Gazze 2035: Kentkırımın mimari araçları

Tarihin akışı bize Filistinlilerin boyun eğmeyeceklerini, tamamen imha edilmedikçe hayatlarını yurtlarında yeniden kuracaklarını söylüyor. Mimari imajlarsa bizi bunun aksine ikna etmeye çalışıyor. İstenen, kimliğinden ve bağlamından kopuk bir kentselliğin gelip yerleşeceğine inanmamız, hatta bu kentselliğin taraftarı olmamız.

Bülent Batuman bbatuman@gmail.com

Hamas’ın 7 Ekim saldırısının ardından İsrail’in başlattığı imha operasyonu şiddetinden hiçbir şey kaybetmeden sürüyor. İkinci Dünya Savaşından beri görmediğimiz bir yıkım ve katliam söz konusu. Geçtiğimiz günlerde Nuseyrat Mülteci Kampına düzenlenen dehşet verici saldırıyla birlikte ölü sayısı 37 bini, yaralı sayısı da 84 bini aştı. Ölenlerin yüzde 70’ini kadınlar ve çocuklar oluşturuyor. Bu hafta içinde önce BM Güvenlik Konseyi Gazze’de acil ateşkes öngören tasarıyı kabul etti, ardından İsrail ordusu ilk kez çocuklara yönelik ihlalleri sebebiyle BM’nin kara listesine girdi.

BM’nin Mart ayı sonunda yayınladığı Gazze Şeridi Hasar Raporuna göre 1 milyondan fazla insan evini kaybetti; Gazze Şeridinde mevcut konut stoğunun yüzde 60’tan fazlası Ocak ayı sonu itibarıyla tahrip edilmiş durumdaydı. Mayıs başına gelindiğinde ise bu oran yüzde 70’i geçti. İsrail saldırganlığının Gazze’de taş üstünde taş bırakmama kararlılığını daha önce kentkırım kavramına başvurarak tartışmıştım. İsrail ordusu, Gazze’deki Filistin halkını daha önce benzeri görülmemiş bir şiddetle, kentlerini kendilerine mezar kılarak yok ediyor. Bu imha harekâtı, Filistin’in ve Filistinlilerin sosyal ve kültürel dokusunu barındıran yapılı çevreyi de, bir ağacı kökleriyle topraktan söküp çıkarır gibi, kazıyıp sökmeyi hedefliyor.

Geçtiğimiz haftalarda İsrail Başbakanlık ofisi tarafından yayınlanan ve “Krizden Refaha: Gazze Şeridinin Dönüşüm Planı” başlığını taşıyan Gazze 2035 vizyon belgesi, sürmekte olan kentkırım projesinin mimari cephesini oluşturuyor; kelimenin her iki anlamıyla. Hem bir mimari imaj sunarak yeni bir yapılı çevrenin çehresini sunuyor, hem de bu vahşi saldırının mimarlık alanındaki mücadele sathını oluşturuyor.

Dokümanın en göz alıcı unsuru yapay zekâ (YZ) ile üretildiği belli olan bir mimari görsel. Bu görsel, benzerleri gibi “göz alıcı”, zira (teknik mimari çizimlerin aksine) anlaşılabilmek için eğitilmiş bir göze ihtiyaç duymuyor; gelecekteki bir gerçekliği görselleştirdiğine, yani bir hakikati ifade ettiğine ikna gücü çok yüksek. Oysa dikkatli bir gözün hemen fark edeceği gibi, bu görselde sunulan kentin denize mesafesi de, kuzeye uzanan ufki sürekliliği de, doğuya, yani İsrail topraklarına doğru yayıldığını gösterdiği müreffeh tarım alanları da gerçeğe ve bölgenin ölçeğine uymuyor. Ama önemli değil; burada bir mimari imaj pazarlanmaktadır. Ve “mimari imaj tüm kullanımı soğurup tüketir; o, sadece bakılan mekândır.”[1]

Bilgisayar marifetiyle üretilen üç boyutlu görseller bundan 20-25 yıl kadar önce piyasada yaygınlaşıp mimari tahayyülümüzü hakimiyeti altına almaya başladığında çokça tartışılmıştı bu konu. Bu görseller gerçekten mekânı inşa edecek olan teknik çizimlerle (plan ve kesitlerle) uyumlu muydular; yoksa bir göz boyama aracı mıydı bunlar? YZ tarafından üretilen mimari imajlar ise işi başka bir boyuta taşıyor. Daha önceki mimari görseller ciddi bir uzmanlık ve emek gerektiren modellemelerle üretilirken, YZ, üretim zamanını ve bu süreçteki insan emeğini sıfıra yaklaştırarak üretiyor mimari görselleri. Dahası, YZ, bu görselleri sanal alemin uçsuz bucaksız kaynağından öğrenerek ve onun dağarcığından türeterek yaratıyor. İşte bu yüzdendir ki, YZ ile üretilmiş görsellere baktığımızda bir tekinsizlik duygusu hissediyoruz. Daha önce var olmayan bir şeye bakıyoruz, biliyoruz bunu; ama tanıdık da hissediyoruz gördüğümüzü, çünkü tanıdık parçaların bir araya gelmesiyle inşa edilmiş imajlar bunlar.

