Geçmişine şimdiden bakan, altı ayrı gelecek

Akbank Sanat’ta 1970 sonrası kuşağı buluşturan ‘Altı Sanatçı Öncülünü Arıyor’ sergisi, Prof. Hasan Bülent Kahraman küratörlüğü ile bellek ve anımsamanın değerini vurguluyor. Sergiye katılan isimler, ‘öncül’lük bağlamında verdikleri kişisel referanslar ile tekil, topyekûn, resmî sanat tarihi yazımı pratiğini yıkarken yapıcı bir yaklaşım içerisinde sorgulamamıza vesile oluyor. 

Evrim Altuğ evrimaltug@gmail.com

İstanbul İstiklâl Caddesi üzerindeki Akbank Sanat’ta 13 Şubat’a değin izlenen ‘6 Sanatçı Öncülünü Arıyor’ sergisinin küratörlüğünü, Prof. Hasan Bülent Kahraman üstleniyor. Salı - Cuma günleri 12:00 - 17:00 saatleri arasında gezilebilen sergideki hemen her iş birbirini sabırla süzüyor. Zira etkinlik dün, bugün ve yarın arasında biçim, içerik ve tarihte mukayeseli bir bakış önerisi ortaya koyan, sakin, meraklı bir karaktere sahip. Sergi 1970 ve sonrası Türkiye güncel sanat pratiğinin üretken imzaları Murat Akagündüz, Alpin Arda Bağcık, Ramazan Can, Güneş Terkol, Fırat Engin ve Burcu Yağcıoğlu’nu buluşturuyor.

Akademik bir jestle, bürokratik ve büyük harfli resmî tarih yazım pratiklerine sırt çevirir, kravatsız bir tavırla kurgulanan proje, bu altı ismi, plastik, kültürel kökenlerine yönelik kişisel duruş ve tercihleri ile, Türkiye sanat hafızasını biçimlendiren Avni Lifij, Gülsün Karamustafa, Sarkis, İrfan Önürmen, Semiha Berksoy ve Şakir Gökçebağ gibi ‘öncül’ler üzerinden gündeme getiriyor.

Bununla birlikte, Kahraman’ın iki katta izlenen sergiye yönelik, kurum girişine de yazdırdığı kavramsal çerçeve - manifestosu da ‘kişiye özgü sanat tarihi’ni okuma - yazma gereksinimimiz açısından esnek, havadar, özgür, açık uçlu bir teşhir ve deneyim ikliminin öncülü, entelektüel bir meteoroloji raporu halini alıyor. Şunları vurguluyor Kahraman, özetle:

“Öncü aramıyoruz. Gerçek o. Ama öncüller önemlidir. Üstelik öncülün önemi insan güç kazandıkça artar. Silik, zayıf ve belirsiz olan için öncülün bir önemi, yararı, katkısı olmaz.

Modern sanat öncüllerin tarihiydi. Güncel sanat tarihini kendisiyle başlatabilir. Gene de ‘etkilenme korkusu’ kapının dışında duruyor. Soybilimse başka bir gerçek. Türkiye’de üretilen güncel sanatın iç serüveni bazen baba bazen ana katilliği üstüne oturuyor. Ama öldürmek yok etmeye yetmiyor. ‘Habeas Corpus’un yanında öldürülenin cesedi ne olacak? Çünkü, bellek ve anımsamayla yaşıyoruz. ‘Bastırılan geri döner’!

Sorun neyi anımsayacağımızdır. Kanon ve klasik olanı başat saymayabiliriz. Örtük, ayrık, saklı, çevrede, yeraltında ve minör olan çok daha güçlüdür. Madunların da tarihi yazılıyor, yazılmalıdır.

1970 sonrası doğan ve yapıtlarını üreten 6 sanatçı yerlerini belirledikten sonra öncüllerine bakıyor. Bakmak kültürel bir bağ/lam kurmaktır. Bağlam tarihsel olduğu kadar tarih dışı olma niteliğine de sahiptir.”

Sergide, Hafriyat sanat inisiyatifi eski kurucu üyelerinden Akagündüz, 1914 kuşağı fırçası Avni Lifij’i kendine ‘öncül’ olarak tayin etmiş. Lifij’in ‘Türbe’ adlı, duralit üzerine yağlıboya, 28 x 46 cm. boyundaki izlenimci bir yapıtına dair dijital görselin, orijinale yakın ebadı ve Sakıp Sabancı Müzesi izniyle Akbank Sanat’ta elektronik teşhiri, Akagündüz’ün giderek soyutlaşarak, adeta aşkın, tinsel bir vazife gibi kendi karakterinin seyrine hem biçim, hem de içerikte aramaya koyulan yapıtlarına sürpriz, ilginç bir refakat içine giriyor.

Zaman, belge ve bilginin çok yüzeyli, akışık haline dönük farkındalık ve buna yönelik eleştirel kuşku, 2001 tarihli, dönemin Radikal gazetelerine inen tarihselliği ile ‘Arşiv II’ ‘Ölüm=Ölüm’ adlı yerleştirmesinin yanında, 2006-2012 tarihli ‘Suçu Seyretmek’ adlı 12 parçalık kolektif, monokromik ve dışavurumcu yapıtı ile, İrfan Önürmen’i kendisi için ‘öncül’ tayin eden Alpin Arda Bağcık’ı da, Zilberman Galeri izni ile, sergide buluşturmuş. Önürmen’in, emeği ve ritmi ile imgeyi ve anlamı demleye demleye geldiği narin, geçirgen noktalar, günümüzde Bağcık’ın da maruz kaldığı, hakikat ve onun bilumum suretine dair yaratıcı arayışın tohumları olma niteliğine erişmiş görünüyor. Medyanın bıraktığı gerçeklik kalıntılarını yine monokromik bir tutarlılıkla izleyicinin hafızasına vakfeden Bağcık, bugün ‘Fake News’ diyerek klişeleştirilen hakikat sonrası metinsellik ve imgeselliğin bir nevi envanterini, Jean Baudrillard’ın ‘simulasyon’ teorisine selam verdiği, Jimmy Carter’dan Greta Thunberg’e uzanan bir çok foto-gerçekçi tuval ile üstleniyor.

