Geç Osmanlı erken Cumhuriyet aydınının benlik krizi
Ahmet Ağaoğlu'nun 'Ben Neyim?' ve 'Gönülsüz Olmaz' eserleri tek kitap halinde 'İzler' başlığı ile Can Yayıncılık tarafından yayımlandı. Tuncay Birkan'ın yayıma hazırladığı kitapta, Aylin Özman’ın “Ahmet Ağaoğlu Düşüncesinde Bir Benlik Sorunu Olarak Batılılaşma” makalesi, kitabı anlamak için okunması gereken bir çalışma olarak kitapta yer almakta.
Siyasetçi, hukukçu, yazar ve gazeteci Ahmet Ağaoğlu’nun Tuncay Birkan tarafından yayıma hazırlanan 'Ben Neyim?' ve 'Gönülsüz Olmaz' isimli eserleri tek kitap halinde Can Yayınları'nca 'İzler' üst başlığıyla yayımlandı. Cumhuriyetin yazılı mirasını okura sunmayı hedefleyen dizinin bu kitabında Aylin Özman’ın “Ahmet Ağaoğlu Düşüncesinde Bir Benlik Sorunu Olarak Batılılaşma” makalesi de yer almakta. Bu sayede okur, eserlerin politik-düşünsel izleğini kavrayarak geç Osmanlı erken Cumhuriyet aydının yeni bir zihniyet karşısındaki çözüm önerilerini Ağaoğlu’nun benlik krizi özelinde okuyabilir.
Tuncay Birkan, sunuş bölümü niteliğinde olan “İzler Üzerine” yazısında Cumhuriyet’in yazılı mirasının yeterince tanınmadığından bahsetmekte. “Ortada devasa bir arşiv var sahiden ama çok temel eksiklerle malul bir arşiv bu” diyerek durumu özetlemiş. Nitekim 'İzler' dizisinin amacı da pek bilinmeyen, hatta birkaç nüshası kalan eserleri günümüz okuruyla buluşturmak olarak açıklanmakta. İlaveten, bu metinlerin yerleşik kanaatleri sorgulamak için elverişli olacağı umulmakta. Zaten, dizide tanınmış yazarların bilinmeyen metinlerinin ve çok az kişinin hatırladığı düşün insanlarının metinlerinin analitik bilgilendirici sunuş yahut önsözlerle yayımlanacağını eklemekte Birkan. Bu doğrultuda, Aylin Özman’ın “Ahmet Ağaoğlu Düşüncesinde Bir Benlik Sorunu Olarak Batılılaşma” makalesi, kitabı anlamak için okunması gereken bir çalışma olarak kitapta yer almakta.
1869 yılında Karabağ’da doğan Ahmet Ağaoğlu, Paris Hukuk Fakültesi ve Sorbonne Üniversitesi Tarih ve Filoloji bölümlerini bitirdikten sonra ilk makalesini yirmi bir yaşında Fransızca yazdı. Paris’te gazetecilik yaptıktan sonra Türk Yurdu Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer aldı, Rus dili ve Türk tarihi öğretmenliği yaptı. 1917 Devrimi’nden sonra siyasi müşavir olarak Rusya’ya gitti, döndüğünde İngilizler tarafından tutuklanarak Malta’ya sürüldü. 1921 yılında Anadolu’ya geçti, Ankara hükümeti tarafından matbuat umum müdürü olarak atandı. Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurucuları arasında yer alan Ağaoğlu, 1939 yılında öldü. Bu biyografik nota yazarın hangi tarihsel koşullar altında olduğunu anlamak için Özman’dan alıntı yapmakta fayda var:
“19. yüzyılın son çeyreğinde Güney Kafkasya Rus-Müslüman cemaatinin toplumsal hak taleplerini, Azerbaycan bağımsızlık mücadelesini, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan siyasal dönüşümleri/rejim değişikliklerini, akabinde Türkiye’de ulus inşa sürecini kapsayan tarihsel-politik süreçlere bizatihi katılmış biridir Ahmet Ağaoğlu.”
Buradan hareketle Ağaoğlu’nun 1920’li yıllardan itibaren yazdığı çalışmalara odaklanmıştır Özman. Buradaki zorluk açık görüşlü olan yazarın fikirlerinin çoğu defa değişmesidir. Nitekim kendisi de “uzaktan bakanlar da beni ‘mütelevvin’, ‘mütehavvil’, ‘seciyesiz’ ve ilh. kelimelerle tarif ederler” demektedir. Bu bağlamda, onun değişmeyen tek görüşünün Batı modernleşmesini örnek alma düşüncesi olduğuna dikkat çekilmekte.
