Geç gelen hatırlama, 1864 Çerkes Soykırımı

Çerkesler ve tüm soykırım mağdurlarının hak ve adalet arayışına devam etmek dışında bir yolu yok. Bugün Gazze için yarın gerekirse başka halklar için mücadele etmek durumunda olduğumuz unutulmamalı.

Abone ol

Dünyanın onlarca farklı ülkesinde yaşayan Çerkesler üzerinden 160 yıl geçmiş soykırım ve sürgünü hatırlamaya, anlamaya ve anlatmaya hazırlanıyor.  

19. ve 20. yy’da yaşanan birçok soykırım ve etnik temizliğin ilk örneği olarak tarihe geçen 1864 Çerkes Soykırımı'nda yaşananları anlamaya çalışmayıp onu unutmayı tercih edersek, bugün Gazze’de canlı yayında dünyaya izletilen katliamı da anlayamaz, aralarındaki benzerlikleri de göremeyiz. Gazze’yi anlayabilmek içinse Ukrayna’yı, Suriye’yi, Sincar’ı, Myanmar’ı, Ruanda’yı, Bosna’yı, Güney Afrika’yı ve bu şiddet zincirinin parçaları olan diğer soykırımları unutmamalı, adları değişse de aynı puzzle’ın parçaları olduğunu hatırlamalıyız. Tarih boyunca egemen güçlerin birbirinden öğrenerek ürettiği şiddet sarmalından dünyayı kurtarmak için sadece ‘hatırlama’ da yetmez; hatırlama ve ‘adalet’ arayışı arasındaki yolu açmak ve onu çalışır hale getirmek durumundayız.

Çerkes soykırımı özelinde değerlendirdiğimizde, Çerkeslerin soykırım ve sürgün gibi modern ifadelerle geç dönemde tanıştığını söyleyebiliriz. Kavramsal gecikme ve terminolojik hafıza kaybı olarak iki başlıkta incelenebilecek bu duruma ve bunun sebeplerine değinmek, bugün geç de olsa gelinen noktayı anlamak için önemli.

19.yy Osmanlı yazımında ‘Çerkes Muhacirler ve Hicret’ ifadeleri yaygın olarak kullanılıp, Çerkeslerin savaşı kaybetmiş Müslüman bir halk olarak ülkelerinin işgal edilmesiyle Halife Sultan’ın topraklarına geldiği, buraya hicret ettiği yazılıyordu. Hiçbir halk sebepsiz yere ülkesinden ayrılmayacağı için bu hicretin altındaki büyük felaket, adına soykırım denmese de Çerkes hafızasında derin izler bırakmış ve nesiller arası aktarımla bugünlere kadar gelmeyi başarmıştı.

1923-1950 arası Çerkes tarih yazımı alanında az eserler ortaya konabilmiş olsa da ‘Çerkes Muhacirler’ ve ‘Hicret’ ifadeleri bu dönemde değişime uğrayacaktı. 1950’lerden itibaren, Türkiye’nin NATO’ya yakınlaşma süreciyle birlikte Çerkesler dernekleşme ve dergi çıkarma gibi kısmi sosyal haklara da yeniden sahip oldu. 1950 sonrası yazılan eserlerde ise artık hicret yerine ‘Göç’ kullanılmaya başlanacak, ‘Çerkes’ kelimesi o dönemlerde kullanılamadığı için de yerine ‘Kafkas’ ifadesi tercih edilecekti. Kafkas, Balkan gibi bir coğrafyayı işaret etmekle birlikte zamanla oradan gelen insanları, etnik kimliklerine vurgu yapmadan ifade etmek için kullanılır hale getirildi. Bu kullanım da ‘Kafkas Göçü’ teriminin yaygınlaşmasına sebep oldu.

Kafkas göçü anlatısı 1960’larla birlikte aslen Avar olan İmam Şamil figürü üzerinden Çerkeslerin ‘Kafkas Türkü’ olduğu tezini desteklemek için kullanılacak, hakkında romanlar yazılıp, filmler çekilecekti. Zorla ve gayri iradi olarak gerçekleşen sürgün, hukuki ve ahlaki anlamda göçten farklılıklar arz etmekle birlikte o dönem bu kavramların tartışılabilmesi mümkün değildi.

1980 askeri darbesiyle hayatını parmaklıklar ardında, ülke dışında, ya da baskılardan dolayı susarak geçirmek zorunda kalan Çerkes önde gelenleri kendi meselelerini kamusal alanda yeterince dillendiremeyecekti. 

1990’larla birlikte Ankara’nın ‘Türk, Kürt, Çerkes, Laz… kardeştir!’ söyleminden cesaret alan Kafkas STK’ları da Çerkes kelimesini kamusal alanda daha sık kullanmaya başladı. 2000’lerle birlikte hayatımıza internetin girmesi, önceleri belli kurumların tekelinde olan kitap basma, dergi çıkartma, makale yayınlama, arşiv belgesi paylaşma gibi imtiyazları da onların elinden aldı. Bu dönemde Çerkes gençleri yurt dışında yaşayan soydaşları ile etkileşime girmiş; sohbet odaları, tartışma grupları ve tarihi belge paylaşan sayfaların da sayısı hızla artmıştı. Özellikle ABD ve Avrupa’da yaşayan Çerkeslerin ‘soykırım’ ve ‘sürgün’ ifadelerini yaygın şekilde kullanması, yüzlerce evrak, yazışma, rapor ve seyahatnamenin ortaya çıkması Türkiye Çerkeslerindeki terminoloji değişikliğini de desteledi. Ama bu değişim meşakkatli bir süreci de beraberinde getirecekti.

