Refah toplumlarının bir yüzünde özgüven öteki yüzünde kırılganlık yatıyor. İşler kötüye gittiğinde kırılgan taraf ulusal kimliğin yeniden inşası iddiasıyla ötekine korkulara dayalı düşmanlık üretiyor.
Barındırdığı kültürel ve etnik çeşitliliği büyük bir zenginlik olarak gören Hollanda siyaseti göçmenler, yabancılar ve Müslümanlar üzerinden yürüttüğü zehirli tartışmalarla Özgürlük Partisi (PVV) lideri Geert Wilders’i sandıkta zafere taşıdı. Sağcı, milliyetçi ve ırkçı dönüşüm Fransa’da da Ulusal Birlik Partisi (RN) lideri Marine Le Pen’i sarayın kapısına kadar getirdi. Hollanda’daki şoktan sonra Fransızlar da yarın bir gün Le Pen’in önünü kesen stratejik tercihi terk ederse şaşırmamalı. Irkçı-milliyetçi tırmanışı önleme adına merkez sağ ve sol partiler muhafazakârlaştıkça, partiler arası çizgiler belirsizleşiyor ve kitlelerin “aşırı” olana ilişkin korkuları geriliyor. Özellikle işçi sınıfına dayanması gereken sol içini aşırı sağa boşaltıyor. Bu dönüşüm, bu sefer Müslümanların hedefte olduğu lanetli “arınma” fikrini alttan alta beslerken bu lanete karşı birliği temsil eden AB’nin de ruhunu emiyor. Azınlıklar kadar endişelenmesi gereken birileri varsa AB projesine inananlardır.
***
Wilders’teki sıçramayı Hamas’ın 17 Ekim’de İsrail’e saldırısına bağlayanlar oldu. Mesela Liège Üniversitesi'nden Prof. Dr. Jérôme Jamin “İsrail ve Hamas arasındaki savaş Wilders'in işine yaramış olabilir" dedi. Etkisini ölçmek zor fakat Wilders'in nefret kampanyası 7 Ekim saldırısıyla birlikte altın madeni bulmuş gibiydi.
İslam’a “faşist ideoloji”, İslam peygamberine “Sübyancı”, camilere “Nazi tapınağı” diyen Wilders, İsrail’i “İslam’a karşı Batı’nın ilk savunma hattı” olarak görüyor. “Beyrut Kasabı” Ariel Şaron’a yakındı, cenazesine katıldı. Başbakan Benyamin Netanyahu ile de dost.
Wilders, Netanyahu’nun 7 Ekim tasvirini anında kampanya malzemesine dönüştürdü: “Bebeklerin başı kesildi. Aileler katledildi. Bu, cehennemden de kötü. Hamas'ın tamamen yok edilmesi gerekiyor. Kısıtlama yok, intikam var. Adalet ve İsrail'in güvenliği için.”
İsrail’in savaş ilanına “İyi şanslar İsrail. Hamas'ı yok et. Onların terör, nefret, antisemitizm ve barbarlık ideolojisi tüm özgür dünya için bir tehdittir. Yani bizim için savaşıyorsunuz. Toda raba!” diye destek çıktı. Gazze’den katliam görüntüleri gelirken “Hiçbir İsrailli sivillerin öldürülmesini istemez. Ancak Hamas'ın yok edilmesi gerekiyor. İsrail'e tam destek vermeliyiz!” dedi.
Amsterdam’da Filistin’e destek gösterisine karşı öfkeliydi: “Terör bayraklarıyla her köşe bucak sokaklarımıza giriyorlar. Ve kimse bir şey yapmıyor. Rutte, Yeşilgöz ve herkes sokaklarımızı süpürmek yerine teslim oluyor.”
Lahey'deki göstericilere de nefret saçtı: “Terörist destekçileri sokaklarımızı ele geçiriyor. Emniyete alın, bugün ülkeden sınır dışı edin. Hollanda'da Müslüman terörüne yer yok.”
Rotterdam’daki gösteri üzerine “Yazıklar olsun! Masum İsraillilerin mezarları üzerinde dans eden bu insanların hepsi sınır dışı edilmeli” çağrısı yaptı.
"İsrail'in Hamas'a karşı mücadelesi dünyanın barbarlığa karşı mücadelesidir. Filistinlilerin nehirden denize kadar ilan ettikleri savaş sadece İsrail'e karşı değil, yakında Hollanda'ya da ulaşacak" dedi.
