci ticari şirket kuramaz. Tacirlik ve esnaflık yapamaz” ilkesi yer alıyor. Basın Kartları Yönetmeliği’nde de basın kartı için “Medya dışında ticari faaliyette bulunmama” koşulu aranıyor. Ticarete girince gazeteciliğin ticari çıkarlar için kullanılma tehlikesi oluşur.

Hande Fırat, hibe almaya hak kazanarak haber kaynağı durumundaki Tarım ve Orman Bakanlığı ile çıkar ilişkisi geliştirmiş oluyor. Her ne kadar “Bu süreçte hiçbir bakanlık yetkilisini aramadım” dese de durum değişmez. Bakanlık (ve dolayısıyla iktidar) ile iş ilişkisine girmek her şekilde yanlış. Kişisel çıkar, gazeteciliğin özü olan kamu yararının önüne geçer.

Hande Fırat’ın yatırımının tarım ve hayvancılık sektöründeki sorunların çözümüne katkıda bulunacağı savunması bir iş insanından gelse anlaşılabilirdi. Ama o bir gazeteci ve sorunların çözümüne yine gazetecilik yoluyla yazılarla, programlarla katkıda bulunmalı. Doğru olan bu.

Ayrıca Hande Fırat, iktidar ile maddi ilişki içine giren bir iş insanına dönüşünce açıklaması bir gazetecinin yanıtı olmaktan çıkmış. Üslup ve yaklaşım farklı olunca da açıklamasındaki, Milli Gazete’yi suçlama biçimi ve “Kimse bunu iktidarı vurmak için kullanmasın” ifadesi daha çok dikkat çekiyor. İktidar için kaygılanmak da neyin nesi…

DEDİKODU İLE HABER KARIŞINCA

Odatv’de Hürrem Elmasçı imzalı “Milletvekilinin eşcinsel seks kaseti” başlıklı yazıda “muhafazakâr bir partinin çok üst düzeydeki bir yöneticisinin eşcinsel kasetinin bir gazetenin elinde” olduğu, yayımlama konusunda karar veremedikleri öne sürülüyordu. Mahlas bir isim olan Elmasçı, “Altmışına merdiven dayadı, evli ve kız çocuğu babası. Akademisyen, hukukçu” diyerek ipucu verse de milletvekili, partisi ve “iktidara yakın” dediği gazetenin adını yazmamıştı.

Doğal olarak bu yazı, siyasi kulislerde ve sosyal medyada yankılandı. Bazı yazarlar da bu olaya değinen yazılar kaleme aldılar. Diken’den Altan Sancar da “İyi Parti yetkilisi: partimize operasyon hazırlığı var” başlıklı haberinde ismini vermediği bir partilinin “Kendilerince FETÖ taktiklerini devreye soktular. Körle yatanlar şaşı kalkıyor” sözlerini aktardı.

Odatv, bu habere “Altan Sancar yazdı FETÖ destek verdi. İYİP komplosuymuş” başlıklı yeni bir yazıyla karşılık verdi. Bu yazıda Altan Sancar “HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ın oğlu sözde gazeteci” olarak nitelendiriliyordu. Sonra da “Yazımda İYİP adı hiç geçmedi, Altan Sancar nereden bu bilgiye ulaşmış bilmiyorum” deniliyordu.

Bu noktadan sonra kavga tırmandı ve Altan Sancar, Odatv’nin imtiyaz sahibi Soner Yalçın’ı “muhalefete operasyon çekmek” ile suçlayan paylaşımda bulunurken HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ın oğlu olmadığına dikkat çekti. Odatv yazıyı düzeltmek ve özür dilemek yerine yazının sonuna “Altan Sancar babasının Mithat Sancar olmadığını açıkladı” notunu eklemekle yetindi. Ardından karşılıklı suçlamalar haber ve paylaşımlar sürüp gitti.

Meseleye gazetecilik açısından bakarsak, Odatv’nin “Milletvekilinin eşcinsel kaseti” yazısının çok problemli olduğunu söylemek durumundayız. Düşünün, “iktidara yakın gazete o eşcinsel kaseti yayınlarsa yer yerinden oynar, dağları tepeleri sarsar” diye yazacaksınız ama siyasette bu kadar önemli sonuçlara yol açacağını iddia ettiğiniz bir metinde 5N1K olmayacak? Bu kadar önemli ise ilgilileri bulur, ne olduğunu anlar, doğrular ona göre haber yazarsınız.