Zira, 1950’lerde Çerkeslere açılan kültürel alan, Sovyetlerin de ilgisini çekmiş, 1970’lerle birlikte çeşitli sıfatlarla elçilikte görev alan Kafkasyalı Çerkesler yeni kurulmuş STK’lar içinde aktif olmaya başlamıştı. Türkiyeli Çerkesler onları Kafdağı’ndan gelmiş beyaz atlı prens gibi görüp, fikirlerine de saygı duyuyordu. Bu dönemde kültürel faaliyetlerin artmasında onların katkısı olmuşsa da sonraki tartışmaların tohumları da yine bu dönemde atılmıştı. Çerkeslerin Kafdağı’na dönüş hayali kurduğu yıllarda Hicret-Göç-Kafkas üçgeninde ifade bulan anlatı, Soykırım-Sürgün-Çerkes eksenine kayarken büyük tartışmalara sebep oldu. Yenilikçi ve gençlerin her hak talebi ‘Kafkasya’daki soydaşlarımıza zarar verirsiniz!’ söylemleriyle 2000’ler boyunca tartışılacaktı. Her iki taraf kendince haklı argümanlar öne sürse de, bu eksen kayması Çerkes sivil toplumunda ciddi kırılmalara sebep oldu. 

Rusya'nın Kış Olimpiyatları için 2006’da Soçi’yi aday göstermesinin Çerkesler arasındaki kavramsal tartışmaları bitireceğini ise kimse tahmin etmiyordu. Soçi Kış Olimpiyatları, Çerkeslerin 1864’ün acı hatıralarıyla seneler sonra yüzleşmelerine sebep oldu. Çerkesya'nın başkenti, Çerkes Soykırımının da sembolü olan bölgede olimpiyat yapılması ‘No Soçi!’ muhalefetinin sosyal medya üzerinden örgütlenmesini sağladı. İstanbul, Ankara, New York, Londra, Amman ve Brüksel başta olmak üzere birçok şehirde eylemler gerçekleşti. 2014 Soçi Olimpiyatları gündeme gelene kadar çok az kişinin haberdar olduğu bir tarihi gerçek bu vesileyle dünyanın Çerkes Soykırımı hakkında bilgilenmesine sebep oldu.

Bu noktada ‘hatırlama’ beraberinde ‘adalet’ arayışları tartışmalarını doğurdu. Adaletin sağlanması, sadece Çerkesleri ve Kafkasyalıları değil, soykırıma maruz kalmış bütün toplumları iyileştiren, sorunları çözen ve ‘Bir daha asla!’ diye haykırırken insanlığın da yeniden tesisini sağlayabilecekti.

1944’e kadar tanımı yapılmayan ve hukukçu Raphael Lemkin tarafından ortaya atılan ‘genocide’ kelimesi ile anlamını kazanan soykırım kavramı; toplu öldürme ve katliam fiillerinden farklı bir durumu ortaya koymak üzere, hukuksal olarak tanınan belli özelliklerdeki toplulukların, bir plan çerçevesinde ve özel bir kasıtla yok edilmeleri anlamına geliyordu. 1864’ün 1944’te tanımlanan ifadeyle örtüşen bir soykırım olduğu tezi, Çerkes aktivizminin temel dinamiklerini oluşturacaktı.

Kış olimpiyatlarına kadar soykırım tezini destekleyen makale ve kitaplar basılmış; ‘No Soçi!’ platformu protestolar gerçekleştirip, poster yarışması da düzenleyerek 21 Mayıs 1864 ile simgelenen büyük felaketin ‘Soykırım’ dışında tanımlanamayacağı noktasında kamuoyunu ikna etmişti. 2014’ten bugüne Türkiye başta olmak üzere birçok ülkede ‘1864 Çerkes Soykırımı’ olarak anılmaya ve anlatılmaya başlandı. Son on yıldır Türkiye kamuoyunda en üst siyasi makamdan, belediye başkanlarına kadar birçok kişi ve kurumun Çerkes Soykırımı anma haftasında mesajlar yayınlaması, konuşmalar yapması, bilbordları ‘Çerkes halkının acısını paylaşıyoruz!’ afişleri ile kapatması bir eşiğin daha aşıldığının işaretiydi.

Çerkesler ve tüm soykırım mağdurlarının mücadeleden vazgeçmeden, hak ve adalet arayışlarına devam etmek dışında bir yolu yok. Bugün dünya kamuoyu, çoğu Holokost’tan kurtulmuş insanlar tarafından kurulmuş olan İsrail’in Gazze’de ve Batı Şeria’da başka bir halka uyguladığı soykırıma sessiz kalındığına şahit oluyor. Bu sessizliğin sadece Gazze’ye karşı değil, tüm insanlığa karşı işlenmiş bir suç olduğunu; bugün Gazze için yarın gerekirse başka halklar için mücadeleye devam etmek durumunda olduğumuzu unutmamalıyız.

Türkiye’de hatırlama ve diyalog kültürünün yeşermesi ve toplumsal hücrelerimize nüfuz etmesi bakımından halkın kendini mağdurlarla özdeşleştirmeye çabalaması toplumun iyileşmesinin ilk adımı olacaktır. Bu vesileyle 1864 Çerkes Soykırımında hayatlarını kaybeden insanların ruhları şad, hatıraları daim olsun. Çerkeslerin, Kafkasyalıların ve soykırım mağduru tüm halkların adalet arayışlarının bir gün karşılık bulması dileğiyle... 

*Yazar