Gazze 2035 görseline baktığımızda da bir yandan baktığımızı hemen tanıyoruz; benzerlerini çok gördüğümüz “yeni”, “çağdaş”, “akıllı”, “sürdürülebilir” kent imajlarından biri daha bu. Öte yandan rahatsız edici biçimde yapay - iki sebeple öyle. İlk sebep, üretimi için gerçekten bir zahmete katlanılmamış, bir emek harcanmamış olması. Birkaç komutla, bir dizi denemeyle elde edilmişler. Ama buna ek olarak, Gazze’yi Gazze yapan yapılı çevre dokusuyla da, sarı toprağın özgün peyzajıyla da ilgisi olmayan bir imaj bu. Meşruiyet devşirmek için yeşile boyamaktan medet uman bir imaj. Gökdelenler, arıtma tesisleri, güneş paneli tarlaları, Filistinlilere balık tutmanın bile yasak olduğu Akdeniz’de yüzen petrol platformları, kentin yeni omurgasını oluşturacak bir raylı sistem ve ona eşlik eden -nereden geldiği belirsiz- bir su yolu. Çok bilindik, bir o kadar yabancı. Jenerik bir imaj olarak ne kadar tanıdıksa, Gazze’nin gerçekliği için o kadar yabancı ve düşmanca.

Dokümanda ikinci bir YZ görseli daha var. Bu görsel bize Gazze’nin kuzeyinde inşa edilecek “elektrikli araç üretim kentini” gösteriyor. Bu görselin ön planında cepheleri Oryantal motiflerle süslenmiş tesisleri görüyoruz. En öndeki insan figürleri ise Filistinliden çok Körfez ülkelerinin vatandaşlarına benziyor. Bunun sebebi Filistinlilere Oryantalist bir imaj giydirmek mi, onları -İsrail’in temel argümanı uyarınca- “Arap milleti” içinde eritmek mi, yoksa bu yeni Gazze’nin gerçekten de Körfez sermayesine peşkeş çekileceğine dair bir işaret mi, söylemek mümkün değil. Görselin arka planında ise yine “göz alıcı” gökdelenler. Bu kez onlar da tepelerine kondurulan kubbelerle Oryantalize edilmişler.

Bölgesel ölçekte baktığımızda, bu vizyon belgesi önerdiği kentsel gelişim planı ile Arap devletlerine göz kırpıyor: entegre olmuş Ortadoğu’ya dair müreffeh bir tekno-vizyon. Tabii İsrail’in belirlediği koşullarda bir barış çerçevesinde. Burada, Abraham Anlaşmalarının hemen ertesinde gündeme gelen, BAE’ye ait Masdar şirketinin Ürdün’de inşa edeceği güneş enerjisi santrallerinin üreteceği elektriğin İsrail’e, arıtılmış deniz suyu karşılığı satılması planını hatırlamak mümkün.

 

Şık mimari görseller ve animasyonlarla sunulan fütüristik kentlerle gelişme stratejisi aslında Körfez ülkelerinin hepsinin paylaştığı ve hevesle sarıldığı bir tekno-vizyon. Nitekim, İsrail’in önerdiği planda yeni Gazze, demiryollarıyla bir taraftan İskenderiye’ye, bir taraftan Ürdün’e, bir taraftan da Suudi Arabistan’ın Kızıl Deniz’in kuzey ucunda inşasına giriştiği, akıllı kent “The Line” etrafında gelişecek mega-projeye bağlanıyor. Mısır’ın liman kenti Ariş ile İsrail’in Sderot kentini birbirine bağlayan bir serbest ticaret bölgesi haline geliyor Gazze Şeridi. Ulus-aşırı bu entegre kurgunun tam adı da “Gazze-Ariş-Sderot Serbest Ticaret Bölgesi”.

“Yoktan yeniden inşa” diye dokümandan alıntı yapıyor projenin ilk yayınlandığı İsrail gazetesi The Jerusalem Post. İlk bakışta çelişkili görünen bir ifade bu. Zira, “yeniden inşa” var olanın yıkılmış olmasını ima eder, “yoktan” inşa ise hiçbir şeyin var olmamasını.

Burada, YZ görsellerinin verdiği tekinsiz his bu çelişkiyi çözüyor belki de. Bugün İsrail ordusu marifetiyle açıkça yapılmakta olan, var olan yapılı çevrenin -sakinleriyle beraber- izi bile kalmayacak şekilde kazınıp atılması, sıfırlanması. Ve bu görseller tam da bu sıfırlanmanın mimarisini sunuyor.

Bu imajların sunduğu mekânsallık bir “yok-yer”i imliyor. Fransız antropolog Marc Augé’nin ortaya attığı yok-yer kavramı, süpermodernite olarak tarif ettiği günümüz koşullarında ortaya çıkan köksüz mekânları tarif eder. Hem bu mekânlar kimliksizdir, hem de kullanıcılar bu mekânları sadece geçici olarak kullandıkları için asla onlarla özdeşleşmezler. İşte Gazze 2035 vizyonu tam da bunu öneriyor; ekonomik refah üzerinde uzlaşacağımız bir yok-yer olsun Gazze. Suudi Arabistan’ın Neom projesinden Kanal İstanbul’a kadar bölgedeki her devletin vizyonu bu değil mi; ve bu tekno-vizyon hep aynı imajlarla pazarlanmıyor mu?

Burada kritik olan şey yeniden inşa süreci üzerinde ideolojik hakimiyet. İşte bu anlamda bu mücadelenin -ve giderek kentkırımın- mimari cephesi bu imajlar. Tarihin akışı bize Filistinlilerin boyun eğmeyeceklerini, tamamen imha edilmedikçe hayatlarını yurtlarında yeniden kuracaklarını söylüyor. Mimari imajlarsa bizi bunun aksine ikna etmeye çalışıyor. İstenen, kimliğinden ve bağlamından kopuk bir kentselliğin gelip yerleşeceğine inanmamız, hatta bu kentselliğin taraftarı olmamız.

[1] B. Batuman, “Sosyal Mimarlık İçin Tezler”, Mimarlığın ABC’si içinde, İstanbul: Say Yayınları, 2012, s. 173.

Tüm yazılarını göster