Londra’daki insan seli için “Gazze sahili” ve “Londra kaybedildi” mesajlarını paylaştı. Paris'teki gösteriyi kampanyasına malzeme yaptı: “Hamas'a büyük destek. Bunu Hollanda'da mı istiyorsunuz? Herhangi bir partiye oy verin. İstemiyor musunuz? O zaman PVV'ye oy verin.”
Wilders’a göre sadece Kudüs değil Paris, Roma ve Amsterdam da İslamcı teröristlerin hedefindeydi ve bu özgürlük ile barbarlığın savaşıydı. 7 Ekim’den itibaren bu mesajları tekrarlayıp durdu.
Eşi Filistinli olan ve aldığı tehditler yüzünden geçen yaz siyaseti bırakan eski Başbakan Yardımcısı, Maliye Bakanı ve D66 lideri Sigrid Kaag’a defalarca saldırdı.
İsrail, Filistinlileri Sina’ya sürme planıyla Gazze’ye girerken Wilders de Siyonistlerin yıllardır pişirip durduğu akla teşne oldu: “1946'dan bu yana bağımsız bir Filistin devleti var: Ürdün Krallığı. Ürdün Filistin'dir. Filistin halkına gönüllü olarak Ürdün'e yerleşme ve kendi hükümetini özgürce seçme hakkı tanınmalıdır. Haşimi Krallığı gerçek bir demokrasiye dönüşsün!”
2016’da dönemin ABD Başkanı Barack Obama’ya “Yerleşimler konusunda İsrail'i suçlamayı bırak. Yahudiye ve Samarya (Batı Şeria) İsrail'e aittir. Ürdün=Filistin” diye çıkışmıştı. Filistin lideri Mahmud Abbas’a bile tahammülü olmadığını “O Yahudi düşmanının Hollanda'ya girmesine izin vermeyin!” sözleriyle ortaya koymuştu. Böyle birinin seçim zaferi İsrail’de coşkuyla alkışlandı.
Wilders’ın İsrail aşkı 1980’lerde Suriye, Mısır, Tunus, Türkiye, Kıbrıs, İran’ı kapsayan bir ziyaretinin ardından depreşmiş. Birkaç yıl önce “Ortadoğu'da pek çok ülkeyi ziyaret ettim ama hiçbir yerde Ben Gurion Havalimanı'na indiğimde hissettiğim gibi özel bir kimlik duygusu hissetmedim" demişti. “Hepimiz İsrail'iz; İsrail, Batı'nın İslam'a karşı ilk savunma hattıdır" ifadesini de birkaç kez tekrarlamıştı.
İsrail'le dostluk konusunda Macaristan Başbakanı Viktor Orban’la duygudaşlar. Gerçi konu İsrail olunca AB karşıtlarını Brüksel’de görmek istemeyen Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de onlarla kadeh tokuşturabilir.
***
Britanya bir kenara, kıta Avrupa’sında Filistin-İsrail çatışmasının iç siyasete etkileri açısından üzerinde durulması gereken asıl ülke Fransa.
Gazze ‘soykırım savaşı’ altında ölürken Fransa gecesini gündüzünü antisemitizm tartışmalarıyla geçirdi. Aşırı sağ ve aşırı solun bazı kanatları hariç siyaset, gündemin 7 Ekim’de takılı kalmasına razı oldu. Avrupa’da en kalabalık Yahudi nüfusu barındıran Fransa’da antisemitizm en canlı konulardan biri. İçişleri’ne göre ilk beş haftada en az bin 200 antisemit olay kaydedildi. Antisemitizme karşı Senato ve Parlamento başkanlarının çağrısıyla yürüyüş düzenlendi. Le Pen de yürüyüşe katılarak Yahudi toplumu içindeki şüpheleri gidermeye çalıştı.
Le Pen, Wilders’i selamlayanların başında geliyor. “Onu ve PVV'yi, ulusal kimliklerin savunulmasına artan bağlılığı doğrulayan olağanüstü performanslarından dolayı tebrik ediyoruz. Avrupa'da değişim umudunun canlı kalmasının nedeni, ulusal meşalenin sönmesini reddedenlerin varlığıdır” dedi. İslamcılar ve yabancılar konusunda örtüşen Le Pen ve Wilders İsrail’e tam destek konusunda ayrışıyor.