“Ağaoğlu düşüncesinde Batı’nın bireyi, bireysel hak ve özgürlüklerin genişlemesiyle ‘inkişaf’ etmiş; toplum-milletle bütünleşmiş bir birey tahayyülünü imlemektedir.”
Yazarın birey üzerinden şekillenen Batılılaşma fikri benlik sorunsalını doğurmaktadır. Metinlerinde görüldüğü üzere “iç ben” ve “dış ben” olarak ayırdığı iki kutbun mücadelesi kişiyi doğurur. İç ben irade, dış ben ise akıldır. Bu minvalde sık sık egoizmi ve altruizmi karşı karşıya getirmektedir. Buradan da vicdani bir huzursuzluk doğar. Ancak 'Ben Neyim?'de Türk İnkılabı, 'Gönülsüz Olmaz'da ise 1908 inkılabının ortak paydası biçimsel modernleşmenin eleştirisidir. Yani, Bergson felsefesinin de tesiriyle değişen tarihsel ve siyasal şartlarda bireyin nasıl olması gerektiği sorgulanır.
“Bireyin ahlaki referanslarını farklı metinsel kurgular üzerinden sabitleyen, Ağaoğlu’nun ilgisinin merkezinde siyasal değişim/dönüşüm süreçleri vardır aslında. ‘Ben Neyim?’de ‘Türk İnkılabı’nı, ‘Gönülsüz Olmaz’da ise ‘1908 İnkılabı’nı mercek altına alan iki farklı anlatı, ortak bir düşünsel zeminde buluşur. Bu zemin de biçimsel Batılılaşmanın/medenileşmenin eleştirisidir. Her iki metinde de kurumsal/yasal temele ilişkin bir sorgulamadan ziyade (yeni) siyasal yapıyla uyumlu bir birey inşa etmeyi başarabilmek için takınılması gereken tutumun ne olduğu üzerine düşünmeye yönelik bir muhasebeyle karşılaşırız.”
Bu bilgiler ışığında metinlere bakarsak, 'Ben Neyim?' başlıklı ilk metni bir itirafname olarak okuyabiliriz. Zaten özellikle Tanzimat’tan sonra, Rousseau ve Aziz Augustinus etkisiyle bu tarz metinler Türkiye yazınında yer edinmiştir. Bu bağlamda Ziya Paşa’nın 'Defter-i Âmâl' eseri ön plana çıkar. Bu gelenek sayesinde, Doğu-Batı çatışmasının doğurduğu huzursuz Türk aydınının iç dünyasına da adım atılabilir. Örnek vermek gerekirse Yahya Kemal’in “Atik-Valde’den İnen Sokakta” şiirindeki “Tenhâ sokakta kaldım oruçsuz ve neş'esiz /Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı /Hadsiz yaşattı rûhuma bir gurbet akşamı” dizeleri akla gelir. Tanpınar’ın Ayasofya’nın parmaklıklarında namaz vakti ağlaması, caminin ne içinde ne dışında fakat tam kenarında olması da buna örnektir. Ters yönde bir örnek vermek gerekirse de pozitivizmden hayli etkilenen Beşir Fuad’ın kolunu uyuşturup bileğini keserek intihar ettiği esnada edindiği izlenimleri kâğıda yazmasını zikretmek yerinde olur. Bunlar manevi girdaplardır, huzursuzdur Türk aydını. Zaten Ağaoğlu da bunu adını zikretmediği bir Fransız şairinin sözüyle açıklar ilk metinde:
“Ey kadirimutlak! Bana kendi içimi nefret etmeksizin görmek kudretini bahşet!”
