Bu yazıyı eski kıymetli bir dergide kalmış muazzam bilgilere
ayırdım. O kadar iyi bir destekçim var ki işim kolay. Muharrem
Dayanç’ın hazırladığı “Yeni Kitap” Dergisinde On Yazar-On
Mülâkat’ta yer alan yazar söyleşilerinden tatlı ayrıntılar
sunmak niyetindeyim.
Yeni Kitap, Cumhuriyet’in ilanından harf inkılâbına kadarki süre
içinde İstanbul’da Osmanlı Türkçesiyle çıkan en son ve en önemli
dergilerden birisi. Dayanç’ın kitabı ise 1927-1928 yılları arasında
bu dergide dönemin ünlü edebiyatçılarıyla yapılan konuşmaları bir
araya getiriyor, yeni harflere aktararak. Mülakatlardan dördü Mecdi
Sadrettin Sayman tarafından, altı tanesi ise M. Salahattin Güngör
tarafından yapılmış.
Bu mülâkatlar için, yazarların iç dünyalarını, toplumsal
görüşlerini anlatan altın değerinde kaynaklar desem abartmış olmam.
Mecdi Sadrettin ve M. Salahattin’in soruları, yazılarının
girişleri, tasvirleri düşünüldüğünde insan ister istemez bu
konuşmaları bugünün kupkuru, derinliksiz, ezber söyleşileriyle
kıyaslıyor.
Vapura yetişme kaygısı yüzünden mülâkatı kısa kesen Ahmet Haşim
ya da mütevazı apartmanının caddeye bakan kütüphane odasında
kolları sıvalı beyaz geceliği ile M. Salahattin’i karşılayan
Ercüment Ekrem Talu… Bilmem hangisinden başlamalı? En iyisi büyük
bir açıksözlülükle sevdiği şairleri anlatan Yakup Kadri
Karaosmanoğlu’ndan başlamak. Karaosmanoğlu, Nedim’i çok cıvık
olduğu için sevmediğini ama Fuzûlî’yi “şairiyet dehası” olarak
gördüğünü, kendi dönemindeki biricik şairin ise Ahmet Haşim
olduğunu söylüyor: “Onunla kimi mukayese edeceğimi bilemiyorum.
Çünkü Haşim, yap(a)yalnızdır. Fuzûlî ve Haşim… Ve ne garip bir
tesadüftür her ikisi de Bağdatlı’dır.”
Edebiyat ve yazı demek biraz da hayal kırıklığı demektir. Halit
Ziya Uşaklıgil’in de yayımlanan ilk yazısıyla ilgili unutmayacağı
bir hayal kırıklığı var: “Muallim Naci devre-i edebiyyesinin en
kuvvetli zamanları idi. Bilmem o zaman on beş yaşında var mıydım?
Ahmet Midhat Efendi ile Muallim Naci’nin Tercüman-ı Hakikat
sahâifinde uyandırmak istedikleri hareket-i edebiye, beni de
mevecâtına kaptırdı. Ve 'Aşkımın Mezarı' nâmında edebî bir makale
yazıp Tercüman’a gönderdim. Hiç ümit etmediğim hâlde Tercüman-ı
Hakikat, bunu neşretti. Yalnız Muallim Naci, makalemin altına
mülâhaza olarak şöyle bir şey kaydetmişti: ‘Mezarda aşk aramak,
ölüde hayat aramak gibidir.’ Bu cümle, beni birden o kadar meyus
etti ki. Bir daha Tercüman-ı Hakikat‘in semtine uğramak şöyle
dursun yazılarımı neşrettirmek hevesinden de ebediyen ayrılmış gibi
oldum.”
Yazarlarla ilgili en çok merak edilen meselelerden biri nasıl ve
ne zaman yazdıklarıdır. Halit Ziya’nınki okuduğum anda çok sevimli
geldi. “(…) akşam yemeği ile yatağa girmek arasındaki fasıla, yazı
için en mülâyim gelen zamanımdır. Nâdiren yazıhanemin başına
geçerek yazarım. İçine bütün ruhumu koyarak yazdığım şeyleri, daima
halının üzerinde uzanmış, sol dirseğimi dayayarak başımı avcumun
içine almış olarak yazarım. Bu vaziyetin bütün müşkilâtını çeken
zavallı sol kolumun öyle bir lutf-i müsaadekârânesi olurdu ki,
uyuşmamak için şâyân-ı hayret bir sebat gösterirdi. Daha doğrusu
uyuşurdu da ben anlamazdım.”
Ercüment Ekrem Talu’nun “Hayatta kimleri sevdiniz?” sorusuna
verdiği cevapla bitireyim. “Yalnız ve sadece çocukları… En Büyük
zaafım onlaradır. Küçük bir çocukla, saatlerce hasbihâl ederdim.
Onların temiz ve riyasız ruhları benim için tesellidir. Şu koca
apartmanda ne kadar çocuk varsa, hepsi benim en büyük dostlarımdır.
Bazıları, bana misafir gelirler. Ben de onların hâtırı için, yazımı
yarıda bırakır, tatlı tatlı konuşurum.”
Not
Muharrem Dayanç’ın “Yeni Kitap”
Dergisinde On Yazar- On Mülakat adlı kitabı Dergâh Yayınları
tarafından yayımlanıyor. Başlıkta bahsi geçen yazarlar şunlar:
Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halil Nihat Boztepe, Ercüment Ekrem Talu,
Samipaşazade Sezai, Abdülhak Hâmit Tarhan, Halit Ziya Uşaklıgil,
Aka Gündüz, Ahmet Haşim, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Celâl Sahir
Erozan.