Le Pen, Nazi bağlantılı kadrolarla birlikte yürümüş olan babası Jean-Marie Le Pen’den devraldığı siyasi hareketi ‘antisemit’ etiketinden önemli ölçüde uzaklaştırsa da Filistin-İsrail ya da Araplarla ilişkiler konusunda hala bir yön karmaşası yaşıyor. Jean-Marie Le Pen, İsrail’in 2009’daki bombardımanı sırasında Gazze’yi “devasa bir toplama kampı” olarak niteleyip “Gerçek bir gettoda sıkışmış bir sivil halka karşı büyük çapta askeri saldırı şoke edici” demişti. Aşırı sağda bu çizgiyi koruyanlar var. Marine Le Pen ise İslamcı Hamas’ı reddetmenin kimlik siyasetindeki getirisini ya da İsrail’e destek vermenin partisini merkeze taşımadaki önemini hesaba katarak pozisyon belirledi. Le Pen 10 Ekim’de Gazze’de Hamas’ı desteklemeyen nüfusun Mısır’a gönderilmesi için uluslararası toplumun Kahire’yi ikna etmesi gerektiğini savundu. Sonra 23 Ekim’de Gaullist çizgiye kaymışçasına "Nüfusun Sina'ya ya da Negev'e gönderilmesi sadece yer değiştiren nüfusun nefretini körükleyecek; Mısır'ı hatta Ürdün'ü istikrarsızlaştıracak" dedi. Belli ki Gazze’den gelen felaket görüntülerle İsrail’in anlatısı dağılırken frene basma gereği duydu. Burada iki şeyi dikkate aldığı söylenebilir: Birincisi seçimlerde ulaşmak zorunda olduğu geniş kitlelerin hissiyatı; ikincisi Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a da ayar veren devletin refleksi.
Le Pen zaman zaman Charles de Gaulle’e özendiği izlenimi veriyor. Cezayir savaşından sonra Charles de Gaulle’ün çizgisi Araplarla iyi ilişkiler kurmayı, kutup savaşlarından uzak durmayı ve ABD’nin hegemonik etkisini kırmayı önceliyordu. De Gaulle 1967’deki işgali kınayıp İsrail’e silah ambargosuna gitmişti. Fakat Le Pen’in göçmenler, yabancılar ve Müslümanlara bakışındaki dar çerçeve onu, taklit etmeye çalıştığı Gaulle’den uzaklaştırıyor. Le Pen’in zikzakları Macron’un yalpalamalarına koşut olarak gelişiyor sanki. Macron İsrail’i ziyaretinde IŞİD’e karşı uluslararası koalisyonun Hamas’a karşı devreye sokulmasını önererek şimşekleri üzerine çekmiş, daha sonra İsrail’i sivil kayıplar nedeniyle eleştirip ateşkes çağrısında bulunmuştu. Fransa toplumundaki bölünme Macron’un tutarlı bir çizgide gitmesini zorlaştırıyor. Le Pen diskurunu İsrail’e destekten ziyade İslamcı tehdit üzerinden kuruyor. Hatta Filistin’e destek mesajından dolayı İçişleri Bakanı Gérald Darmanin’in hedef aldığı milli futbolcu Karim Benzema ile ilgili tartışmaya da dahil oldu. Dermain "1100 İslamcı kuruluşu kapattık. Benzema da Müslüman Kardeşler’le bağlantılı" demişti. Benzema’nın radikal İslamcılıktan hoşnut olduğunu savunan Le Pen ise hükümetin futbolcuyu suçlarken neden Müslüman Kardeşler’i yasaklamadığını sordu.
***
Başından itibaren Gazze’deki savaşa dair tartışmanın zemini sakattı, yönü de tehlikeliydi. Hamas’ın IŞİD’den beter olduğu konseptini yaygınlaştırmak için İsrail’in “soykırım savaşı”na karşı çıkan herkesi terör destekçisi ve antisemit olarak damgalayan bir sorumsuzluk sergilendi. Antisemitizm Avrupa’nın sorunu, Filistin’in değil. Filistinlilerin meselesi işgal ve sömürü, Yahudilik değil. Ama bir soykırım savaşının göçmenler, yabancılar, İslam ve antisemitizm tartışmalarına malzeme yapılması İsrail’in de Avrupa siyasetini rehine olarak elinde tutma çabasına denk düşüyor. Avrupalı hükümetlerin Gazze’de ateşkes çağrısı bile yapamayacak kadar İsrail’in ayaklarına kapaklanması bu ülkelerin Müslüman ve Arap nüfusunda ciddi bir duygusal kırılma yarattı. Avrupa’nın değerler manzumesinin pek bir ederi kalmadı. Filistin’e desteği önlemek için öne sürülen antisemitizm tehlikeli, soykırım savaşında İsrail’e koşulsuz destek yüzünden korkulan yönde gelişebilir.
