Bu haftaya yine hareketli, hararetli ama pek de hayırlı olmayan gelişmelerle başladık. Gazeteci Levent Gültekin’e Bakırköy’de yapılan saldırı ve Ekrem İmamoğlu’nun 8 Mart mesajının yarattığı tartışmalar. Her iki olay da, siyasi atmosferin bütününe bakılınca, sürprizli, beklenmedik gelişmeler sayılmaz. Elbette bunların beklenen şeyler olması da, atmosferin neye benzediğini, neye benzetilmeye çalışıldığını daha iyi anlatıyor. Biri kötümserlik ve korkunun canlı kalmasını zorlamak, diğeri iyimserlik ve umudun serpilmesini zorlaştırmak.
Levent Gültekin’e yapılan saldırının, hemen sonrasında kendisi tarafından da dile getirildiği gibi “beklenen” bir şey olması, saldırının kendisi kadar dehşet verici aslında. Neden beklenen bir şey? Çünkü daha önce defalarca böyle saldırılara tanık olduk. Çünkü, bu saldırıya sebep olacak hedef göstermeyi adım adım takip ettik. Çünkü, bu saldırıları teşvik eden, talimatlarını verenlerin bunu saklama gereği bile duymadıklarını gördük. Çünkü daha önce böyle saldırıları yapanların, yaptıklarının yanlarına kar kaldığını, övünç vesilesi olduğunu izledik.
Yapılan saldırıların, kimlerin hedef göstermesiyle, kimler eliyle yapıldığının, yani failin kimliğinin tartışılacağı noktayı çoktan geçtik. Bu saldırılar için hedef gösteren, “delilerini” göreve çağıran ve sonra da sırtlarını sıvazlayanlar, saklı gizli değiller. Televizyonlarda, mitinglerde açıkça söylüyorlar. Daha ötesi, bunun gayet açık şekilde bilinmesini istedikleri için defalarca tekrar ediyorlar. Bunların, beklenen olmasını ve kendilerinden beklenmesi gerektiğini sürekli anlatıyorlar. Bazen kapıya gelen polis, bazen sokaktaki çete, verilen görevi yerine getiriyor.
Levent Gültekin’e yapılan saldırı alçakça ve korkunç ama tam da öyle hissettirmek için planlanmış bir tertip. İlk değildi ve son olmayacağını düşündüren dehşet verici sürecin bir parçası. Tek ve münferit bir olay değil. Resmi sözcülerin kolayca kullandıkları ve muhtemelen yine söyleyecekleri gibi, tepkisel filan hiç değil. Azmettirenlere, “failleri bulun” demenin bir anlamı yok. Aydın Selcen’in yazdığı gibi, "Levent yalnız değildir" demenin de. Bunları “beklenen” yapan iklim sürdükçe, düzenin kendisi için tehdit gördüğü herkes yalnız ve korumasız olmaya devam edecek. Elbette kimseden sağlanmış bir cesaretle konuşmayanlar, yine aynı şeyleri söylemeye devam edecek. Hemen olaydan sonra Levent Gültekin’in yaptığı gibi.
Gelelim İmamoğlu’nun 8 Mart Kadınlar günü mesajı hakkında İyi Partili erkeklerin çıkarttığı gürültüye. Mesaj şöyle: “İYİ Parti Genel Başkanı Sayın Meral Akşener ve HDP Eş Genel Başkanı Sayın Pervin Buldan'ın nezdinde tüm kadın siyasetçilerin ve Türkiye genelindeki kadın belediye başkanı mevkidaşlarımın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü kutlarım”. Niyet okumalar, ideolojik ve pragmatik bagajlar devreye girmeden bakıldığında, Türkiye, siyaset, kadınlar ortak parantezinde, mevcut iklimin dışına taşmaya çalışan iyi niyetli bir paylaşım. Ne var bunda?
Fakat öyle olmadı. İşaret fişeğini Ağıralioğlu attı: “HDP ve siyasilerinin Meral Akşener ismi ile birlikte zikredilmesini doğru bulmuyorum”. Sonra diğer isimleri koptu geldi. İstanbul İl Başkanı Kavuncu benzer bir paylaşım yaptı. Tepkilere “kötü bir niyetim yoktu diye” cevap veren İmamoğlu yine kurtulamadı. İyi Parti Genel Sekreteri Uğur Poyraz: “Kolaycı tutumunuz ve görev tanımınız içerisinde olmayan konularda hassasiyeti ve duruşu net olan Meral Akşener ve İyi Parti siyasetinize kalkan değil ateşten gömlektir.”
Ağırailoğlu’nun “hassasiyet ve haysiyet” sınırından bahsetmesi, Poyraz’ın “ateşken gömlek” ile söze girmesi, reaksiyon dozunu gösteriyordu. Daha önce bu toplara girmeye hevesli olmayan Kavuncu’nun mesajı da dalganın sürükleyiciliğine işaretti. Ancak Akşener, verdiği cevapla tansiyonu düşürmeyi tercih etti: “Hem İmamoğlu’nun tweet'i hem Yavuz Ağıralioğlu’nun tutumu kendi görüşlerini, bakış açılarını ortaya koyan yani hürriyetçilik ilkesi çerçevesi içinde değerlendirilmesi gereken iki bakış açısı. Sayın İmamoğlu’nun attığı tweet'i bizim arkadaşlarımızın büyük bir çoğunluğu beğenmedi fikirlerini ortaya koydular.”