Bu alıntı Baudelaire’den olsa gerek. (Ah! Seigneur! donnez-moi la force et le courage - De contempler mon coeur et mon corps sans dégoût!) Zaten 1789’da tahta geçen III. Selim’den itibaren Batılılaşma rotası Fransa olarak belirlenmiş olup Ağaoğlu’nu önceleyen aydınlardan Hoca Tahsin Efendi de “Paris’e git hey efendi akl u fikrin var ise / Âleme gelmiş sayılmaz gitmeyenler Paris’e” diyerek bunu vurgular. Sadullah Paşa ise 19. Asır Manzumesi’nde “Mecaz oldu hakikat, hakikat oldu mecaz/Yıkıldı esasından eski malumat” diyerek eski bilginin yıkıldığını belirtmektedir. Üstelik sadece fenni meseleler değil, edebi meseleler de ciddi değişime uğramıştır. Abdülhak Hamit Tarhan, “Evet, tarz-ı kadîm-i şi'ri bozduk, her ü merc ettik / Nedir şi'ri hakîki safha-ı irfâna derç ettik” diyerek eski şiirin de yıkıldığını işaret eder. Cumhuriyet dönemine gelince de Osmanlı terbiyesinden geçen aydınlar pekâlâ tüm noktalarda bir ikilem içerisinde bulmuşlardır kendini. Üstelik, kurucu elitlerin onlara biçtiği bir de rol vardır: Milletin inşası. Bu minvalde, Ziya Gökalp’ten Halikarnas Balıkçısı’na kadar pek çok aydın “Türk kimdir?”, “Biz kimiz?”, “Ben kimim?” gibi sorularla hemhâl olmuşlardır.
Ahmet Ağaoğlu’nun 'Ben Neyim?' metninin 1936’da Cumhuriyet gazetesinde tefrika edildiğini 1939 yılına basıldığını düşünürsek ve metni bu bakiyeyle büyüyen, bu iklimde yetişen bir yazarın kaleme aldığını göz önünde bulundurursak aklı ve iradesi arasında, egoizm ve altruizm arasında gidip gelen, çoğu kez kendine hakaret eden bir adam görmekten öteye gideriz.
Çoğu defa lükse meftunluğundan, mütelevvin olduğundan dem vuran, dinde medet bulamayan ancak Osmanlı terbiyesiyle yetiştiği için tekâmül edememekten yakınan bir anlatıcı bağlam olarak kronik olsa da iç muhasebe bakımından anakroniktir. Zira, “Dinde imdadıma yetişecek hiçbir misal eser bulamadım. Hep kör taassup ve riya!” diye haykırışı, akla Şeyhülislam Yahya’nın “Mescidde riyâpişeler etsün ko riyayı/Meyhaneye gel kim ne riyâ var ne mürâi.” beytini getirmez mi? Bu eskide kök salmış sancıdan kurtulmak isteyen bir aydındır anlatıcı:
“‘Kim edecek, kim? Görüyorsun, senden kuvvetliyim. Beni bir mazi yetiştirmiştir. Mektepte asırlarca süren değnek ve falaka, ailede kuvveti temsil eden erkeğin haklı haksız hâkimiyeti, çocuklarda ‘öcü terbiyesi’ ve idarede de tahakküm ve istibdat usulü benim ecdadımdır. Sen kimsin? Nereden geliyorsun?’
İçim derin bir ah çekti ve dedi ki:
‘Evet, şimdilik öyle. Fakat bütün bunlar ikimizi de içinde taşıyan şahsiyetin iradesine bağlıdır. İstediği gün seni koparıp atar.’
‘İşte istemiyor, atmıyor!’”
Bu tezat içerisinde bir çıkış yolu aramaktadır anlatıcı bu yol da tekâmüldür. Başka yolla dalkavukluk, kıskançlık, tahakküm gibi kendine yakıştırmadığı huylarından kurtulup topluma faydalı bir birey olamaz. 'Gönülsüz Olmaz' adlı eserinde de benzer konular karşımıza çıkar. Turgut isimli yurt dışında tahsil görmüş hem siyasi hem de toplumsal mücadelelere katılmış kahraman köye yerleşip medeniyete sırtını dönmüştür. Anlatıcı da onunla konuşarak, ona sorular sorarak öğretisini okura vermeye çalışır.
“Fakat Turgut, bu nasıl olur? Sen okumuş, Fransa’da uzun müddet kalmış, siyasi ve içtimai mücadelelere bu kadar karışmış, medeni bir insansın. Nasıl olur da şimdi cemaatim dediğin bu öküzler, inekler ve tavuklar arasında kendini bahtiyar addedersin? Hakikatte sen kendini diri diri gömmüş bir adamsın. Bütün medeni zevklerden, ihtiyaçlardan, konforlardan kendini mahrum eylemiş ve sahraya çekilmiş bir zaviye-nişinsin. Yaşamak bu mudur? Bahtiyar olmak buna mı derler?”
İlk metinde anlatıcının kurtulmak istedikleri bu metinde “gönül kurtları” olarak nitelenir. Kısaca birbirini tamamlayan iki metinden mürekkeptir kitap. Son olarak, kitabın milli kimlik krizinin ortasında benlik krizini odağa alması da ıskalanmaması gereken bir dikkat olarak düşünülmeli.