Hasanpaşa Gazhanesi’nin uzun uğraşlar sonucu bir kültür merkezi
olarak açılması tabii ki harika bir haber. Hem eski endüstriyel
yapıların kültür merkezine dönüştürülmesi uygulamasının iyi bir
örneği hem de orada yaşayanların yıllar süren mücadelesinin bir
sonucu olduğu için önemli.
Aslında bu kültür merkezi kavramı sorunlu bir şeydir.
Türkiye’nin her yerinde en ufak ilçelerde bile binlerce kültür
merkezi var; ama çoğunun içinde kültür yok. Kültür merkezlerinin
düğün salonu olarak kullanılması İstanbul’da bile sıkça karşımıza
çıkan bir şey. Bir bina yapıp, içine sergi alanı olsun diye birkaç
büyük oda ile sahneli koltuklu bir salon yapınca kültür merkezi
olmuyor. Olmadığı için o tiyatro salonları nikah salonuna
dönüşüyor. En önemli mesele o kültür merkezinin içini
doldurabilmek. Orada yaşayanların kullanacağı, onların beğenilerine
ve ihtiyaçlarına karşılık verecek, bir yandan da Türkiye’de ve
dünyada olan biten kültürel-sanatsal gelişmeleri kendi
hemşerilerinin ayağına taşıyıp onların algısını ve bilgisini
artıracak bir program yapmak kolay iş değil. Epey bilgi ve beceri
isteyen profesyonel bir uğraş. İşin bir de bütçe kısmı var ki pek
çok yerel yönetim için kültür harcamaları kısa sürede bir kara
delik gibi görülüp en kısa yoldan budanıp işlevsizleştirilebiliyor.
Dolayısıyla kültür merkezinin binasını yapmak kadar onun ekibini
oluşturmak da önemli. Türkiye’de hâlâ bu işin eğitimini almış,
tecrübeli çok sayıda kültür yöneticisi var ama ne yazık ki büyük
kentlerden başka yerde çalışmıyorlar, çalışamıyorlar. Oysa kültür
endüstrisi içinde tecrübe edinmiş birileri, Anadolu kentlerinde az
bütçelerle mucizeler yaratabilir. Fakat onların yapacağı
programları da tabii ki o kentleri yönetenler istemiyor, anlamsız
buluyor. Çünkü işin açıkçası Türkiye’nin yerel ya da ulusal siyasi
kadrolarının gerçek anlamda kültür ve sanatla pek bir alakası yok.
Bu da yerel yönetimlerin kültür hizmetlerinin önündeki en büyük
sorun.
Kentin merkezinde kalmış, artık işlevsizleşmiş endüstriyel
yapıların kültürel alanlara dönüştürülmesi uzunca bir süredir
dünyada gözde bir uygulama. Türkiye’de de pek çok örneği var. Eski
ve güzel bir yapıyı koruyup kent sakinlerinin hizmetine sunmak
kolay bir iş değil. Bunu yapmak sonunda ideolojik de bir tavır.