Gerek tavır, gerekse pratikte parça ve bütün ilişkisini olanca yaratıcı yıkım potansiyeli ile mesele edinen Şakir Gökçebağ da, Akbank Sanat’ta ‘öncül’ olarak kayda giren sanatçılar arasına katılıyor. Sergide 2019 tarihli bir halı yerleştirmesi ile ikinci kata misafir olan Gökçebağ’ı kendine çıkış ‘virgül’ü tayin eden Ramazan Can’ın Anna Laudel galeri izni ile sergilediği işlerden bir tanesi, geleneksel bir halıya, ışık sanatının 2020 tarihli aktif müdahalesini teğellerken, yine aynı katta yer alan 2017-18 tarihli, 35 parçalık beton ve dokuma ‘Yüklük’ yapboz, bize sergideki öteki işlerle de verimli biçimde selamlaşıp münazaraya dahil soyut bir bulmaca ikram ediyor. Köken, ikâmet biçimi, tayin edilen alan, muhafaza edilen çoğunluğa sinen tekil anı(t)sallık, hep Can’ın devraldığı ve Gökçebağ’da da teneffüse çıkarageldiği unsurlar arasında, göz ve söz alabildiğince seçiliyor, sınanıyor.

Kıymet, kalıntı, alıntı ve bitmek bilmez değişim karşısında verilen ölümlülük-ölümsüzlük direnişinin ikilemi ise, en az yarım asrı bulmuş kariyeri ile çağdaş dünya sanatına damga vuran Ermeni kökenli Türkiyeli ‘öncül’ imza Sarkis ile sergide V 02 isimli vitray işi ile kendini gösteriyor. Eserinde, çok sevdiği bir dostuna hasret ile selam yollayan ustayı kendine çıkış noktası olarak gören Fırat Engin de, gündelik, polyester onlarca kahve kupalarıyla serdiği ‘İstilâ’ isimli, 2011 tarihli yerleştirmesi ve yarı aydınlık, yarı zengin metruk pencere sunuşu, 2017 tarihli ‘Nefes IV’ ya da ‘Frekans’ serisine ait bir neon-ayna iş ile, bir anlamda ustasının elini sıkıca tutuyor, onun dert ve deva edindiği ne var, ne yoksa, bütünüyle sorumlu biçimde bize yeniden tüm olasılıkları, okuma biçimleriyle bu görsel lehçeyi sadakat ile devrediyor, unutturmuyor.

Sergide, bir diğer öncül, Gülsün Karamustafa’yı ise, giriş katında onunla buluşan Güneş Terkol ile görme, okuma fırsatımız oluyor. Karamustafa, popüler kültür ve klasik sanat tarihinden yapıtlarına çoğunlukla hazır nesne süzgeciyle serpegeldiği o özgün, eleştirel tavrı, bu sergide Esra Sarıgedik Öktem izni ile izlediğimiz 1986 tarihli kumaş kolajı ‘Atlı Halı’sıyla ortaya koyuyor. Sanatçı, 1986 tarihli işinde, yapısökümcü-kübik ve Pop-Sanat akımına aynı satıhta uğrar bir yaklaşımla, yaratmanın yolunun, dönüşmek ve dönüştürmekten, değişim içinde olanın tanıklığını üstlenip üstlenmemekten geçip geçmediğini, bize geçen onca zamana inat eden tazeliğiyle tekrar tekrar soruyor.Aynı titiz kuşkuculuğu devralan Terkol da, video ve kumaş ağırlıklı, mekâna özgü yerleştirmesi 2014 tarihli ‘Holografik Kayıt’ta, sanatçı denen mefhumun vakanüvisliğine dair üstlendiği biçimsel ve göstergesel benzer soru işaretlerine, gelenek ve geleceğin anlatım olanaklarına aynı anda dokunarak olabildiğince biricik cevaplar veriyor.

Yine,ı Burcu Yağcıoğlu’nun Galerist izniyle izlenen soyut dışavurumcu çalışmaları ise, Modern sanat tarihinin en kabına sığmaz ekollerinden denebilecek DaDa akımını çağrıştırır bir özgürlük ihtiva ediyor. Desen, heykel ve video üretimindeki topyekûn tavırla bu akıma selam veren Yağcıoğlu, sergide ‘öncül’ olarak belki de bu sebeple ‘her şeyi topyekûn bir sanat eseri’ (Gesamtkunstwerk) olarak kayda geçen, diva, ressam, aktris ve heykeltıraş Semiha Berksoy’la bir araya geliyor. Sergide Berksoy’un özel yaşamından referansla ürettiği, bir yanıyla Brut Art akımına da göz kırpar çocuksu, delice samimiyetiyle ürettiği 1997 tarihli iki desen, Yağcıoğlu’nun Akbank Sanat’a sığdırdığı 2014-15 ve 2018 tarihli üç farklı teknikte işinde hayal ve hayat çemberine değiyor, onu daha da ışıldatıyor.

Tüm yazılarını göster