Gazi Caddesi’nde bir Ramazan gecesi

2011’den bu yana Diyarbakır’da yaşıyorum. Yıkıcılar gelmeden önce, o yoksul mahallelerden yaşıyor olmanın, komşu olmanın, bir yere ait olmanın sevinci taşıyordu. Bunu gördüm ve bunun hatırasını hayatım boyunca yanımda taşıyacağımı biliyorum. Bu sevincin yerle bir edildiğini de gördüm. Bu travma, bu keder, bu öfke de hiç ayrılmayacak yanımdan.

Abone ol

DİYARBAKIR - Yeryüzü sofrası etkinliğini izledikten sonra, Suriçi’nin dar sokaklarından geçerek Mardinkapı’ya ulaştım. Turistik Caddesi’nin bitiminde yine polis barikatı ve zırhlı araçlar duruyordu. Karşıdaki Keçi Burcu karanlıktı ve ortalıkta görünmüyor olsalar da gündüz olduğu gibi gece de polisin orada konumlandığını tahmin etmek zor değildi.

Yeni yıkıldığı belli evlerin molozlarının üzerinden geçerek, Kervansaray Oteli’nin karşısına çıktım. Kervansaray’ın geniş avlusuna birkaç merdiven inerek girildiğini biliyordum. Bu nedenle avluya açılan kapı dar ve basık görünüyordu. Kervansaray’ın geniş avlusunda birçok etkinliğe, hatta düğüne katıldığımı hatırladım. Şimdi bu dar ve basık görünen kapıdan solgun bir ışık ve kesif bir sessizlik dışarı sızıyordu.

.

SUR MAKETİ KARANLIKTI

Kervansaray Oteli’nin karşısında, Fesih Gündoğar’ın 21 yıl boyunca taşları oyarak hazırladığı Diyarbakır’ın Sur ilçesinin maketi var. Gündoğar, eksiksiz bir maket yapmak için uğraşa dursun, Sur’un 6 mahallesi artık yok. Lalebey ve Alipaşa mahalleleri ise acil kamulaştırma kararıyla yıkılıyor.

Fesih Gündoğar, bir konuşmamızda, Sur ilçesinde gezerek eksikleri gidermeye çalıştığını söylemişti. Sonra çatışmalar sırasında maketin etrafını kuşatan camekandaki kurşun izlerini göstermişti. Kurşunlar maket evlere de isabet etmişti.

Sur’daki 6 mahallenin artık olmadığını bilen Gündoğar, “Bu maketi gören herkes, eski Sur’un nasıl bir yer olduğunu bilecek” demişti. Henüz kimse karışmamış makete. Gündoğar, “Bir gün bu maket için kaldırma kararı alınabilir ya da bir şekilde tahrip edilebilir” diyerek endişesini dile getirmişti. “Sur, asıl o zaman yok olacak” demişti.

Camekanın içinde sergilenen Sur maketi karanlıktı.

DİVANE’NİN SIRTINI DAYADIĞI FIRIN

Mardinkapı’dan Balıkçılarbaşı'na kadar, birkaçının hariç, bütün dükkanların kepenklerinin kapalı olması insanın içini burkuyor. Çok değil, iki yıl öncesine kadar bu cadde, yaz aylarında Keçi Burcu’na, Kervansaray Oteli’ne ya da daha aşağılara, On Gözlü Köprü’ye kadar giden insan kalabalığıyla şenleniyordu.

Şimdi kepenkler yıllardır hiç açmamış gibi sımsıkı kapalı. Caddede, bir yere yetişecek gibi hızlı adımlarla yürüyen tek tük insanlar göze çarpıyor, o kadar. Sol tarafta bir fırın açık. İçinde birkaç kişinin çalıştığı görülüyor. Muhtemelen sahura hazırlık yapıyorlar. Bir yandan işlerini yaparken bana doğru bakıyorlar, “Bu saatte kim geçer buradan” bakışlarıyla.

Bir arkadaşım, aşktan divane olmuş bir Diyarbakırlının hikâyesini anlatmıştı. Kimseye bir zararı dokunmayan Divane, kış geceleri gelip sırtını bu fırının duvarına dayayarak ısınırmış. Ne Divane var şimdi ortalıkta ne de Divane’ye sigara tutan mahalleli.