Genelde sağcı yerel yönetimler bu eski yapıları ekonominin içine
çekmek için tamamen yok olmalarına da razı olurlar. Etrafına gelir
getirici bir AVM ya da konut alanının ortasında sıkışıp kalmış bir
eski eser zamanla işlevsizleşir ve o da kültürel içeriğinden
sıyrılıp gelir getirici faaliyetlerin hizmetine girer. Solcu
belediyelerin ise her türlü boş alanı ve mekânı kamusal alana
çevirme refleksi vardır. Bu kamusal alanların sürdürülebilirliği
ise çoğu kez sonradan hatırlanan başlı başına başka bir mesele…
Hasanpaşa Gazhanesi, yani yeni adıyla Müze Gazhane bu
meselelerin farkında bir kurum gibi görünüyor. Altı sergi ve müze
salonu, iki tiyatro ve konser salonu, performans
stüdyoları, kütüphane, İstanbul Kitapçısı, atölyeler, ortak
çalışma alanlarıyla burası bir ‘kültür kampüsü’ olarak
tanımlanıyor. Çok amaçlı bir kullanım hedeflenmiş ve bunun içinde
yeme içme alanları dışında bir ticari kullanım görünmüyor. Bu tür
alanlarda bir müze kurulması da son yılların trendlerinden; o da
zor bir iş. Gazhane’nin müzeleri ne kadar iyi ve ilgi çekici olacak
zamanla göreceğiz. İstanbul Büyükşehir Belediyesi burayı bir kültür
merkezi yapmaya Kadir Topbaş zamanında karar vermişti, binanın
restorasyonu ona göre yapıldı. Ama söylediğimiz gibi binayı restore
etmekten daha önemlisi içini doldurabilmek. Şimdi bilinçli bir ekip
bu işi üstlenmiş görünüyor. Tiyatro salonlarından birini sürekli
programı ve kadrosu olan Şehir Tiyatroları’na tahsis etmeleri doğru
bir tercih. Ayrıca açılış sergisini güncel sanat ortamının aktif
isimlerinden, topoğrafya ve kentsel değişim, dönüşümlere odaklanan
işleriyle tanınan fotoğraf sanatçısı Serkan Taycan ile yapmaları da
iyi bir sanat yönetimi olduğunu gösteriyor. Benim en çok hoşuma
giden uygulamalardan biri ise kütüphaneye mimarlık tarihçisi Prof.
Afife Batur’un adını vermeleri. Ölümünden birkaç yıl önce kentsel
cinayetler karşısında ‘Ömrümün çöpe gittiğini
düşünüyorum’ demişti. Böylece hiç değilse çalışmalarının değeri
bir ölçüde teslim edilmiş oldu.
Gazhane’nin benzerlerinden en önemli farkı ise yerel mücadelenin
bir sonucu olması. İstanbul’da havagazı kullanılmaz olduktan sonra
kapatılan tesis uzun süre boş durmuş ve 90’lı yıllarda rantçı
kentsel anlayış burayı gözüne kestirmiş. O günlerde binlerce imza
toplayarak bu endüstriyel mirasın korunması için mücadele etmeye
başlayan Hasanpaşalılar ve Gazhane Gönüllüleri mücadeleyi neredeyse
otuz yıl bırakmadı. Bu sayede Gazhane yıkılmadı, AVM ya da siteye
dönüşmedi, mahallelinin nefes alacağı, bulunduğu yere enerji ve
değer katacak bir kültür merkezine dönüştü. Şimdi Büyükşehir
Belediyesi Gazhane Çevre Gönüllüleri ile diyalog içinde.
Hasanpaşalılar, Gazhane’nin geleceğinde ve işletme süreçlerinde de
söz sahibi olmak istiyorlar, ki bunu hak
ediyorlar. Sanıyorum İBB yönetimi de böyle düşünüyordur.
Bu tür kültür merkezi, hatta müzeler her zaman çevreleriyle iyi
bir diyalog kurmaya, onları da buradaki yeni yaşamın bir parçası
kılmaya çalışır. Silahtarağa, Dolapdere, Emirgan ve pek çok başka
semte sirayet eden bu diyalog arayışları, hedeflenen gruplarla
yapılan iş arasındaki uçurum nedeniyle pek sonuç vermez. Ama bu kez
Hasanpaşalılar ve daha geniş anlamda Kadıköylüler, Gazhane’ye
yıllardır sahip çıktıkları ve burada yapılan etkinliklerin zaten
hedef kitlesi oldukları için gerçek bir işbirliği ve diyalog
yaşanabilir.
Müze Gazhane, İstanbul’un yeni kültür odaklarından biri olmaya
aday. Bu tür yatırımlar Kadıköy’den, Avrupa yakasına doğru akan
kültür-sanat trafiğini tersine çevirebilecek etkiye sahip. Nitekim,
bu yıl İstanbul Bienali’nin ana mekanlarından birisinin de Gazhane
olma ihtimali var. Yani daha çok gidip geleceğiz ve sanıyorum ki
sık sık yazıp çizeceğiz gibi görünüyor Müze Gazhane’yi…