Haber yerine “kulis yazısı” demek yetmez. Böylesine önemli bir bilgi, kontrol edilmeden, doğrulatılmadan, tarafların görüşü alınmadan, özel hayat alanına girip girmediği netleştirilmeden yayımlanırsa bunun adı kulis değil dedikodu aktarmak olur.

Her şeyden önce eşcinsellik suç gibi gösterilemez. Dahası öyle bir “eşcinsel seks kaseti”nin varlığı ve bir gazetenin elinde olduğuna dair doğrulanmış veri yok ortada. Fakat “seks kaseti” olsa da olmasa da Odatv, önce muhafazakâr ve muhalif partilerin, sonra da İyi Parti’nin milletvekillerini zan altında bırakmış oldu. Gazeteci Sancar’ın eşine ilişkin ima da hoş değildi.

Öte yandan Altan Sancar’ın Diken’de yazdığı haberde “eşcinsel kaset” ve Odatv’ye atıf olmaması eksiklikti. Haberin odağı olduğu sonraki tartışmalarla netleşen bu unsurları yazmadan ve bir “İyi Parti yetkilisi”nin adını vermeden “görüş” aktarmak da sorunlu. Kaynağın korunması gibi özel bir neden yokken “kaynağı gizli haber” yazılmamalıydı.

Bir eleştiri de KRT TV’ye. Odatv’nin haberlerindeki “eşcinsel kaset” iddiasıyla ilişkilendirilen medya kuruluşuna yönelik imalardan yola çıkarak bir medya grubunun adını yazmak da yanlış. Bu da “eşcinsel seks kaseti”nin varlığına ilişkin söylentiyi (ya da iddiayı) güçlendirmiş oldu.

İŞÇİSİNİN BÖBREĞİNİ ALAN PATRON

Sabah’ın Günaydın ekinde yazan Bülent Cankurt, mobilya markası sahibi Fatih Kıral’a bir işçisinden alınan böbreğin nakledildiğini yazmış. “Aile bireylerinin böbreği uymayınca Fatih Bey'in imdadına, Kadir adlı çalışanı yetişmiş” diyen Cankurt, iş insanı Hayri Yazıcı’nın da 2014’te bir çalışanının böbreğini aldığını anımsatıyor. Yazısını şöyle noktalıyor:

“O zaman Hayri Bey'in, böbreğini veren çalışanına ev hediye ettiği konuşulmuştu. Bakalım Kıral, hiçbir karşılık beklemeden böbreğini veren Kadir Bey'e nasıl bir jest yapacak.”

Sözcükleri değiştirince gerçekler değişmez. Patron, işçisinden böbreğini alıp ev vermişse bu hediye değil, o böbreğin karşılığıdır. Biliyorsunuz, Türkiye’de bedel karşılığı organ nakli yasak. İlgili yasa net bir ifadeyle “Bir bedel veya başkaca çıkar karşılığı, organ ve doku alınması ve satılması yasaktır” hükmünü içeriyor. Yasal durum böyleyken, organ mafyası da ortalıkta cirit atarken bir gazeteci, bedeli karşılığında organ naklini teşvik etmemeliydi. Sözünü ettiği patronun, işçisinin maddi durumunu ve koşullarını istismar edip etmediğini de bilmiyoruz.

YAZAR NİYE SESSİZ KALIR?

Milliyet Spor Yazarı Şansal Büyüka’nın gazetenin ilk baskısına giren Fenerbahçe Başkanı Ali Koç hakkındaki “İstifa demeyi bırakın artık” başlıklı yazısı, şehir baskılarında uçurulmuş. Üstelik Büyüka ve Spor Müdürü Tayfun Bayındır’a haber verilmeden yapılmış bu müdahale…

Aslında yazılara müdahale medyamızda yeni bir uygulama değil. Demirören Medya’da çok daha yoğunlaştı sadece. Doğan Medya’yı satın aldıktan sonra “Holding’in altın makas”ı, her akşam Hürriyet ve Posta’da da yazarların yazılarını kesip biçiyor. Kimi yazıları tümden çıkarıyor kimilerinden paragraf kesiyor. Haberlerden de iktidarı kızdıracak cümleler ayıklanıyor.

Büyüka’nın, grubun diğer yazarlarından farkı, müdahaleyi sindiremeyip ayrılması. Yazısı kesilip biçilen diğer yazarlar ise bu müdahaleleri normalleştirmiş kendi içinde. Sessiz kalmaları o yüzden. Kendi hakkını savunamayan bir yazar, toplumun sorunlarına nasıl sahip çıkabilir ki? 

