Hamas'ın 7 Ekim saldırıları ile Ortadoğu’da ortaya çıkan yeni tablo karşısında elbette ilk refleks akan kanın, özellikle de sivil ölümlerinin durdurulması için çaba gösterilmesini beklemek oluyor.* Çünkü dünya egemenleri Hamas saldırısı sonrası öyle bir tutum takındılar ki sanki artık 1948’de 'İkinci Dünya Savaşı özürü’ olarak kuruluşuna yol verilen İsrail’in varoluşunun bedeli Filistin’in tümden yok edilmesidir. Ve dünya eli kolu bağlı bunu izlemeye mecburdur!
Libya’da Sarac-Hafter çatışmasında "bir o yanda bir bu yanda" diyebileceğimiz kıvraklıktaki ABD diplomasisi, Filistin söz konusu olduğunda ‘Yahudi’ olarak gönderiyor bakanını İsrail’e ve ancak 10 gün boyunca siviller katledildikten sonra "iki devletli çözüm" diyebiliyor Biden…
Ya da iki yıldır Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırısıyla yatıp kalkan, demokrasi ve insan haklarına “en duyarlı” olduğu kabul edilen Avrupa gibi yerde, bir Dışişleri Bakanı’nın, "İsrail, kendisini savunma hakkına sahiptir ama tüm yöntemleri kullanamaz" demesi bile kabul edilemez görülüp görevden alınıyor, Filistinli diye bir yazara ödülü verilmiyor, Netanyahu’yu eleştiren 42 yıllık Guardian karikatüristi işinden oluyor. Dün Rusya’nın Ukrayna işgali nedeniyle Rus yazarların kitaplarını yasaklayan akıl devrede medeni dünyada!
Ama Gazze, Rusya mı?
***
Elbette Gazze’de bir soykırıma doğru giden gelişmeler gelecekte kimsenin kimseye açıklayabileceği, çoluğa çocuğa izah edebileceği gibi değil. Bugün İsrail’e kayıtsız şartsız destek verenler dışında, bu duruma sessiz kalarak geçiştiren her iktidarın boynuna asılı bir levha olacak bu suç ortaklığı. Ancak iktidarlar beceriklidir. Bugünkü suç ortaklıklarını yarın, ‘diplomatik başarı’ olarak anlatabilirler. Mesela ‘Akan kanı biz durdurduk’ diyebilirler. Günlerce bütün bir halkta yeni ve onmaz yaralar açıldıktan, kayıplar verildikten sonra…
***
Ortadoğu’da her halkın kendi büyük derdi var. Özellikle Batı medyasında sık yapılan benzetme ile ‘IŞİD gibi’ sunulan Hamas’ın saldırısı ile başlayan bu yeni süreçte herkesin dönüp kendisine bakması, kendi durumu ile Filistin’deki durumu kıyaslaması bu yüzden normal belki. Ancak normal olmayan şu:
365 kilometrekareye sıkışmış, 2.3 milyon insanın yaşadığı, suyu, gıdası, elektriği, yaşamın devamı için en temel gereksinimleri İsrail’in insafına bağlı bir ‘şerit’te, 30 bin civarında oldukları tahmin edilen Hamas güçlerinin böyle bir saldırıyı yapabilmesi nasıl mümkün oldu? Yeraltında tüneller var, orada yaşıyor, roket imal ediyor, her türlü hazırlıklarını yapıyor Hamas tamam. Ama bunu yer üstünde yaşayanlara rağmen mi yapıyorlar?
İdeolojisi, dünya görüşü bir yana, Hamas böyle bir hazırlığı halka rağmen yapabilir miydi?
Bugün Hamas’ın ideolojisine, ‘İslamcılığına’ vurgu yaparak, Gazze’nin tümden ölüme mahkum edilmesini savunmak, Filistin halkına, “onlar da şimdiye kadar Hamas’ı devirselerdi” diyen İsrail tarafının yanına sürüklenmek değil mi? Sadece sokak gösterileriyle iktidarlar hemencecik devrilebiliyor olsa herhalde İsrail’de -ve başka pek çok yerde de- çoktan değişmiş olurdu!
Ortadoğu’da acılar, anılar, yokluklar her yerde var ve evet birbirine benziyor. Ama her ülkenin dününde, bugününde farklılıklar da var. Bir zamanlar bütün mazlum halklar için umut olan Filistin davası tamamen dünya gündeminden çıkmış gibiyken, Kudüs’ün başkent olduğu 'tek ülke' olarak İsrail, Arap-İslam aleminde bile kabul görür hale gelmişken Hamas’ın yaptığı kalkışma asıl olarak bu duruma duyulan tepkiden beslenmedi mi? Bugün Hamas üzerinden Filistinliye kızan, İsrail’in yok etme makinesi karşısında ‘savaşan taraf’ olarak sunanlar aslında bunu gizlemeye çalışmıyor mu?
***
İç siyasette ise meselenin iktidar için bir dışa bir de içe açılan iki penceresi var. Dışarıda, tıpkı Rusya-Ukrayna çatışmasında olduğu gibi "dengeli" bir yol izlenmeye ve sonunda Türkiye’yi ‘garantör ülke’ olarak doğrudan bölgesel etkinliği güçlendirecek bir konuma getirme çabası görülüyor. İktidar bu ihtimali gerçek yapmak için elinden geldiğince uzlaşmacı, yapıcı ve uyumlu olmaya çalışacaktır. En azından söz konusu ihtimal devam ettikçe…
İç siyasete açılan pencerede ise bu durumu seçmene, “elden geleni fazlasıyla yaptık” diye anlatabilmek, kendisini “Filistin’in hamisi” ilan edebilmek iktidar için yeni dönemde de değerli olacak.
Peki muhalefet? Genel seçim sonrasındaki genel dağınıklık havası halen kırılabilmiş görünmüyor. Seçimin nasıl kaybedildiği sorusu bile bütün taraflar açısından net bir cevaba kavuşturulabilmiş değil. Artık bunu tartışmaya pek kimsenin hali de ihtiyacı da kalmamış gibi zaten. Durum böyleyken Filistin meselesinde, muhalefet adına ve Filistinliler için de bir umut oluşturabilecek güçlü bir sesin yükseltilebilmesi zor. Görünen o ki bulunduğu bölge kuzeyden güneye yeni bir savaş manzarası ile çevrelenmiş Türkiye’de, iktidarın seçim meydanlarında doyasıya kullanabildiği ‘dünya lideri’ söylemini aşan yeni bir siyaseti yükseltebilecek bir odak ortaya çıkamıyor. Acıdır ki ‘muhalefet’ adına söylenip en çok gündem olabilen sözler, “Arapların kendi derdi” gibi ırkçı ve insanlık rotasından çıkmış ifadeler.
Halkların –halk ayırmadan- kendi kaderini tayin hakkını savunan, Ortadoğu’da dış müdahalelere karşı çıkan, ‘kırmızı çizgi’yi milliyeti ne olursa olsun masumların katledilemeyeceği sınırdan çeken bir iktidar alternatifinin ortaya konamıyor olmasının sonucunu bir de Filistin davası ışığında yaşıyoruz, ne acı…
*İsrail'in Gazze'deki El-Ehli Baptist Hastanesi'ni bombaladığı haberi yazı tamamlandıktan sonra geldi. Dünya, vahşet döngüsünü büyütecek bu katliamları izlemeye devam edemez. Masum insanların böyle göz göre göre öldürülmesi sadece Filistin'e değil gezegenin geleceğine de zulmetmek çünkü artık...