İyi Parti erkeklerinin, Akşener’e de pozisyon çizen, adına konuşma ölçüsüzlüğüne varan çıkışları bir yanda. Akşener’in olayı bir ifade özgürlüğü meselesi olarak ele alıp ve günün anlamına uygun bir yumuşaklık kazandıran tutumu diğer yanda. Peki bu farkın ortaya çıkmasında Akşener’in payı veya devreye girdiği aşama nedir? Bir kısım iddia sahibi, Akşener’in kendisini ayağından çekmeye çalışanları frenlediğini ummak istiyor. İsimlerini açıklamadan kulis aktaran bazı İyi Partililer ise Akşener’in, arkasında “siyasi hinlik” olan bu olaya, gösterdiğinden daha çok kızdığını söylüyor.
Bugüne kadarki liderlik performansı ve uyguladığı yöntemler dikkate alınınca, Akşener’in kendisini “uyumlu” göstermeye yarayacak bu gürültüye biraz maksatlı izin verdiği düşünülebilir. Çünkü bu fark, Akşener’i parti içindeki ideolojik kıskaçtan ve muhalefetin uyumsuzu olmaktan koruyabiliyor. Tıpkı Erdoğan’ın Bahçeli’nin varlığı sayesinde “farklı düşündüğü” iddiasını canlı tutması gibi, Ağıralioğlu’nun “serbest” bırakılmasının yarattığı kontrasttan faydalanması pekala mümkün. Kötü polisliği -zaten pek hevesli olan- başkasına yaptırarak, milliyetçi refleksi -etiketlenmeden- kendi lehine kullanmaya devam edebiliyor.
Parti kulislerinden üflenenlerin aksine, Akşener’in olayın akışının tamamen dışında olması da ihtimal dışı değil. Çünkü, bir kısmı ideolojik-siyasi kaygılarla, bir kısmı pragmatik-taktik gereklerle ittifak stratejisini etkilemeye çalışan isim ve ekipler mevcut. Bunlar, kendi güçleriyle bir süreç yürütmeye muktedir olmadıkları için konjonktürü ve Akşener’i kullanmak zorundalar. Akşener ise bu çevreler sayesinde değil bu çevrelere rağmen bir ilerleyiş yakaladığının gayet farkında. Cesaretli tutumuyla ilerliyor, cesaretli tutumdan doğacak riskleri halletme işini de, şimdilik kendilerine alan açmaya çalışan bu zevata taşıtıyor.
Partide kesin bir hakimiyet ve son söz raconu kesmeden etkinlik yaratmak, belirsizlik üzerinden daha geniş bir zemin tutmak, aldığı tavırla değil gösterdiği performansla popülerleşmek Akşener’in başardığı şeyler. Bu sayede partisinin oyunu ve onun da üzerinde bir popülarite artışını sağlamış durumda. Bu noktaya diğer muhalefet unsurlarına mesafe koyarak değil, muhalefet blokunda kalma kararlılığı göstererek ilerliyor. İyi Parti içinde ittifak değişikliği pazarlıklarını bir siyasi avantaj gibi görenler olmasına rağmen, Akşener, bu ihtimali küçülterek desteğini artırıyor.
Yaşanan bu tartışma ile Akşener’in ve İyi Parti’nin önüne ertelenen bir netleşme zorlaması gelmiş oldu. Bu zorlama, bazı İyi Partililerin iddia ettiği gibi Cumhurbaşkanlığı yarışında ivme kazanan Akşener’in önünü kesmek isteyen İmamoğlu’nun elinden mi çıktı, yoksa partinin muhalefet blokundaki ağırlığına oynayan siyasi mühendisler tarafından mı tetiklendi? Bunu bilmiyoruz. Ancak yakın dönemin siyasi aritmetiğinde, “yok farz edilecek” veya denklem dışına çıkartılabilecek bir aktör olup olmayacağı temel mesele olacak. Anlaşılan iktidar stratejilerinde önemli bir unsur olan HDP’yi denklem dışına taşıma veya bozucu kimyasala çevirmenin muhalefet tarafında da alıcıları çıkıyor. Bu yüzden, netleşme merkeze taşınmaya çalıştığı için övülen Akşener’in siyaset yapma ısrarı açısından da önemli.
Bu tartışmada çok kullanılan çarpıtma, İyi Parti ile HDP’nin yan yana gelmesinin hassasiyetler açısından olduğu kadar siyaseten de akıllıca olmayacağı. Ancak mesele bu değil. Mesele, HDP’yi yok sayma mecburiyetinin ittifaklar üstü olup olmayacağı. “Arkasında sizin olduğunuz fezlekelerin içine bakarız” demenin, “parti kapatmalar çare değil” fikrinin, “o oyların Allah belasını versin” diyenlere mesafe koymanın, iktidarın oyun kurma pratiğinden sakınmanın tutarlı sonucu, Bahçeli gibi “flu görmek” olamaz. En fazla Akşener’in durduğu sınırda, bundan hoşlanmadığınızı ifade edebilirsiniz. Birilerini yok sayma arzunuzu itiraf etseniz bile, herkesi yok saymaya mecbur edemezsiniz.