CENGİZ ÇANDAR’IN YANITI

Yeşil Sol Parti Milletvekili adayı Cengiz Çandar, “Gazetecinin mesafesiz hali” başlıklı geçen haftaki yazıma “Benim söz ettiğim siyasetçilerle içli dışlılık değildi. Kalemini ve mesleğini bir davanın hizmetinde icra etmekti” yanıtını verdi. “Ben Filistin davasının, Bosna davasının, Kürtlerin hak ve hukukunun savunulması için mesleğimi icra ettim şu ya da bu siyasetçiyle mesafesizlik ve onun/onların çıkarlarının savunulmasından söz etmedim” diyen Çandar, “Fransız ekolü gazeteciliği” dayanak göstermesiyle ilgili eleştirimi de şöyle yanıtladı:

“Eric Rouleau çok yakın dostumdu. Fransa'nın Tunus ve Ankara Büyükelçisi olmadan önce gazeteci sıfatı taşırken -kastettiğim anlamda- neler yaptığını ondan defalarca dinlemiş olmaktan gayrı ‘Dans les coulisses du Proche-Orient: mémoires d'un journaliste diplomate, 1952–2012’ adlı anı kitabında, söylediklerimin doğrulandığını bizzat Rouleau'nun kendisinden öğrenebilirsin. Jean Daniel de FLN ile Fransız hükümeti arasında söz ettiğim rolü Le Nouvel Observateuer Genel Yayın Yönetmeni iken ve o sayede oynadı. Gazeteciliği bıraktıktan sonra öyle yaptığını iddia ediyorsun. Daniel’i okursan tersinin geçerli olduğunu öğrenirsin.

Bana yönelik kişilik katli kampanyası yalan ve dayanaksız iftiralar ile oldu. Medya üzerinden ve medya mensubu gibi davranan kişiler tarafından yapıldı. O da sanırım medya ombudsmanın işlevleri içine girer.”

Ben de gazetecilerin siyasetçilerle ilişkisinde mesafeyi koruması gerektiği, aracılık ve özellikle de danışmanlık gibi işlerin birlikte yürütülmesinin gazeteciliğe zarar vereceği düşüncemi tekrarlamakla yetineyim.

KISA KISA:
  • Gaziantep’te BBP’den milletvekili adayı olan gazeteci Orhan Kızılaslan, Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’ndan istifa etti ama propaganda afişini gazetesinin binasına asarak mesleğini politik hedefi için kullanmış oldu.
  • Akkuyu Nükleer Santralindeki ilk yakıt törenine manşetlerden yer veren iktidar medyası, bir gün öncesine rastlayan Çernobil faciasının 37. yıldönümünde haber değeri görmedi.
  • Milliyet ve Posta, Türkiye’de ortalama yaşam süresinin kısaldığını yazarken, Hürriyet gazetesi aynı TÜİK verilerine dayanarak “Yaşam süresi 6.7 yıl arttı” başlığı attı.
  • BirGün’ün, Nesin Vakfı’nın zeytinliğindeki ağaçların yakılması davasındaki gelişmeyi duyuran “Ağaç yakmanın bedeli 800 TL” başlıklı haberini Sözcü, bir gün sonra “Yakılan her zeytin ağacı için 800 TL” başlığıyla ve kaynak göstermeden yayımladı.
  • CNN Türk, Habertürk, Karar, Milliyet, Takvim ve Yeni Akit internet sayfasında bir süper marketin kataloğu reklam/tanıtım olduğu uyarısı konulmadan yayımlandı.
  • Bir bankanın “…cam tavanı kırıyor” başlıklı çeyrek sayfalık tanıtım metni, Hürriyet, Sabah ve Sözcü’de “Bu bir reklamdır” uyarısıyla yer alırken, Türkiye’de uyarısız yayımlandı.
  • Sabah ve Hürriyet’in, emekli bir profesörün dolandırılmasıyla ilgili haberinde mağdur profesörün adı “Ahmet T.” diye kodlanarak gizlenirken, yüzü açık fotoğrafı kullanıldı.
  • Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın tüm seçmenlere yönelik ayrımcı ve dini siyasete alet eden sözleri, Akşam, Sabah, Türkiye ve Yeni Şafak gazetelerinde kullanılmadı.

ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN:

Tüm yazılarını göster