Bütün bir tartışma Hamas’ın El Kaide, IŞİD ve Taliban’la aynı sepete konulduğu yerden yürütülüyor. Esasen Hamas’ın da dahil olduğu Müslüman Kardeşler örgütü farklı coğrafyalarda Batılı müttefiklerin ortakları olageldiler. Müslüman Kardeşler, Suriye’de Esad yönetimine karşı silahlandırılırken ‘devrimci’ muamelesi görmedi mi? Yine Müslüman Kardeşler Mısır ve Tunus’ta iktidara geldiğinde Arap Baharı’nın değişim gücü olarak alkışlandı mı? Libya’da Kaddafi’ye karşı silahlı kalkışmada NATO’nun bir numaralı ortağı değiller miydi? Adalet ve İnşa Partisi olarak Batı’nın tanıdığı iktidarın paydaşı değiller miydi? Ürdün’de İslami Gayret Cephesi meclise girdiğinde ya da Fas’ta Adalet ve Kalkınma Partisi hükümet olduğunda meşruiyet sorunu yaşadı mı? Yemen’de Islah, Batı açısından Arap Baharı sırasında “devrimci”, geçiş hükümetinde “ortak”, Husilere karşı savaşta “müttefik” olmadı mı? Irak’ta Saddam sonrası Cumhurbaşkanlığı Yardımcılığı koltuğunu, İslami Cemaat’e vermediler mi? Bunların hepsi Müslüman Kardeşler’in ülke örgütlenmeleri. Bu liste daha da uzatılabilir. Fakat öteki coğrafyalarda dost ve müttefik bellenen bir hareket İsrail’e karşıysa teröriste dönüşüyor. Bu çelişki İsrail için de geçerli: Tel Aviv, Suriye’de IŞİD’in uzantısı Nusra dahil İslamcı güçleri Esad yönetimine karşı destekledi. ABD Başkanı Joe Biden’ın “Hamas IŞİD’den beter” nakaratına Batı da eşlik ediyor fakat Hamas, El Kaide ve IŞİD gibi küresel cihat hareketi değil. Esasen Selefi-Cihadi hareketlerin İsrail’e karşı bir düşmanlığı da olmadı. Hamas düşmanlığını İsrail’le, mücadelesini işgal altındaki topraklarda sınırlamış, bu bakımdan “ulusal İslamcı hareket” olarak nitelendirilebilecek bir yapı. Hamas 1967 sınırlarını esas alan Oslo Anlaşması’nın çizdiği çerçevede, İsrail’in de onayladığı seçimlere girmeyi kabul etmiş, sandıktan galip çıkmış bir parti. Batılılar bilerek sapla samanı birbirine karıştırıyor. Pekâlâ Hamas’ın İslamcı gündemi reddedilebilir ama Batı açısından asıl mesele bu olsaydı Mısır, Suriye, Tunus, Libya ve Yemen’de Müslüman Kardeşler’le çalışmazlardı. Ucu İsrail’e dokunduğunda işin rengi değişiyor ve diğer coğrafyalarda ortak olan Müslüman Kardeşler Filistin’de terör örgütüne dönüşüyor. Batı bu çelişkiyi aşarsa o vakit dürüstçe Hamas’ın İslamcı gündemine de sıra gelebilir. İsrail’i tanıyıncaya kadar sol-seküler çizgideki El Fetih’e de terör örgütü diyenlerin tutarlılıkla ilişkisi ne olabilir ki?
***
Özetle yıllara yayılmış ırkçı-faşist dönüşümün altındaki sosyal, ekonomik ve siyasal dinamikleri göz ardı etmeden Hamas’ın halihazırda rüzgâr almış yelkenleri biraz daha şişirdiği söylenebilir. Daha fazlası günah keçisi aramaya girer.
Pandemi ve Ukrayna savaşının getirdiği ilave yüklerin yanı sıra liberal-kapitalist sistemin yol açtığı tahribatlara odaklanmak yerine sosyal katmanlarda yaşanan kötüleşmeden göçmen ve mültecileri sorumlu tutan, buradan tartışmayı kolayca kimlik ya da kültürler arası çatışmaya kaydıran bir siyaset tarzı aşırı sağa ekmek çıkartıyor. Yaşam normları arasında çatışmaları da barındıran kültürel kimlik kriziyle nasıl baş edeceğini bilemeyen Avrupa siyaseti tehlikeli bir yönelimle kendini “arınma” fikrine hazırlıyor. Gazze halihazırda var olan çatışmaya güncel bir bahane sundu. Bu kriz yarın Gazze olmadan başka bahanelerle devam edecek.