ŞOFÖRÜN DİRSEĞİ

Fırının karşısındaki mahallelere uzanan dar sokaklar, polisin yerleştirdiği beton bloklarla kapatılmış. Beton blokların arkasında bir mahalle kaldı mı? Ne fırıncı ne de bir başkası, kimse bilmiyor. Yıkım kararını verenler, kepçe operatörleri, iş kamyonlarını kullanan şoförler hariç, beton blokların arkasında daha önce bir mahallenin bulunduğunu hatırlatacak bir şey kaldı mı, kimse bilmiyor.

Balıkçılarbaşı’nda minibüslerin son durağı da oldukça sessiz. Direksiyon başında yolcu bekleyen şoförlerden birine, “Ramazan diye mi kimse yok caddede” diye soruyorum. “Evet” diyor ve sonra kısa bir cümle daha ekliyor: “Ramazan’dan önce de bu saatte çok kimse olmazdı.”

Şoför dirseğini penceresi açık kapıya dayamıştı. Bu havalı oturma biçimi ile sokağın ıssızlığı hiç uyuşmuyordu.

SÜLÜKLÜHAN’DAN ULU CAMİ’YE

Sülüklühan’a çıkan sokaklardaki iş yerlerinin büyük çoğunluğu kapalı. İleride bir baharatçının ışıkları yanıyor sadece. Demirciler çarşısındaki dükkanlar da kepenk indirmiş, demir döven çekiçlerin sesleri kesilmiş.

Yaz aylarında geç saatlere kadar hareketli olan bu ara sokakların sessizliği moral bozucu. Neyse ki Sülüklühan öyle değil. Masaların tamamı alışıldık şekilde dolu değil, ama yine de insan sesi çarpıyor kulağa. Han, güzel müzikler eşliğinde çay içip soluklanmak fırsatı veriyor. Sokağa çıkma yasağı bitip kapılarını açtığından beri Sülüklühan’ın boş kalmadığını öğreniyorum garsondan. Ancak iki yaz önceki gibi gece geç saatlere kalmıyor, vakitlice dağılıyorlarmış.

Ulucami’nin önündeki meydan yine dolu. Sur sakinleri küçük taburelerde oturmuş, çay içerek teravih namazının başlamasını bekliyorlar. Mardinkapı’dan buraya kadar devam eden ıssızlık burada bitiyor. Meydanda müzik yapan çocuğun etrafında yine çocuklar toplanmış, birlikte eğleniyor, kasvetli sessizliği dağıtıyorlar.

Çocuklar bozmadan hiçbir şey öğrenemezler.

YAŞAYAN BİR ŞEHİR

Bu ‘bozguncu’ çocukların caddeye kattığı hareketlilik, Dağkapı’ya doğru ilerlerken artıyor. Burada, insana bir şehirde yaşadığını hatırlatmak ister gibi dükkanlar da açık.

Meydana yaklaştıkça sokak satıcılarının egemenliği başlıyor. Kömür ateşinde çay pişiren seyyar çaycıdan tablalarda mevsim meyvelerini satanlara kadar herkes bu dar alanda toplanmış, bir semt pazarı oluşturmuşlar adeta. Satıcıların tablalarındaki meyveleri aydınlatan ışık, aynı zamanda hayatın ve umudun devam ettiğini de hatırlatıyor. Diyarbakır’ın yaşayan bir şehir olduğunu da.

.

Gazi Caddesi bitti. Adı, DBP’li belediye tarafından Şeyh Sait Meydanı olarak değiştirilen geniş Dağkapı Meydan’ı başlıyor. Bu geniş meydanda bir zamanlar Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti’nin lokali bulunduğunu, lokalin çok güzel bir bahçeye sahip olduğunu hatırlıyorum. Ağaçların kesilip meydana beton döküldüğünü ve bu beton blokunun altında anlamsız bir yeraltı çarşısının inşa edildiğini birkaç yıl sonra görmüştüm.

Eski ile yeniyi karşılaştırmak, kimi zaman sadece üzüntüye neden oluyor. Ve üzülmek, bazen hiçbir işe yaramıyor.

