Kültür dünyamız, Türkiye’nin politik atmosferine ilişkin yeni göstergeler üretmeye devam ediyor.
Fazıl Say, dün Filistin-İsrail, daha doğrusu Hamas-Netanyahu savaşı hakkında sosyal medya hesabından bir paylaşım yaptı ve kendi ifadesiyle “tüm eleştiri oklarını almayı göze alarak” şöyle dedi: “Erdoğan şu ana kadar barış için dünya üzerinde en iyi, en doğru açıklamaları yapan liderdir.”
Say cephesinden gelen pek çok şey gibi, bu da dikkat çekti.
(Galiba en son, Cumhuriyet’in yüzüncü yılı için bestelediği “marş” yüzünden gündemdeydi... “Bestelediği şey marş mıdır, değil midir? Şayet marş ise, güzel midir, değil midir?” diye epeyce hırpalandı.)
Ne demişti Cumhurbaşkanı?
“Tüm tarafları itidalle hareket etmeye, gerilimi daha da tırmandıracak fevri adımlardan uzak durmaya çağırıyoruz.”
Başka ne demişti?
“Bu savaş değil katliamdır. İsrail, devlet gibi değil örgüt gibi davranırsa, örgüt gibi muamele göreceğini unutmamalı!”
Fazıl Say, bu açıklamaları kast ediyor. Haklı mı dersiniz?
Mesele Ortadoğu. Ve Ortadoğu’yu bilmek mümkün değil, en azından bana öyle geliyor. Etnik kimlikler, dinsel farklılıklar, mezhep ayrılıkları, devletler, uluslararası ilişkiler, partiler, örgütler... İçinden çıkılacak gibi değil; karmakarışık bir oluşum. Kartların her gün yeniden karıldığı, oyunun her gün yeniden kurulduğu, Fehim Taştekin’in yazıları olmasa ucundan kıyısından bir şeyleri anlar gibi olmanın, az çok bir şeylere akıl erdirmiş gibi görünmenin mümkün olmadığı bir muammadır Ortadoğu. O yüzden, çoğumuz Filistin-İsrail meselesine ilişkin çok da bir şey söyleyebilecek durumda değiliz.
Filistin-İsrail meselesine ilişkin çok bir şey söyleyemeyiz ama Hamas-Netanyahu savaşına ilişkin çok az ama çok öz bir şey söyleyebiliriz: Bu bir karşılıklı vahşettir; bu bir şer ortaklığıdır!
Dolayısıyla, zamanın sansasyonel olgularını eklektik bir bakışla üstünkörü birbirine teyelleyip, kapitalizmin üç yüzyıllık küresel güç ilişkilerini ve zulmünü, Ortadoğu’nun kibirli Batıcı elitleri ile mazlum dindar nüfusu arasındaki ilişkiye indirgeyen, bu çerçevede Hamas’ın saldırısını da (dinsel fanatizmin tüm çirkin vahşeti gibi) mazlumların haklı tepkisi olarak anlamlandıran alışıldık siyasal İslamcı bakış karşısında Erdoğan’ın sözlerinin yanlış bir söz olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Mevcut koşullarda, “Bu savaş değil katliamdır” sözü haklı bir sözdür, doğru bir sözdür. Ama elbette söz ve eylem arasındaki mutat uyuşmazlıklar, rutin sapmalar, olağanlaşmış ihlallerden âzâde, “haklı” ve “doğru”.
Zaten bu yüzden Erdoğan'ın açıklamalarına destek veren tek kişi de Fazıl Say değil.
Mesela Fatih Altaylı, “Cumhurbaşkanı Erdoğan 20 yıllık bir hatalı politikanın sonunda bu meselede doğru tavrı takınmayı başarmıştır” diye yazdı.
Hatta Celal Şengör ve İlber Ortaylı gibi kimseyi beğenmeyenler bile, “İsrail-Hamas harbi çıktığından beri en akıllı lafı Erdoğan etti" dediler. Onlara göre, “İsrail'in arkasındayız” açıklamasını yapan “aptallar” ve “cahil herifler” karşısında Erdoğan, doğru bir tutum sergilemişti.
Fazıl Say’ın tutumu da bunlara paralel.
Ama onunki daha garip geliyor.
Bunun iki sebebi var.
Birincisi... Biraz iki ismin (Say’ın ve Erdoğan’ın) kültürel sermayeleri, biraz politik yapı ve süreçler, bu yakınlaşmayı ilginç kılıyor. Ne var ki bu yeni veya ilk değil. AKP hükümeti ile sert polemiklere girmiş bir sanatçıdır Fazıl Say, doğru. Ama annesinin ölümünden sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, Say’ı arayarak taziyelerini iletmiş, sonrasında da Say da onu “Truva Sonatı” adlı eserinin Ankara prömiyerine davet etmiş, Erdoğan da “Geleceğim” demiş ve gelmişti.
O zaman konserine davet ettiğinde de bugün bunu söylediğinde de Fazıl Say, kendisine gelebilecek tepkileri gayet iyi sezmiştir, zaten paylaşımında o yüzden “tüm eleştiri oklarını almayı göze alarak” söze giriyor.
Say, o zaman da bugün de, derdinin kendi muhalifliğini yaşamak değil, barışçıl bir toplumda yaşamak olduğunu gösterdi bize. Erdoğan’ın savaşı “katliam” olarak tanımlayan sözlerini bu yüzden haklı ve doğru buluyor ve çekinmeden söylüyor.
İkincisi de bununla ilgili.
Fazıl Say, Türkiye’nin modern tarihinde (Tanzimat denen o meşhur milattan bugüne dek) aydınlarımız ve aydın sanatçılarımız tarafından paylaşılmış ortak bir “etik”i paylaşmaktadır; halkına iyiyi, güzeli ve doğruyu götürmeyi kendine görev saymış bir küçük burjuva etiğidir bu.
Her aydın sanatçı gibi dünyanın akıl sır ermez tuhaflığına öfke duyan adamdır o da; “Hayat öylesine güzelken bunca kötülüğü nasıl barındırabilir!” diye hayret eden insandır. Erdoğan’ın dilinden dökülen barışçıl sözleri o yüzden tasdik ediyor.
Tabii akla başka sebepler de geliyor olabilir. Uzun süren iktidarlarda toplum bir aşamadan sonra değişim umudunu yitirir, iktidarın yarattığı iklime alışır ya da uyum gösterir. Fazıl Say’ın Erdoğan’ı tasdik edişi, bu uyumun, kültür alanında, hem de iktidarın hâkim olamamaktan yakınıp durduğu kültür alanında da başladığının bir işareti olabilir mi?
Uzun süren Erdoğan iktidarında iyiden iyiye politikleşen kültür dünyamızın Türkiye’nin politik atmosferine ilişkin bu ve benzeri bütün göstergeleriyle ilgilenmek, yakın gelecekte ve orta vadede kader gibi görünüyor.
Hep birlikte izleyeceğiz, bakalım kültür şimdi ne yapacak?
Nihayetinde, “Geççek”di geçmedi.
“Sen beni sezemezsin, dilimi ezemezsin” demişti en gözde temsilcilerinden biri, dediğiyle kaldı.
“Susma, susamam/ Korkma yanıma gel” diye çağrıda bulunanlar, karşılık bulamadı.
“Kızılcık Şerbeti” oldu esti kültür... Gülşen oldu yağdı... Tweet’e post’a büründü Şahan diye göründü...
Olmadı.