NE ŞANZELİZE NE DE TOLEDO

Dönüp Gazi Caddesi’ne bakıyorum. Satıcıların ışıklarının arkasında karanlık bir bölge uzayıp gidiyor. Mardinkapı’nın, Keçi Burcu’nun, Kervansaray’ın, Balıkçılarbaşı’nın kimsesiz bir karanlığın içinden çıkmaya çabaladığını hissediyorum. Ama nasıl kurtulacak bu karanlığın pençesinden?

.

Osman Baydemir, Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı görevini yürütürken, Gazi Caddesi için “Diyarbakır’ın Şanzelize’si yapacağız” demişti. “Gap Bölgesinde Kültürel Mirası Geliştirme Programı” adı verilen çalışma başlatılmıştı. Avrupa Birliği’nin de katkı sunduğu bu projenin öncülüğünü Büyükşehir Belediyesi üstlenmişti ancak Sur Belediyesi, Esnaf ve Sanatkarlar Odası ve başka kurumlar da projenin içinde yer almıştı. Cadde ışıklandırılmış, tarihi mekanlar restore edilerek ortaya çıkarılmıştı. Özellikle yaz aylarında Diyarbakırlıların uğrak yeri olmaya başlamıştı Gazi Caddesi. Karanlık çöker çökmez kepenkleri indiren dükkanlar gece yarısına kadar kapılarını açık tutmaya başlamıştı.

Sonra, sokağa çıkma yasakları başladı, Sur ve bütün Diyarbakır top sesleriyle sarsılmaya başladı. Sur’un ve Sur’da yaşayanların birkaç yılda kazandığı her şey, bir yıl içinde yıkıldı. Yıkımın mimarlarından biri olan Ahmet Davutoğlu, Başbakanlık yaptığı dönem, “Sur’u Toledo yapacağım” demişti. Bu cümleyi sarf ederken, “Ruhunu kaybetmiş bir semtten Toledo çıkar mı?” diye düşünemedi muhtemelen.

Proje gösteriyor ki Sur, Diyarbakır’ın Şanzelize’si olsa ruhunu koruyabilecekti. Toledo yapma girişimi ise, yine uygulamalar gösteriyor ki, Sur’un ruhunu ele geçirme amacına hizmet ediyor.

DUALAR VE KAPKARA BİR BELİRSİZLİK

Caddenin solunda yer alan 6 mahalle yıkıldı ve bu mahallelere girmek hâlâ yasak. Zaman zaman boş bir alanı gösteren fotoğraflar sızıyor medyaya. Fotoğrafın altına, “Burası Suriçi’nin falanca mahallesi” diye yazıyorlar. Oysa o boş alanın eskiden mahalle olduğunu gösteren hiçbir emare yok. Sağ tarafta yer alan mahallelerden ikisinde ise yıkım işine Mayıs ayında başlandı.

Acil kamulaştırma yasasıyla evleri elinden alınan insanlar yurtlarını terk etmemek için direniyor. Her sabah iş makinelerinin sesleriyle uyanıyorlar. Onları evlerinden sürmek için elektrik ve sularını kesiyorlar.

Ramazan ayı başladığından bu yana ise akşam yeryüzü sofrasının etrafında toplanıyor, dualar ve kapkara bir belirsizlikle evlerine dönüyorlar.

Surlulara rağmen rant devşirme peşinde olanlar ise başka bir karanlığın içinde, aceleyle ellerini ovuşturuyorlar.

BU TRAVMA, BU KEDER, BU ÖFKE

Ömrünü Sur ilçesinde geçirmiş, yasaklı günlerde bile buraya gelmeden rahat edemeyen tanıdıklarım var. Onları aramak, eskiden yaz aylarında ve Ramazan’da bu cadde nasıldı, diye sormak istiyorum. Sonra vazgeçiyorum. Çok geriye gitmeye gerek yok çünkü buranın eskiden nasıl bir yer olduğu konusunda fikir sahibi olmak için. 2011’den bu yana Diyarbakır’da yaşıyorum. Yıkıcılar gelmeden önce, o yoksul mahallelerden yaşıyor olmanın, komşu olmanın, bir yere ait olmanın sevinci taşıyordu. Bunu gördüm ve bunun hatırasını hayatım boyunca yanımda taşıyacağımı biliyorum. Bu sevincin yerle bir edildiğini de gördüm. Bu travma, bu keder, bu öfke de hiç ayrılmayacak yanımdan.